Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » 'Son dakikacı bile değilim!'
Kasım 2012

'Son dakikacı bile değilim!'

"Behzat Ç." karakterinin yaratıcısı Emrah Serbes, Afilli Filintalar isimli internet sitesine yazdığı öykülerini "Hikayem Paramparça"da bir araya getirdi, yeni bir öykü daha ekleyerek..."Behzat Ç." furyası dizi ve kitaplar halinde sürerken ve herkes yeni bir "Behzat Ç." macerası beklerken, yaratıcısı Emrah Serbes bizi ters köşeye yatırdı ve "Afili Filintalar" adlı intenet sitesinde, "Afili Parçalar" başlığı altında yazdığı metinlerden seçmeleri, "Hikayem Paramparça" adlı kitapta topladı. Kitabın sonuna da bugüne kadar hiç yayımlanmamış bir öykü ekledi: "Galip İşhanı". Kitabın matbaadan çıktığı gün Emrah Serbes'i yakaladık, mürekkebi kurumadan merak ettiklerimizi sorduk...

“Hikâyem Paramparça”, son “Behzat Ç.” romanından dört, hikaye kitabınız “Erken Kaybedenler”den üç yıl sonra çıktı. Herkes yeni metinler beklerken “Afili Filintalar”daki yazılarınızdan bir seçme yapmayı tercih ettiniz. Neden eski metinler peki?

Bu üç yıl benim açımdan kötü geçti. Dizi (“Behzat Ç.”) vaktimi aldı, ondan önce “Şen Yuva” gibi başka senaryo mevzularının içine daldık. Bu arada sürekli bir şeyler yazmaya çalıştım ama hep yarım kaldı. Süleyman Demirel’in attığı temeller gibi bir sürü taslağım var elimde, 20 - 30 sayfa yazılmış ama öylece kalmış. Yayımlanabilir durumda olmadığını düşündüğüm ya da belli bir süre ilerlettikten sonra tamamlamanın bir anlamı olacağını düşünmediğim metinler bunlar. Üç yıla dönüp baktığımda, yayımlanabilir ne var dediğimde karşıma çıkan bunlardı.

Biraz hikayeye yakın olanları seçmişsiniz yine de, yayına hazırlarken. Bir de daha önce hiç yayımlanmamış bir öykü var, “Galip İşhanı”. Bu durumda buna, yeni bir hikaye kitabı diyebilir miyiz?

Aslında başka bir hikaye kitabı projem vardı, “Erken Kaybedenler”de ergen erkeklerin öykülerini anlatmıştım, bu kez bir adım ilerisini, 20’li yaşlardaki erkekleri anlatmak istiyordum. Tasarladığım böyle bir kitaptı ve “Galip İşhanı” onun başlangıcı olacaktı. Ancak geriye dönüp baktığımda, bitirebildiğim ender hikayelerden olduğunu görünce kitabı beklemeden buraya alalım dedim. Aslında editörüm Levent Cantek istedi bunu. Ben, o olmadan da yayımlanabilir diye düşünüyordum ama Levent, en azından kitabı alacaklar için yeni bir şey olsun deyince eklemeye karar verdik. Neticede şunu söyleyebilirim: Bu, üç senemin özeti. O koşuşurmacada yazabildiğim bu kadar. Pek parlak değil elbette durum ama eldeki bu.

Kitapta Ümit Bektaş’ın fotoğraflaı eşliğinde sunuluyor bu öyküler. Fotoğraflar bu kitap için mi çekildi?

Evet, bunun için özel olarak çalıştı Ümit. Kitabı yayımlamak istediğimiz anda içinde fotoğraf da olsun dediler ve Ümit metinleri yeniden okudu, üzerinde çalıştı, fotoğrafları çekti.

Kitabın adını kim koydu?

Tanıl Bora. Dosyanın ismi “Paramparça”ydı. Levent, “Parça Parça Paramparça”yı önerdi. Ben de ona dedim ki, “Sakla Samanı Gelir Zamanı” yapalım oldu olacak, ne o öyle tekerleme gibi, olmaz! En son ISBN numarası alınacakken aradılar, Levent’e orada aklıselim biri var mı dedim, Tanıl varmış, bunu attı ortaya, sevdik.

“Hikayem Paramparça”daki metinlerde ne kadar siz varsınız? Bu, diğer kitaplarınızdan farklı gibi, sanki daha çok siz gibi...

Her tarafı dökülerek iyileşen adamın tuhaf hikayesini (“İyileşen Adam”) bir tarafa bırakırsak gerisi biraz benim aslında. Bu kitap diğerleri gibi değil, gerçek bir kitap. Onun için içinde fotoğraflar var. Kurgu kısmı az. Üç yıl edebiyattan uzaklaşınca insan, kendi hayatına dönüyor demek ki. Aslında başlarken insanlar kendi hayatlarından ilham alır, “Ben bunları kendimden yola çıkarak yazdım,” der. Sonra birileri, insan kendi hayatını anlatarak bir yere varamaz, edebiyat kurgu işidir, onun üzerine düşünmen gerekir falan diyerek çeker kulağını, doğru yolu bulur. Bende tam tersi oldu: Kurguyla başladım, sonra kendi hayatıma döndüm.

Kitaptaki ilk metinde (“Karalıkta Nüfus Sayımı”) “Zaten ben hayatımı anlatmak istemiyorum ki” cümlesini kuruyorsunuz. İlerleyen metinlerde, “Hüzünlü Piç”te mesela, maziyle aranızın iyi olmadığını söylüyorsunuz.

Böyle çelişkiler de var içinde, evet. Esasen, yaşadıklarımı düşünerek vardığım nokta bu. Tam olarak kendi hayatımı anlatmak değil ama, bunlara bir günlük gibi bakmamak gerek... Düşüne düşüne, o hengâmede bunları yazıyorsun işte...

Madem bu metinlerin çıkış noktası, “Afili Filintalar” o zaman ondan söz edelim mi biraz? Nasıl doğdu, siz nasıl dâhil oldunuz?

Murat Menteş, Alper Canıgüz ve Onur Ünlü için yapıldı bu site, çıkış noktası bu... Murat arkadaşları sever, kalabalık olsun ister, o yüzen başka arkadaşlar da gelsin demiş, proje konuşulurken. Benim de dâhil olduğum birkaç kişiyi aradı, derken 15 kişi olduk ve başladık. Şöyle bir güzelliği oldu o sitenin: Kitap yazarken hep bir iskelet, kurgu peşinde koşarız ve yetiştirmemiz gereken bir tarih vardır... Site ise kendi halinde, ister yaz ister yazma, seni zorlayan yok, yazıyı teslim etmen gereken bir tarih yok... Kendiliğinden gelişen bir yazma biçimiydi bu ve metinler de öyle gelişti. Hiçbir zorunluluk altında yazıldılar. Bir güzelliği varsa budur.

Başta kısa kısa yazmışsınız, afori