Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Kazanmak bir ömür, kaybetmek 20 dakika

Kazanmak bir ömür, kaybetmek 20 dakika

04 Ocak 2013 - 01:01 | Tuba Büyüküstün ve İlker Aksum, Star'da yayımlanan "20 Dakika" dizisinin yıldızları.
Uzun zamandır beklenen dizilerin seyirciyle buluşma haftası oldu bu. Ben bu yazıyı yazarken henüz 'İntikam' yayınlanmamıştı ama '20 Dakika', tanıtımların ve beklentilerin hakkını vererek başarılı bir başlangıç yaptı
Zaten senaryoda 'Ezel'in ikilisi Pınar Bulut'la Kerem Deren’in adını görünce, kendi adıma beklenti çıtamı epey yüksek tutmuştum. Zekice kurguyla, iyi anlatılan hikayeyle karşılaşacağımızdan emindim, öyle de oldu. İki çocuklu ‘rüya aile’nin, -tamam biraz Amerikan rüyası gibi olan ailenin-, tam da ev taksitlerinin bittiği gece, 20 dakikada alt üst olan hayatlarını ilk bölümde soluk soluğa izledik. Ve fazlasıyla kendi halinde, mazbut aile babası tarih öğretmeni Ali’nin hayatının tek anlamı olan karısı elinden alınınca, bildiği yöntemler de onu kurtarmasına yetmeyince, nasıl karanlık yollara sapacağını bölümün başında görmüş olduk. Belli ki sıkışınca hepimizin yaşayabileceği o dönüşüm, herkesin içinden çıkabilecek o tırnak içinde ‘kötü adam’, bu dizinin de ana meselesini oluşturuyor. Pastacı dükkanı sahibi bir anne, 'katil' diye tutuklanıp hapse atılırsa, hak hukuk, kanun nizam, hiçbir şey ona yardım etmiyorsa, o kadının bir hayli sünepe kocası da kendi adaletinin peşine düşebilir... İşte o noktada sınırları nereye kadar zorlayabilir? Bir kere ‘kötü yola’ saptın mı onun sonu nereye varır? Ayrıca en yakınımızdaki insanın masumiyetine yüzde 100 kefil olabilir miyiz? Bunun gibi düşüncelerle, sorularla karşılaştırıyor insanı dizi ve bu da ülkemizde bir televizyon dizisinden beklenenin üzerinde bir durum. Tabii bu noktada hikayenin çıkış noktası 'The Next Three Days' filmini de hatırlamakta fayda var. Orada da Russell Crowe’un oynadığı baba, karısının masumiyetini kanıtlayamayacağını anlayınca onu kaçırmanın yollarını aramaya başlıyordu. Bu arada bir eleştirim olacak; dizinin çıkış noktasının o film olduğu biliniyor, bu defalarca yazıldı çizildi. Tamam, tabii ki bir buçuk saatlik bir filmden 30 bölümlük dizi çıkarmak onu yeniden yazmak demektir, ama yine de jenerikte 'öykü ve senaryo: Pınar Bulut-Kerem Deren' ibaresi kullanılmasa daha şık olurmuş. Neticede o öyküde başka birilerinin payı var.

Diziyi reklam filmleriyle tanınan Serdar Işık çekiyor, buna görüntü yönetmeni Yon Thomas’ın becerisi eklenince ışığıyla, rengiyle, planlarıyla kendini gösteren kaliteli bir iş çıkmış ortaya. Sanıyorum sosyal medyadaki ‘fazla Amerikanvari’ eleştirilerinde bunun payı var. Gerçi aynı sosyal medya, dizinin ‘hukuk hatalarıyla’ saçını başını yolanlarla dolu ki, ne mutlu onlara, kimsenin hakim karşısına çıkmadan tutuklu yargılanmadığı, bir avukatın baskı altında kalıp davalardan çekilmediği bir ülkeden yazıyorlar.

Bir de tabii oyunculuklar... İlker Aksum ne kadar iyi bir seçim olmuş. Tabii o da kendisini sadece komedilerle tanıyan televizyon izleyicilerini şaşırtacak çok doğru bir seçim yapmış. Tuba Büyüküstün'le de iyi bir ikili olmuşlar. Önümüzdeki bölümlerde daha az ağlayacaklarını umuyorum, reyting almak için gözyaşına yüklenmeyeceklerini... Metin Çekmez, Cihat Tamer, Ayten Uncuoğlu, İpek Bilgin, Bülent Emin Yarar gibi ustalar var kadroda... Özetle bir diziyi izlenir kılmak için gerekli birçok unsur bir araya getirilmiş durumda. Eğer 'Ezel' gibi uzatmaları oynatmaya kalkışılmazsa '20 Dakika' için umutlu olabiliriz. Ama bu sezon eli yüzü düzgün kimi dizilerin akıbetini düşününce, “Allah çirkin şansı versin” diyesi geliyor insanın...