Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Şen Hanım'ın izleri
Mart 2014

Şen Hanım'ın izleri

Murat Belge
Saraybosnalı Hamdi Paşa Resulbegoviç'in soyundan bir annenin ve mebus bir babanın kızı olan Şen Sahir Sılan'ın '40'lı, '50'li yılların Ankarası'ndan Amerika'ya uzanan yaşam öyküsü, yakın tarihin sosyal dokusundaki gelişmeleri yansıtan bir belge niteliğinde.
"Pişman Değilim"
Şen Sahir Sılan
İletişim Yayınevi
Fiyatı: 29 TL
ANI
 
 
Birkaç ay oluyor, raflarda kuleleşen kitap yığınlarına bir düzen verme azmiyle işe girişirken İletişim'in "Anı" dizisinden çıkmış bir kitaba gözüm daldı. Adı "Pişman Değilim". Edith Piaf'ın sevdiğim şarkısı. Yazarın adı Şen Sahir Sıla. Duymuşluğum yok. Böyle anı kitaplarını okumak isterim ama ötekilerden vakit bulup okuyamam. "Bari bunu okuyayım," dedim. Ve okudum.
 
“Görmüş geçirmiş” derler. Bu kitabı yazan hanım da onlardan. Yalnız Türkiye’de değil, başta Amerika, yurt dışında da 'görmüş ve geçirmiş'. Renkli sayılır bir hayat, anlatmaya değer bir hayat; başarıları, bunların karşılığı mutlu anları var. Ama mutsuzlukları da hiç az değil.
 
Bu 'bireysel' hayat. Türkiye’nin hayatına paralel akıyor. 'Türkiye’nin halleri', Şen Hanım’ın görüp geçirdiklerinde belirgin bir rol oynuyor. Şen Hanım politize bir insan değil, ama politikanın çok uzağında olmayan -olamayan- bir ailede doğmuş, okur-yazar bir insan olarak, Türkiye’nin siyasi hayatından kopuk yaşamasının da fazla imkanı yok.
 
Değindiği 'mutsuzluklar' büyük ölçüde 'insan elinden çıkma'. Bu memlekette adını 'Türk erkeği' koyabileceğimiz biri yaşar. Şen Hanım’ın evliliği onunla; hüsran ve boşanmayla bitiyor. İkincisi boşanma imkanı vermeyen bir ilişki: Babası. Bu, başlangıçta değil, ileriki yıllarda ağırlaşan bir sıkıntı ve üzüntü kaynağı. Ama bir de Şen Hanım’ın kızının kocası - ve sonunda 'katili' diyebileceğimiz bir Türk erkeği var. Görülen ve geçirilenler arasında, genç yaşında bir kız evlat kaybetmek de yazılı.
 
Aynı mekanlar
 
Okunmasını salık veririm. Ama bundan öte, bu kitabın bendeki etkisinin kişisel bir nedeni var. 2008’de vefat ettiğini öğrendiğim, yaşarken hiç tanımadığım Şen Hanım’la birçok mekanı paylaşmışız. Hep o benden önce, ama aynı yerler. Çocukluğunda Moda’ya (Bahariye) yerleşiyorlar. Değindiği ayrıntıları bugün hatırlayacaklar bayağı azaldı, ama ben hatırlıyorum: Kadıköy çarşısında İngiliz Kooperatifi, benim de okulum olan -eski adıyla 8. İlkokul, başöğretmeni Zahide Hanım (Şen Sahir, 'Zekiye' diye yazmış). Okulun az ilerisinde, Rum Kilisesi’nin karşı köşesinde Asım Gündüz Paşa’nın (koyu sağcı bir emekli general) bahçeli evi, bahçede Yedi Cüceler heykelleri, bahçeye top kaçıran çocukların topuna el koyması; Zekeriya - Sahiba Sertel’lerin sonra Lozan Kulübü olan evleri. Ferit Celal’ler (bir yaşımdayken gümüş bir şeker kutusu armağan etmişler, hâlâ durur). Süreyya Sineması. Mahmut Ata’nın Şifa’da kliniği (Kaç kişi hatırlar Mahmut Ata adını?). Bizim Arif Paşa diye bildiğimiz Ragıp Paşa Konağı (ev sahibimiz olan Sarıcalar). Deniz Kulübü’nün ünlü Raft'ı.
 
Derken olaylar (savaş falan) onları Budapeşte’ye atıyor. Gellert Oteli’ne gidiyorlar. Yıllar sonra bir Peşte seferimde ben de orada kaldım! Zaten bu sayfada Burhan Belge ile Zsa Zsa Gabor’un da adları geçiyor. Tuna’da Margaret (Macarlar Margit derler) Adası. Gerboe Pastanesi.
 
Derken Ankara, Karpiç, onun baş garsonu Sergei, yani Süreyya. Derken Amerika. Amerika Birleşik Devletleri’nde malum, Alaska ile Hawaii’nin de bu mertebeye tırmanmasından beri elli 'devlet' var; onun dediği tarihte 48’di. Bu 48 devletin içinden Şen Sahir Sılan Massachussetts’i seçiyor (1960’ta da ben o 'devlet'e gideceğim). Tabii Boston’da oturuyor (çok arşınladığım Beacon sokağında ev tutuyorlar); tabii Isabella Stewart Gardner ve Fine Arts Müzeleri’ne gidiyor, Boston Symphony’de konser dinleyip Filene’s’den alış veriş ediyor. Arada Howard Johnson’a uğruyor.
 
İstanbul - Ankara arasında
 
Ethem Vassat ve eşi (Zekeriya’nın kızkardeşi) Belkıs Hanım’la ahbaplık ediyorlar. Ben onların oğlu Sündüz’ün arkadaşıyım. Nermin Menemencioğlu ile tanışıyorlar. Londra’da kaç kere evinde kalmıştım. İnci Moran’la, Tosun’la, Çambel’lerle ahbaplar. Daha yığınla ortak tanış: Melek Sofu, Oktay Rıfat, Mahmut Dikerdem, Niyazi Berkes, Memet Fuat - tanış değildim ama kitaplarından az çekmedim - Gatenby’yi de sayıyor. Hasan Âli’nin komşusu, bizim de ahbabımız Sabiha Hanım’ın adı dahi geçiyor.
 
Derken "Ver Elini İngiltere” diye bir bölüme geçiyoruz. Nereye gidebilir ki, Brighton’dan başka? 1969’da ben de Sussex Üniversitesi’nde bir yıl çalışmak üzere oraya gittiğime göre, elbette oraya gidecek. Şen Hanım, dediğim gibi, epey memleket geziyor; buraya döndüğünde de, İstanbul - Ankara - İstanbul - Ankara, habire gidip geliyor. Sonunda Antalya’da karar kılıyor.
 
Ama Ankara’da kaldığı bir evi anlatırken şu cümleyi okudum: “Bizim üstümüzdeki son katta sanırım mal sahipleri oturuyordu. Bu bina Moltay adında bir aileye aitti.” Hay Alahım! Bu kadar olur mu? Baha Moltay, babamın Almanya’dan gençlik arkadaşı. O dediği daireye kim bilir kaç kere gitmişimdir...
 
Yani, hayatımızın olayları arasında -doğal olarak- hiçbir benzerlik bulunmadığı halde, Şen Sahir Sılan’ın anılarını okurken zaman zaman kendi anılarımı okumuş gibi oldum. Ama bu, benim bu kitapla özel ve öznel ilişkim. Bence herkesin ilgiyle okuyacağı ve ilginç şeyler bulacağı bir kitap.