Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Retrospektif bir bakış
Nisan 2014

Retrospektif bir bakış

Murat Belge
Nedim Gürsel "Şeytan, Melek ve Komünist"i üç karakter çevresinde kurguluyor: Nâzım Hikmet biyografisi yazmış bir yazar, ateşli bir aşk yaşadığı şarkıcı ve Nâzım'ı sürgün yılları boyunca ihbar eden bir muhbir...
"Şeytan, Melek, Komünist"
Nedim Gürsel
Doğan Kitap
Fiyatı: 20 TL
Roman
 
Nedim Gürsel’in "Şeytan, Melek, Komünist" adını verdiği romanı 2011’de yayımlanmış. Ben görece yeni okuyabildim. İlginç bir hikaye anlatıyor.
 
Kitap, adının ilan ettiği şekilde, komünizmle ilgili, 'post-komünist' diyebileceğimiz bu dönemde 'retrospektif' diyebileceğimiz bir bakışla yazılmış. Türkiye’de bu kısa tanımın çerçevesine girecek roman, (ya da herhangi bir kitap) benim bildiğim kadar yazılmadı. Dünyada çok yazıldı mı, onu da pek bilmiyorum, ama örneğin Tarık Ali’nin yazdıklarını biliyorum. Türkiye’de Murat Uyurkulak’ın bazı kitapları, örneğin "Tol" bir ucundan şöyle bir değinip geçiyor ama o kadar. Başkasını da, dediğim gibi, ben bilmiyorum. Benim bilmemem, olmadığı anlamına gelmiyor elbette.
 
'60'la '80 arasında Türkiye’nin entelijansiyası içinde yer almış çok kişinin Marksizm’le bir ilişkisi olmuştur. Bu düşüncenin, bu kesim içinde, toplumda hiçbir zaman edinmediği bir yaygınlık kazandığı; bir hegemonya kurduğu da söylenebilir. Ancak, Berlin Duvarı’ndan sonra bu durum hızla - ve sessizce - değişiverdi. Bu sessizlik ilginçti. Kendi başına ele alınıp incelenmeyi gerektirecek kadar ilginç. 
 
Duvarın çöküşü
 
O bakımdan Nedim Gürsel’in bu konu üstüne roman yazmaya karar vermesi bana önemli göründü. Nedim Gürsel oldukça uzun bir süreden beri Nâzım Hikmet üstüne çalışmış ve kitaplar yayımlamış bir yazardır. Nâzım Hikmet’in edebiyatı kadar biyografisini de iyi bilir. Bu romanda Nâzım Hikmet’in de merkezi bir yeri var. Olay örgüsü hakkında ayrıntılı şeyler söylemekten kaçınırım ama kısaca, olay Berlin’de geçiyor; Nâzım Hikmet’in biyografisini yazmaya hazırlanan, kendisi de sosyalist bir yazar, esrarengiz bir çağrı alıyor; çağrıyı yapan, ona Nâzım Hikmet hakkında bazı bilgiler verebileceğini söylüyor. Yazar da bunları almak üzere Berlin’e gidiyor. Yani, romanın olay örgüsü açısından bakıldığında, hikayenin Berlin’de geçmesinin nedeni bu. Ama yazarın iletmek istediği simgesellik açısından bir şeyin Berlin’de, duvarın çökmesiyle başlamış - ya da bitmiş - olmasından ötürü yer olarak bu kentin seçilmesi akla uygun.
 
Biyografi yazarı bundan önceki yıllarda, bir siyasi sürgün olarak, Berlin’de yaşamış biri. Kenti tanıyor. Kentte birçok yaşantısı da olmuş. Bu anılarda duvar hala ayakta; kentte birlikte iki sistemi ve iki dünyayı ayırmaya devam ediyor. 'Kuşkonmaz' denilen (doğudaki) televizyon kulesi, Kurfürsterdamm, Checkpoiny Charlie gibi, bölünük Berlin’in stratejik noktalarının adları romanda sık sık geçiyor. 
 
"Ben suçsuzum"
 
Nedim Gürsel’in kendisiyle bazı benzerlikleri olan biyografi yazarı şimdi, 'duvar -sonrası' çağda, duvar öncesinden olan şeyleri hatırlatıyor ve düşünüyor - hep Berlin’den yola çıkarak. Bunların arasında siyasi olmayan olaylar da var: Henrich von Kleist’in önce sevgilisini, sonra kendini tabancayla vurarak intihar etmesi gibi. Talat Paşa’nın bu kentte suikaste uğraması, Rosa Luxemburg’un burada öldürülmesi... Romanın asıl konusu komünist geçmiş, ama yazar gene burada, Wannsee kıyısında, Gestapo’nun Yahudileri külliyen yok etme kararını verdikleri toplantıyı da hatırlamadan geçmiyor. Biyografi yazarı kendisini buraya çağıran adamla karşılaşıp tanışınca, yaşlı bir TKP’li ile tanışmış diyoruz. Türkiye’yi yıllar önce terk etmiş bir adam bu. Askeri okuldan çıkma biri. Onunla birlikte komünizm içinde geçmiş bir başka hayat, bir başka kuşak, bir başka deneyimle karşılaşıyoruz. Bunun daha fazla ayrıntısına girmeyeyim, çünkü Gürsel’in romanında çeşitli sürprizler serpiştirilmiş ve okurun bunları Gürsel’in belirlediği sırada görmesinde yarar var. 
Biyografi yazarı Berlin Duvarı’nın yıkılmasını izleyen dönemde komünizmle bütün bağlantılarını kesip atmış biri değil. “O giden komünizm değildi,” diyor. Ne olduğu sorulunca da “Kendini komünizm diye tanıtan bir sahtekar, bir hilebaz,” diye cevap veriyor.
 
Hangi adı vereceksek, Doğu Bloku’nda 'gerçekte-varolan' sıfatıyla anılan o şeyin eleştirisi romanı dolduruyor. Bunların arasında birbirinin polisi, jurnalcisi kesilmiş komünistlerin eylemleri epey yer tutuyor. Nedim Gürsel kitabının başında, “Bu romandaki kahramanlar, Nâzım Hikmet ve tarihsel şahsiyetler hariç, tümüyle hayal ürünüdür,” uyarısında bulunuyor. Sonuçta öyleler tabii. Gene de, yazarın gerçek hayatta yakından ya da uzaktan tanıdığı gerçek kişilerin (örneğin Nâzım Hikmet’i Sovyet otoritelere gammazlayan bazı partili 'yoldaş'ların) bu roman kişilerinin canlandırılmasında rol oynadığını düşündüren öğeler de yok değil.
 
Bu iki kişi ile Türkiye’deki komünizmin iki başlıca kuşağı resmedilirken, kitabın sonlarında, onlardan sonra gelen üçüncü kuşağı da - çok kısaca da olsa - görebiliyoruz. Zihninin içinden geçenleri en yakından, en net biçimde gözlemleyebildiğimiz karakter, biyografi yazarı. Yıkılan hayallerin ağırlığını da en iyi onun düşündüklerinde okuyabiliyoruz. Romanın son sözü de ona kalıyor: “... ben suçsuzum sevgili okur.”