Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » “O adam herhangi birimizin babası olabilir”
Mart 2015

“O adam herhangi birimizin babası olabilir”

Altay Öktem yeni romanı "O Adam Babamdı"da Hatay'daki Kasap Ayaklanması'ndan sosyalist Esat Adil'e, Kızılcahamam Islahevi'nden Bakırköy Akıl Hastanesi'ne dek uzanan ve başrolünde Haydar Bey'in olduğu bir macera anlatıyor.
Levent Özata
 
Bir pazartesi öğleden sonrası için oturduğum kafe oldukça kalabalık. Kimse çalışmıyor mu artık İstanbul’da? Kimi arkadaşlarıyla güle eğlene şakalaşıyor. Bazıları elinde bir kitap, bana dokunmayın dercesine köşeye sinmiş. Birkaç bavullu müşteri de var daha sonra gidecekleri yeri hesaplıyor olmalılar. Etrafa bakarken aklım henüz bitirdiğim "O Adam Babamdı" kitabına gidiyor. Başkahramanı Haydar Bey bu kafede oturur muydu acaba, her zamanki beyefendiliği, dik duruşu ve özenilmiş kıyafetleriyle? Burada oturanlardan birinin içinde az da olsa bir Haydar Bey’lik var mı? Aramızda hiç katil var mı? Elinize illaki bir tabanca almanız gerekmiyor, bir cam parçası ya da beton çivisi de işinizi görür. Diyelim ki aramızda bir katil yok. Hiç kimse mi birini öldürmeyi aklından geçirmedi. Hiç mi Haydar Bey yok aramızda?
 
Tam bunları düşünürken karşılaşıyorum üzerime çevrilmiş bir çift göz ile. "O Adam Babamdı"nın yazarı Altay Öktem kafenin kapısından giriyor. Artık düşüncelerimden sıyrılıp gerçek Haydar Bey ile tanışma vakti...
 
İsterseniz hemen yeni çıkan "O Adam Babamdı" kitabınızdan başlayalım. Bu kitabı yazma fikri nasıl gelişti? 
 
Aslında bu kitabın yazma macerası altı yıl önce başladı. Genellikle çok hızlı yazan ve üreten bir insanım. Üst üste roman, öykü, şiir kitapları çıkardım. Hep üretim halinde olmuşumdur. Fakat, beş - altı yıldır yeni bir kitabım çıkmadı. Uzun bir süre nadasa bırakmıştım kendimi. Yazma isteğim de azalmıştı işin doğrusu. Altı yıl önce başladım bu kitabı yazmaya. Bazen aylarca hiç elimi sürmediğim oldu. Bazen gece bu romanla yatıp, sabah yine onunla kalktım. Sonra yine aylarca dokunmadım. Böyle aşamalı gelişen bir roman oldu. Başlarken elbette bir kurgu, olay örgüsü vardı aklımda fakat ondan sonra roman kendi yolunu da çizmeye başladı. Haydar Bey karakteri biraz da yazarken olgunlaştı. Aslında, şu an elinizdeki kitaptaki Haydar Bey’i yazmak için oturmamıştım masaya. Ama oraya doğru gitti. Dili o şekilde evrildi. Olay örgüleri de keza aynı şekilde gelişti. Ben de Haydar Bey’in peşi sıra sürüklenmeye başladım.
 
Haydar Bey nasıl bir insandı kafanızda, masaya ilk oturduğunuzda? Sonra neler değişti?
 
Biraz memur tipli, biraz obsesif, takıntılı, biraz pimpirikli diyebileceğimiz bir insan. Klasik bir yapısı olan, musiki dinleyen, ilişkilerinde içe kapanık, asosyal, ama kafasında her şeyi kuran. Psikolojik çözümlemesi vardı elimde, ayrıca biraz da karakter romanı yazmak için yola çıktım ve bir insanı seri katil olmaya götüren süreçler nedir sorusunun cevabını aradım bu romanda. Bu açıdan baktığımız zaman Haydar Bey’in aile yaşamı, babası, çocukluğu, ıslahevinde başına gelenler onu seri katil olmaya doğru itiyor. 
 
Kitabın arka fonunda detaylar son derece gerçekçi duruyor. Bu detayları nasıl kurguladınız?
 
Hatay’daki Kasap Ayaklanması'ndan tutun da, Esat Adil gibi romanın arka fonları aslında direkt olarak romanın kurgusunu etkileyen şeyler ve hepsi gerçek olaylar veya kişiler. Esat Adil, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli sosyalist kişilerden biri ancak Türkiye’nin sosyalist tarihinde bile adı çok geçmiyor. Biraz geri bırakılmış, çok üzerinde durulmayan bir isim. Türkiye’nin ilk ceza hukukçularından biri, hapishane müdürlükleri yapmış, ıslahevlerinin kuruculuğunu yapmış, yani devlet adına da çalışmış. Devlet adına çalışırken aynı zamanda da sosyalist düşüncelerinden dolayı çoğu zaman sıkıntılar yaşamış, sürekli kovuşturmalara uğramış ve sonuçta memurluğundan istifa etmek zorunda kalmış birisi. 
 
Siz aynı zamanda pratisyen hekimlik de yapıyorsunuz. Doktorluğun yazarlığa katkısı oluyor mu?
 
Doktorluğun yazarlığa benim açımdan bayağı bir katkısı oluyor. Edebiyatta insanı anlamak deyince hep insanın psikolojisini anlamak üzerine odaklanılır. Yazarların çoğu iyi psikolojik çözümleme yapar, bu konuda geliştirmiştir kendini. Fizyoloji ikinci planda bırakılıyor. İnsan bedenini, metabolizmasını bilmek de çok büyük bir katkı getiriyor. İnsanın iç organlarını, organların çalışmasını, kanın akışını sadece teorik olarak bilmek değil, aynı zamanda gözle görmek, dokunmak, onlarla da uğraşmak yazarlık üzerinde son derece faydalı oluyor. Psikoloji kadar fizyolojiyi de bilmek yarattığım karakterleri etkiliyor. "O Adam Babamdı"da da özel olarak görülüyor. Kitaptaki cinayet sahnelerini doktor olmayan biri bu kadar ayrıntılı tasvir edemeyebilirdi. 
 
Anlatıcı sizsiniz kitapta, peki Haydar Bey babanız mı?
 
Tabii aslında kurgu öyle başlıyor. O adam babamdı derken, anlatıcı babasının hâlâ hayatta olduğunu öğrenip, onu akıl hastanesinde son günlerinde bulup, kendini de tanıtmadan, genç bir yazar olduğunu söyleyerek, kurgusal bir sürecin içine girmek istiyor. O kişi de kitabın yazarı olarak ben olduğum için kendi babam gibi olaya girdim ama babam değil tabii. Öyle bir babam olsaydı bu kadar rahat ortada dolaşamazdım herhalde. 
 
 
"Türk toplumu kriminal bir toplum"
 
Türkiye’deki aile yapısının karmaşık ve sorunlu olması da kitabınızda çok fazla var. Bu kitap sizce Türkiye’deki aile yapısını da yansıtıyor mu?
 
Kadın cinayetlerinden tutun da tecavüzlere kadar, hep bu yapının bir tezahürü aslında. Haydar Bey karakteri de kitabın çıkış tarihi itibariyle tam bunların gündemde olduğu bir zamana denk geldi. Kitap dikkatli okunduğunda bir seri katil hikayesinden ziyade psikolojik ve sosyolojik bağlantılarla birlikte 'Bir katil nasıl olur?' sorusunun bir çözümlemesi gibi. O yüzden kitap psikolojik gerilim türüne de girebilir. Bir de Türk toplumu bana kalırsa, kriminal bir toplum. Çok fazla araştırma yapılmadığı için bilemiyoruz: Ensest ne kadar yaygın? Cinayetler hangi sıklıkla işleniyor? Kadına baskı ve şiddet nerede başlıyor? Nasıl tanımlanıyor? Şiddet olarak adlandırmak için bir şeyi çok ciddi mi şiddet uygulamak gerekiyor? Böyle baktığınız zaman Türk toplumu ‘anlamlı’ bir şiddet toplumu çünkü sadece bugünkü iktidar değil, tüm iktidarlar da aslında bir şiddet unsuru olarak başımızda var. Toplum da bunu kabul etmiş durumda. Başında kendine hükmeden bir iktidarı var ve onu, her şeyi yapmaya hak sahibiymiş gibi görüyor. 
 
Ya polis?
 
Polisin uyguladığı şiddeti bir çok kişi haklı olarak görüyor. Çünkü polis devletin bir kurumu tabii bu şiddeti uygulayacak diye düşünüyor insanlar. Baba, aynı şekilde, iktidarın bir parçası, evin reisi. Çocuklar arasında erkek olan ve büyük olan, abidir döver, abidir azarlar. Böyle baktığımız zaman ciddi bir şiddet toplumuyuz. Bunun temellerine bakınca Haydar Bey ile karşılıyoruz. Haydar Bey çok da tuhaf değişik bir roman karakteri değil. “O adam babamdı” diyorum ama o adam herhangi birimizin babası olabilir. Komşusu olabilir. Bir akrabası olabilir. Biraz dikkatli bakarsak bu toplumda bir sürü Haydar Bey var aslında. Ya da herkesin içinde bir parça Haydar Bey’lik var. O yüzden bu toplumun bir gerçeği olarak da okunabilir bu kitap aslında.