Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » "Sevgili Erdal Öz"e saygıyla
Mayıs 2021

"Sevgili Erdal Öz"e saygıyla

Ölümünün 15’nci yılında Erdal Öz’ü oğlu Can Öz’den dinleyelim istedik. O da babasından, onurlu olmanın başarıdan daha ödüllendirici olduğunu; Türkçenin varoluşsal önemini, doğru konuşulup yazılan dilin bayraktan da tarihten de daha önemli olduğunu ve daha gerçek bir aidiyet yarattığını öğrendiğini anlattı. Biz de Milliyet Kitap olarak ‘Sevgili Erdal Öz’ü saygı ve Türkiye yazınına emeklerine minnetle anıyoruz.

Efnan Atmaca

 

Erdal Öz, 15 yıl önce bir mayıs günü aramızdan ayrıldı. 6 Mayıs’ta, “Gülünün Solduğu Akşam”da hikayelerini anlattığı Denizlerle aynı günde… Onun hayatı Türkiye yazın tarihinin, edebiyatın yansıması gibiydi.Bir kitapçıyla başladığı edebiyat serüveninde okuru sayısız kitapla, pek çok özel isimle tanıştırdı. Ardında Can Yayınları’nı bıraktı. Mücadelesi de amacı da hep daha iyi ülke içindi. Yakın zamanda çıkan “Sevgili Erdal” adlı kitapta Öz’ün dönemin önemli yazarlarıyla mektuplaşmaları yer alıyordu.O mektuplarda edebiyatın geçtiği merhalelerin yanı sıra yazarların ve Öz’ün hem edebiyat hem de daha güzel bir Türkiye için gösterdiği çabayı okuduk.Pek çok kez dinledik Erdal Öz'ü. Birlikte çalıştığı insanlardan, omuz omuza savaştığı mücadele arkadaşlarından, ilmek ilmek ördüğü edebiyat dostlarından, dokunduğu yazarlardan... Bir kez de oğlu Can Öz'den dinleyelim istedik. Can Yayınları Genel Müdürlüğü'nü üstlenen Can Öz'le babasını ve devraldığı yayıncılığı konuştuk.Biz de Milliyet Kitap olarak Erdal Öz'e bir mektup bırakalım istedik.

 

En başa dönelim.Küçüklüğünüzde nasıl hatırlıyorsunuz babanızı ? Sık sık görüşebiliyor muydunuz? Yoksa daha çok işinde olan biri miydi ? O yıllara dair neler var hatıralarınızda ?

 

En küçüklüğümde, ev koridorunda plastik topla futbol oynadığım ve bana hep yenilen bir baba. Daha sonraları hep çalışan, evde de masa başında kitap okuyan, metin düzelten, haber izlemek dışında pek ortamlarda olmayan biri. Lise yıllarında ara ara atıştığım, artık uzak olduğum, pek az görüştüğüm, tanışamadığım biri. Üniversite yıllarında ise artık dost. Kötü öykü denemelerimi de okuyup yüreklendirici mektuplarla bana destek çıkan, birlikte akşam içmeye çıktığım, özlediğim biri. Yazık ki o ilişkinin tadını yeterince çıkaramadan kaybettim.

 

Bir kitapçıyla başlamış Erdal Öz. Siz o dönemle ilgili neler biliyorsunuz? Anlatır mıydı size?

 

Anlatırdı tabi. Sergi Kitabevi ile gurur duyardı. Zamanında Sergi'den kitap çalmak çok yaygınmış. Anlatılana göre babam da genelde göz yumarmış. Vaktinde oraya gelip kitap çalan dostlarıyla (onların önünde) kafa bulmayı severdi. Ayrıca dönemin sağcılarının Cenk Koray önderiğinde Sergi Kitabevi'nin camlarının indirildiği saldırıyı da anlatmıştı. Daha sonra, belki bilirsiniz, üzerinde babamın kendi el yazısıyla yazdığı devrimcilerden alıntılar olan paket kağıdı nedeniyle kapatılmıştır Sergi Kitabevi. Mühürlenmiş, mühürlenmeden önce de kitaplar çürüsün diye yetkililer tarafından içeriye su basılmıştı. Mühür kaldırıldığında babam artık dükkanı kapatmaya karar vermişti. Ktaplar ıslanmış, deforme olmuş içerisi darmaduman. O gün dükkanı kapatmak için gitmiş, isteyen kitapları ücretsiz alsın diye de not yazmıştı kapıya. Gelip o şişmiş, okunamaz kitapları alanlar kısa süre sonra, aldıklarının birkaç misli para bırakmışlar hep. O cansuyu olmuş ona daha sonrası için.

 

Peki kitapçıdan sizin adınızı taşıyan yayınevine geçişin hikayesi ?

 

Alevi kültürüne düşkünlüğünden Can ismine de çok düşkünmüş o dönemler. Yayınevinin kuruluşu ile benim doğumumun tam o günlere denk gelmesinin bir sonucu bu. O ara bir kedi alsa da Can ismini verirdi eminim. Ama yine de benim için çok kıymetli bir hediyedir bu tabii.

 

Hep merak ederim yazarların etrafınızı sardığı bir ortamda büyümenin nasıl olduğunu. Pek çok yazarın anılarını okuduğumda takılır bu aklıma. Babanızın mektuplarını okuduğumda da aynı şeyi düşündüm. Nasıl bir şey yazarlarla dolu bir çevrede büyümek ?

 

Herhangi bir kurumsallığı, profesyonelliği olmayan, gayet doğal olması gerektiği gibi bir ilişkiydi. Bir yazarın sanatına ve siyasi duruşuna saygı duyup duymadığını her zaman net olarak anlardınız. Olumlu / olumsuz görüşlerini asla gizlemezdi. Kendisi de çok eleştirilirdi. Bu eleştiriler, zaman zaman kızmalara, küsmelere yol açardı. Özetle, gerçek bir ilişki kurardı.

 

Yazarlar arasında kayırdığı ya da kızdığı isimler oluyor muydu? Paylaşıyor muydu sizinle onları?

 

Kimseyi kayırdığını hatırlamıyorum. Yazarlığına saygı duymadığı kimseyle yakın ilişki kurduğunu görmedim. Özellikle siyasi olarak haksızlığa uğramış insanlara yardımcı olmayı severdi, ancak yine de, edebiyatına saygı duymadığı kimseyi, asla yayımladığını görmedim. Bu davranışın benzerlerine de çok öfkelenirdi bazen. Kızdığı yazarlar da olurdu elbet. Özellikle bir yazarın kötü yazdığını düşündüğünde, gururu incinmiş gibi sinirlenirdi ona.

 

Bugün yayıncı bir babadan işi devralmış biri olarak, siz ondan neler öğrendiniz yayıncılığa dair? Hangi düsturla yola devam ediyorsunuz?

 

Bir iki başlığa indirgemem çok zor bu sorunun cevabını.Çünkü yayıncılığa dair ondan öğrendiklerimin hiçbiri asla yayıncılığa dair değil. Güzel, huzurlu bir Türkiye için kavga etmeye her zaman değdiğini öğrendim. Gururlu ve onurlu olmanın başarıdan daha ödüllendirici olduğunu da. Türkçenin varoluşsal önemini, doğru konuşulup yazılan dilin bayraktan da, tarihten de daha önemli olduğunu, daha gerçek bir aidiyet yarattığını öğrendim. Bu şüphesiz ki tarih ve bayrağın önemini azaltmaz, ancak dilimizi ikinci plana atarak diğer kavramlara sahip çıkmamızın sonuçları ortada.

 

Erdal Öz, bir de yazardı elbette. Özellikler "Gülünün Solduğu Akşam"ın ne kadar önemli olduğunu hele de bugünlerde bir daha anlatmak lazım. Hatta babanız 6 Mayıs'ta vefat ettiğinde Radikal gazetesine "Bütün güller 6 Mayıs'ta mı solar?" diye başlık atılmıştı. Ben de o ekipteydim. Siz neler söylersiniz onun yazarlığı ve Denizlerin onun hayatındaki yeri hakkında?

 

Evet hatırlıyorum, çok güzel bir başlıktı o. Sizin de o ekipte olduğunuzu bilmiyordum. Tekrar memnun oldum. "Odalarda" kitabını, yazıldığı tarihi ve yazarın yaşını da dikkate alarak okuduğunzda aklınız şaşabilir. İlk yazdığı kitap olan "Odalarda" ile Varlık Yayınları'nda yayımlanan en genç yazar oluyor Erdal Öz. Kitaptaki dil, kurgu ve hikayenin modernliği, yenilikçiliği ve başarısı çok şaşırtıcı.O yaşta bir laboratuvar deneyi yapmış Erdal Öz, ve bugün tekrar okursanız, kitap yine müthiş. En sevdiğim kitapları da “Havada Kar Sesi Var”, “Kanayan” ve “Gülünün Solduğu Akşam”dır. Deniz Gezmiş’in ondaki yerini yazdığı kitaplar benin söyleyebileceğim tüm sözlerden çok daha iyi anlatır, üzerine bir söz söylememin yeri olduğunu düşünmüyorum.

 

Can Yayınları özellikle Türk edebiyatına kazandırdığı isimlerle takdir edilesi oldu hep. Erdal Öz bu konuda hep çok titizdi ve risk alarak pek çok önemli ismin edebiyata girmesine vesile oldu. En büyük keşfi kimdi, hiç bahseder miydi? Ve size sorsam babanızın edebiyata en büyük armağanı kimdi diye, ne cevap verirsiniz?

 

Ben babamın kimseden “keşfim” diye bahsettiğini duymadım. İyi bir yazara denk geldiğini düşünüyorsa onun için yaş, şöhret önemsizdi. Ben de şimdi en büyük armağanı x’ti gibi bir cevap vermeyi tercih etmem, en’li listeler hep asimetrik bir sıralama yaratır neticede.

 

“Sevgili Erdal” kitabına yazdığınız sunuş yazısında bu mektupları geçmişe hayıflanmak için değil de günümüze bakıp bu insanları anlamak için yayımladığınızı ifade ediyorsunuz. Siz mektupları ilk okuduğunuzda neler hissettiniz? Erdal Öz algınız değişti mi, onun hakkında sizi şaşırtan ne öğrendiniz?

 

Mektupların çoğunu babamı kaybetmeden önce okumuştum zaten. Aramızda da mektuplaşırdık. Çok güzel mektup yazdığını bilirdim hep, hayranlık duyardım.O mektuplar sadece Erdal Öz’ün değil, 50 kuşağının, İkinci Yeni’nin Türkçe yeni bir evren yaratma, Cumhuriyet’in kültürel zeminini hümanist bir çerçevede oluşturma çabalarını anlatıyor. O nedenle sadece vefat etmiş hoş insanların ilham verici hikâyelerini değil, bitmemiş bir kavganın ilk dönemlerini okuyorsunuz bu mektuplarda. Aynı zamanda o günlerde Cumhuriyet’in nasıl insanlar yetiştirebilmiş olduğunu da görerek hayran oluyorsunuz.

 

“Nefis bir büyükbaba-torun ikilisi olurlardı”

 

Geçmişe hayıflanmak demişken babanızın yapmak isteyip yapamadığı, hayata geçiremediği projesi var mıydı? Size kalmış yarım bir hayal var mı hiç peşinden gittiğiniz?

 

2006 Mart’ında akciğer kanseri olduğunu öğrendik. Ameliyat oldu. Uyandı. Kurtulabilirdi. Nisan gibiydi artık, “Yeni hikâye kitabımı aklımda yazdım. Eve döner dönmez yazmaya koyuluyorum” demişti. Bir hafta sonra komaya girdi, sonra da bir daha uyanmadı. Bu şundan önemliydi, “Defterimde Kuş Sesleri” kitabını aslında siyasi anılarının tamamından kurtulabilmek için yazmıştı. Aynı dönem insanları üzerine yazmak istemiyordu artık, ancak bunda zorlanıyordu. Yıllar sonra ilk defa onu yazmak istediği öykülerle ilgili bu kadar kararlı ve mutlu görmüştüm. O kitabı yazsa belki istediği gibi olmayacaktı, bilmiyorum. Ama yine de yazabilsin çok isterdim.

 

Son olarak Can Yayınları tecrübenizi de işin içine katarsak size Erdal Öz’e bir mektup yazsanız neler söylemek isterdiniz?

 

Eskiden hep şunu derdim: Bir 5 dakikam olsa, sadece 5 dakika; şöyle bir yayınevine uğrasa, kısa bir kahve içsem, bir baksa etrafa, olan bitene, “afffffffferin lan” dese, bir sarılsak, sonra onu uğurlayabilirim diye.Şimdi ise o 5 dakikada yayınevine uğramasından daha önemli bir şey var. Torunu Maya ile bir tanıştırabilmeyi çok isterdim. Eminim ikisi de birbirlerini çok severler, ve Maya biraz daha büyüdüğünde nefis bir büyükbaba – torun ikilisi olurlardı. Mektupta Maya’yı anlatırdım ona herhalde.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Etiketler: Erdal Öz