Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » “Roman tekniği açısından en iyi eserim”
Kasım 2012

“Roman tekniği açısından en iyi eserim”

Oya Baydar "O Muhteşem Hayatınız" adını verdiği romanında okurunu, her biri kendi kimliğini arayan roman kahramanlarıyla tanıştırıyor.Oya Baydar'a yeni romanı "O Muhteşem Hayatınız"ı yazdıran, bitpazarından satın alınan ve kendisine bir şekilde ulaştırılan fotoğraflar olmuş... Kitap, gizemli bir arşivcinin bir opera sanatçısına ulaşıp kendi geçmişini, fotoğraflarını ve anılarını armağan etmesiyle başlıyor. Oya Baydar romanının devamında ana karakterlerden biri olan Diva'yı geçmişinde kalmış büyük bir sırla yüzleştiriyor. Geçmişten kalan fotoğraflar, opera divasının kızıyla ilişkisini derinden etkilerken okur, Türkiye'nin çok acı bir gerçeği olan Dersim kırımı ile yüzleşiyor... Bu geçmişin ve gerçekliğin romanını Oya Baydar'la konuştuk. Baydar, "Teknik olarak en iyisi," diye tarif ettiği romanını anlatırken ilk romanını yazmışçasına heyecanlıydı...

“O Muhteşem Hayatınız”ın akışı içinde pek çok şey yaşanmışlık izlenimi veriyor. Roman ilk olarak nasıl filizlendi?

Üç yıl kadar önceydi, tıpkı romandaki gibi, bir gün tanımadığım birinden, bana ait eski fotoğrafların kendisinde bulunduğu bilgisi geldi. Tabii merak ettim. Kendisiyle tanıştık. Fotoğrafları bitpazarında tesadüfen bulmuştu. Çok hoş, nazik, iyi bir beydi. Romandaki 'Toplayıcı' karakterine ilham verdi. Ama tabii onu bir roman kişisine dönüştürürken, ister istemez farklı bir kimliğe büründürdüm. Toplayıcının arşivini sakladığı yere birlikte giderken, yolda sürekli olarak “O muhteşem hayatınız, Oya Hanım” diyordu. O öyle dedikçe ben utanıyordum, yerin dibine geçiyordum, “Benim hiç öyle muhteşem bir hayatım olmadı. Ben basit bir subay çocuğuydum,” falan diyordum. Bana arşivini gösterirken, onun topladığı fotoğraflar üzerinden kafasında kendi romanlarını, kendi hikayelerini yazdığını fark ettim. Geliştirilmeye çok elverişli bir konuydu. İnsanın gerçek hayatı, dıştan görüldüğü gibi midir, fotoğraflar neleri saklar ana fikri üstünden romanı geliştirdim.

Peki Dersim konusu romana nasıl dahil oldu, odağa nasıl oturdu?

Başlangıçta, Toplayıcı ile hayranı olduğu dünya çapındaki Diva’nın ilişkisi üzerinden kurgulayacaktım hikayeyi. Sonra, konu kafamda geliştikçe, dışa yansıyan yaşamla ardındaki gerçekleri, içimi çok yakan 1937-1938 Dersim kırmı dolayımında daha derin anlatabileceğimi düşündüm. Bir gün tıpkı romanda olduğu gibi, bir süre önce yitirdiğim annemin ufak tefek anı nesnelerini toplarken bir madalya buldum. Üzerinde Tunceli harekatı hatırası yazan, tam da kırım günlerinin tarihini taşıyan bir madalya. Bütün III. Ordu’ya verilmişti sanırım. Babam kurmay subaydı. Harekat sırasında ne görevdeydi bilmiyorum. İlk tepkim madalyanın babama ait olabileceğini reddetmek oldu, hayır, onun olamaz, yanlışlıkla annemin eşyaları arasına karışmış falan... Kendimi suça ortak hissettim, saçma tabii. Ama romanda önceki kuşaklardan, babalarımızdan miras kalan suç karşısındaki tavrımızı da yansıtmak istedim. Biraz alegorik bir yanı da var bunun. Sonra, çocukken konuşulan bir şeyi hatırladım. Annem ve babam bir gün levazım komutanının kızı olan arkadaşım Fitnat hakkında konuşurken, “Etek altı çocuğudur o,” demişlerdi. Bunun ne demek olduğunu o yaşta anlayamamıştım; o zaman fark ettim ki, Dersim katliamında öldürülen annelerinin eteklerinin altına saklanarak sağ kalan çocuklar için kullanılan bir ifadeydi bu. Romanın düğümü böylece çözüldü.

Bu bir yanıyla politik bir roman. Ama özellikle kadın kahramanlarınız fazla apolitik. Bir sanatçı olan Diva da, akademisyen kızı Arya da siyasetle ilgili değiller. Burada ilgisiz ve korku taşıyan sanatçı ve akademisyenlere bir eleştiri var mı?

Hayır, yok. Ben sanatçıların, hele de genç akademisyenlerin toplum sorunlarına ilgisiz olduklarını düşünmüyorum. Bir kesim var ki, geçmişe oranla çok daha angaje ve aktif. Romandaki Diva’ya ve kızı Arya’ya gelince, onlar çoğunluğu yansıtan gerçek karakterler aslında. Duyarlılar, iyiler, kendi işlerini çok iyi yapıyorlar ama toplumsal sorunlar, mağduriyetler karşısında gerekli farkındalıktan yoksunlar. Farkına vardıklarında, gerçekleri öğrendiklerinde önce reddetseler de giderek değişmeye başlıyorlar. Ben aslında romanda biraz da o farkındalığın insanı geliştirmesini anlatmak istedim. Bazı konuları bilmiyoruz. Farkına vardığımız, hele de acıyı içimizde duymaya başladığımız zaman, bu bizi de değiştiriyor, hayata bakışımızı da. Benim roman karakterlerim etten kemikten, yaşayan gerçek kişiler. Eğer onlar üzerinden bir kesimi eleştirmeye kalkışsaydım, o zaman metin edebi olmaktan çıkar ideolojik propaganda olurdu ki, bu en korktuğum şeydir. Üstelik böyle bir hak da görmüyorum kendimde.

Diva’da sizden hangi izler var? Unutulma kaygısı yaşıyor musunuz?

Hayır. Aslında Diva’da benden hiçbir şey yok. İlk defa yazdığım bir romanda ana kahramanda benden bir şey yok. Benim unutulma kaygım falan da yok. Bunu hiç düşünmedim.
Diva müziğe; siz ise siyasete, yazılara, kitaplara, gazetelere ömrünüzü vakfettiniz. Siz de Diva gibi çok önemli şeylerden vazgeçmek zorunda kaldınız mı?
Tabii ben de bazı şeylerden vazgeçtim, bu benim kendi tercihimdi, hiç hayıflanmadım