Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Aşk buna benzemiyor
27 Ocak 2015 - 03:01 | Fahriye Evcen ve Burak Özçivit, 'Aşk Sana Benzer'in başrollerinde.
'Aşk Sana Benzer' filmiyle Evcen ile Özçivit’ten yeni bir Şoray - İnanır çifti yaratmak idiyse maksat, o pek olmuyor, izlediğimiz sadece o eski filmlerdeki duyguyu özletiyor
Şu sıralar vizyonda yerli film patlaması olduğunu gördükçe “Sinemamızda bir hareketlilik, bir hareketlilik, ne güzel” ile “Peki  görüp göreceğimiz bu mu yani?” arasında gidip geliyorum. Tabii ki yeni yönetmenler, yeni hikayeler, yeni serüvenler çıkıyor karşımıza, çok şükür. Özellikle ‘Başka Sinema’ salonlarında.
 
Ama insanın canı zaman zaman iç açan bir romantik komedi ya da duygulandıran bir aşk filmi de izlemek istiyor. Ve bilmediğim bir sebepten biz orada sürekli sınıfta kalıyoruz. Duygularımız mı köreldi, aşkın ne olduğunu mu unuttuk da hayal gücümüz o yönde çalışmıyor, artık ‘Hatice’si her neyse, netice parlak değil.
 
A. Taner Elhan’ın senaryosunu Bedia Ceylan Güzelce’nin yazdığı, Burak Özçivit ve Fahriye Evcen’li yeni filmi ‘Aşk Sana Benzer’, fragmanından da açıkça anladığımız üzere, bir Ege kasabasında yeşeren bir aşk hikayesini anlatıyor. Kasabaya yabancı bir kız geliyor, ilçe sınırlarına adım attığı anda ‘Ali’nin yeri diye bir aile yadigarı balık restoranı işletmekte olan delikanlımızın dikkatini çekiyor. Hikayesini pek bilmediğimiz - ve filmin sonunda da öğrenemediğimiz - kız, ki biz adını ‘Deniz’ zannediyoruz; dondurmacıda çalışmaya başlıyor. İki genç arasındaki aşk da yıldırım hızıyla gelişiyor.
 
Kumlarda, mavi sularda, hayal sinemalarında geçen neşe dolu günlerin sonunda Ali’den gelen rüya gibi evlenme teklifiyle anlıyoruz ki, ‘Deniz’in ‘karanlık’ bir geçmişi var.
 
Ne aşklarına ikna olduk, ne de ayrılıklarına üzüldük
 
Eski Yeşilçam filmlerinden alışık olduğumuz üzere derdini anlatmadığı, onun yerine Hülya Koçyiğit gibi “Ben seni zaten sevmemiştim ki, gönül eğlendirmiştim” minvalinde bir konuşma yapıp gözyaşlarını saklayarak seke seke kaçmayı tercih ettiği için bilemiyoruz nesi olduğunu. ‘Ali’ de bilemiyor tabii. Ta ki o ‘karanlık’ geçmiş gene hastalığının ve derdinin ne olduğunu hiç bilemeyeceğimiz bir psikopat olarak karşımıza dikilene kadar... Adı ‘Aykut’ ve Selim Bayraktar tarafından canlandırılmakta... Bunun dışında bir şey bilmiyoruz, kızla meselesi ne, bunlar ne yaşamışlar fikrimiz yok. Tamam, takıntılı bir aşk olduğu anlaşılıyor ama bunun da hiçbir boyutu olmaz mı?
 
Ama zaten karakterlerimizin de çok boyutlu olduğunu iddia edemeyeceğim. Öyle olunca ne aşklarına ikna oluyorsun, ne ayrılıklarına üzülüyorsun maalesef... Araya serpiştirilen şarkılar da bu duygu eksikliğini gideremiyor. Bir de eski şarkılar güzel, evet ama ne bileyim bir ‘Issız Adam’ ya da bir ‘Karışık Kaset’ gibi hikayenin müzikle bir bağlantısı yoksa peşpeşe şarkılar eklemek, filmi     uzun bir klibe dönüştürebiliyor.
 
Yeni bir Şoray - İnanır çifti yaratmak kolay olmuyor
 
Fahriye Evcen türkü söylüyor, çok da güzel sesi var, kabul. Filmde Yavuz Bingöl saz çalan tuhaf bir bilge adamı oynamakta, o da türkü söylesin, ona da peki.
 
Ama bir numaralı klişe olan otomobille otobüs yolu kesme sahnesinde ‘Dönüş’ filminin iç yakıcı ‘Hasretinle Yandı Gönlüm’ünün yine Seha Okuş’un sesinden çalmasını neyle açıklayacağız?
 
Ortada gönül yakacak bir hasret de yok üstelik, kız yeni çıkmış yola. Acaba otobüsten inerken aynı ‘Selvi Boylum’un ‘Asya’sı ile ‘İlyas’ı gibi içlerinden konuşmalarının da sebebi aynı mıdır? Ya da 'Ali’nin arkadaşının düğününde kızın karşısına geçip tek başına zeybek oynamasının? Tıpkı ‘Dila Hanım’daki Kadir İnanır gibi?
 
Ama işte atlanan bir şey var, orada hikaye gereği “Tamam, karşındayım, hadi beni vur” diye meydan okuyan bir adam izliyorduk. O yüzden etkiliydi.
 
Yoksa hangi kasaba düğününde herkes otururken kalkıp yeni gelen kızın karşısında zeybek oynayan bir adam gördünüz?
  
Özetle, Evcen ile Özçivit’ten yeni bir Şoray - İnanır çifti yaratmak idiyse maksat, o pek olmuyor, izlediğimiz sadece o eski filmlerdeki duyguyu özletiyor. Çünkü evet, şarkılar, türküler, iki güzel insan, bolca Ege manzarası, hepsi tamam... Ama işte aşk buna benzemiyor.