Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | İyi niyetler, iyi oyun

İyi niyetler, iyi oyun

12 Mart 2013 - 09:03 | Oyunun merkezinde, Berkay Ateş'in (sağdan ikinci) canlandırdığı, hayatta kalmak için her şeyi feda edebilecek Max karakteri bulunuyor.
Meltem Cumbul’un rejisiyle izlediğimiz ‘Bent’, yeni mezun öğrencilerin sahnede parladıkları bir oyun. Hamursuz Fırını’na gidin ve kendiniz karar verin
Oyunun başlamasına beş dakika var, kapılar açılıyor, sahnede üç delikanlı bağırıp çağırıyor, duygularını ifade eden cümleler sıralıyorlar. Ben Meltem Cumbul’la yaptığım söyleşiden aldığım tüyoyla şu an, Eric Morris metoduyla oyuna hazırlanan oyuncuların ısınmakta olduğunu biliyorum. Hele deri yelekli, son derece afili bir tanesi; karşımıza dikiliyor, gözümüzün içine bakıyor, “Sizden korkmuyorum, çok çalıştım ben bunun için” diye meydan okuyor. Peki, itirazımız yok...

Işıklar sönüyor ve çiçeği burnunda tiyatro toplululuğu D22’nin ilk oyunu ‘Bent’ başlıyor.

İlk yönetmenlik denemesini yapan Meltem Cumbul’un Mimar Sinan Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nden yeni mezun öğrencileriyle yaptığı bu oyuna gelirken iyi niyetliydim, bu kesin. Metni okumuş, çarpılmıştım. Ama onun, hele hele sahneye ilk kez çıkacak gençler tarafından nasıl oynanacağı ciddi bir soru işaretiydi.

Nazi Almanya’sında, Berlin’de başlıyor hikaye. Bir eşcinsel kulübündeki partiyle, ki bu bölüm film olarak çekilip katılmış oyunun içine, meşhur Greta’nın kulübündeki partinin ertesi sabahı, Max (Berkay Ateş) ile Rudy’nin (Can Kulan) evinde uyanıyoruz. Max uçarı bir playboy, Rudy naif, tatlı bir dansçı çocuk. Bir de işte deri yelekli Wolf (Necati Kutlu) var evde, hızlı bir geceden kalma olarak...
Fakat bu arada dışarıda ‘parti’ bitmiş artık. Hitler’in baş danışmanlarından, Fırtına Süvarileri’nin kurucusu, eşcinsel Ernst Röhm öldürülmüş, Nazi Almanya’sından ‘temizlenmesi’ gerekenler listesine eşcinseller de eklenmiş. Max ile Rudy birkaç kaçış denemesinden sonra kendilerini Dachau Toplama Kampı’na giden trende buluyorlar. Bir de Horst (Emir Çubukçu) var trende, onlarla aynı kaderi paylaşan...

Sade reji

Oyunun kalanını, bu korkunç arka planın önünde, ‘hayatta kalmak uğruna’ feda etmeyeceği hiçbir şey olmayan Max’ın sevmeyi, hayatı öğrenme süreci olarak özetlemek mümkün. Herkesi satabiliyor Max, her tür yalanı söyleyebiliyor. Yeter ki yaşamaya devam etsin... Tabii ona yaşamak denirse... Ama işte Horst, onun bütün değerlerini değiştiriyor. Sadece sevgisiyle...

Can Kulan, oyunun yönetmeni Meltem Cumbul, Berkay Ateş, oyunun çevirmeni ve oyuncusu Mesut Özkeçeci ve Emir Çubukçu.


Çok güçlü bir metin, Martin Sherman’ın ‘Bent’i. Ama çok da iyi oynanması gerekiyor, aksi halde izlenemez... İşte Meltem Cumbul, öğrencilerinin ‘parlamasına’ meydan veren, en kritik sahneleri etkileyici metaforlarla besleyen, bunun dışında da oyunculuğa yüklenen, sade bir reji yapmış. Bütün oyunun Picasso’nun ‘Guernica’sının huzurunda oynanması da ne kadar doğru bir seçim olmuş. Tabii kendi ışıltısı olmayan oyuncuyu parlatmaktan söz edemeyeceğimize göre, baştan sona bütün oyunu alıp götüren Berkay Ateş’i bütün enerjisi, Max’ın yaşadığı değişimi vermedeki başarısı için kutlamak lazım. Sonra da bütün bedeniyle Rudy’yi giyinen, ikinci perdede yokluğu hissedilen Can Kulan’ı ve yumuşacık oyunculuğuyla ikinci yarıyı Ateş’le birlikte yüklenip götüren Emir Çubukçu’yu... Bir de bütün perde taş taşıyorlar, oyunun duygusu yeterince zorlayıcı değilmiş gibi... Subayı oynayan Sercan Sungur meğer operacıymış, o da o sinir bozucu subayda ne kadar başarılı. Bir not; Max ile top oynadıkları sahne fazla uzun ve seyircinin sabrını zorluyor. Max’ın amcasını, oyunun çevirmeni Mesut Özkeçeci canlandırıyor. Onu da kısa performansı için olduğu kadar bu oyunu sahnelerimize kazandırdığı için kutlamalıyız. Bitmedi, başta sözünü ettiğim Necati Kutlu, oyunun filminde hiç dikkat çekmeyen kısacık Wolf karakterinde bir yıldız gibi çakıp sönüyor, mutlaka görülmeli...

Anneler de orada

Kutlanacaklar listesi çok uzun. Bir kere Hilal Erdoğan diye bir ilginç insan var, bu gençlere güvenip yepyeni bir tiyatroya para yatırmış, ne desek az. Oyuncuların okuldan hocası olan Reha Özcan, eşcinsel barın sahibi Greta’yı oynamış ve filmden izlediğimiz bu kısacık sahneyle oyuna damgasını vuruyor. Nurkan Renda harika bir ‘Streets of Berlin’ şarkısı yapmış, Mick Jagger’ınkinden bile daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Ne yazık bütün isimleri sayamıyorum; dekorda Barış Dinçel’in, kostümde İlayda Sunan’ın, filmdeki kostümde Bahar Korçan’ın, ışıkta Cem Yılmazer’in imzası var.

Bir de anneler var... Çocuklarının kurduğu tiyatroya destek olmak için orada çalışan, kafe için pasta, börek pişiren, D22 koltukları ve çantaları yapıp satan anneler... En çok da bu etkiledi galiba beni. Ve bu kadar çok olumlu çabanın, iyi niyetin bir araya geldiği işin bu kadar iyi olması kaçınılmaz mı acaba? Hamursuz Fırını’na gidin ve kendiniz karar verin...