Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Melahat aslında Fortune idi...

Melahat aslında Fortune idi...

05 Mart 2013 - 09:03 | Yönetmen Özyurtlu kardeşlerin babaanneleri Melahat "Fortune" Özyurtlu, "Mektup"un baş karakteri.
Alper ve Caner Özyurtlu’nun çektiği ‘Mektup’ belgeseli, babaanneleri Melahat Özyurtlu’nun hikayesini anlatıyor. 80’ninden sonra aslında bir Yahudi olduğunu öğrenen ve bunun hiçbir önemi olmadığını bir kez daha anlayan Melahat Hanım’ın hikayesini

İçine doğduğunuz, hikayesini ezbere bildiğiniz ailenize bir gün yabancı memleketlerden bir mektup gelip bildiğiniz hikayeyi ters yüz ederse ne yaparsınız? Kimi sarsılıp bunu bir ‘sır gibi’ saklamayı seçebilir, kimi epey ileri yaşında anneannesinin Ermeni olduğunu öğrenen Fethiye Çetin gibi bir kitap yazar, birçok insanın hikayesine tercüman olur... Alper ve Caner Özyurtlu da kameraya davranmış, ortaya dünya tatlısı bir belgesel çıkmış. Adı ‘Mektup’. 2006’da ‘başlarına gelen’ olayı an be an çekmişler. Belki sadece aile arşivleri için. Ama babaanneleri Melahat Özyurtlu’nun hikayesi öyle anlatılası ki, belgesele dönüştürmüşler sonunda.

Alper ve Caner Özyurtlu kardeşler.
Acemilik filmleri

Ben filmi ‘Altyazı’ dergisiyle ‘Bant Mag.’ın garajistanbul’da düzenlediği ‘Uzunun Kısası’ gecesinde izledim. Üç kısa film izledik o akşam: ‘Tepenin Ardı’nın yönetmeni Emin Alper’in yıllar önce çektiği bir filmdi biri. Kendisinin de izledikten sonra itiraf ettiği gibi özellikle oyunculuktan yana epey acemiydi. İkincisi Belmin Söylemez’in Boğaz’da denize giren çocuklar üzerine yaptığı 2001 tarihli ‘Dalgalar’dı ki, üç film içinde en eski tarihlisi olduğu halde en yetkiniydi. Ama zaten önemli olan bugün kendilerini çoktan ispat etmiş bu yönetmenlerin, acemilik dönemlerinin işlerini seyirciyle paylaşmaktaki özgüvenleri ve cömertlikleriydi bence. Takip ettiğiniz yönetmenin geçtiği yolları görebiliyorsunuz, teknik ne kadar ilerlemiş, onu gözlemliyorsunuz, bir de üzerine onlarla sohbet ediyorsunuz. ‘Altyazı’ ve ‘Bant Mag.’ın yaptığı çok önemli, tabii buna sponsor olan Jameson Irish Whiskey’nin de. Bugünün ismi bilinen yönetmenlerinin çoğunun geçmişinde kısa film dönemleri var, keşke onları da izleme şansı bulsak.

Hayatlarında ne değişti?

‘Mektup’a dönersek, Özyurtlu Kardeşler’in halası, babaanneleri Melahat Özyurtlu’yu arayan birinden mektup alıyor önce. Amerika’dan geliyor mektup. Melahat Hanım reddediyor, “Ben değilim o” diye. Ardından İsrail’den haber geliyor bu kez. Ve öğreniyoruz ki, Melahat, aslında dünyaya Fortune olarak gelmiş. Kızkardeşi Ida evlenip İsrail’e giderken, Fortune burada kalmış ve din değiştirip Melahat olmuş. İki kardeş tam 65 yıldır birbirlerinden haber almamışlar. Biri 80, diğeri 85 yaşındaki iki kardeşin buluşması, ailenin bir masa etrafında oturup iki tarafın da bildiği türküleri hep bir ağızdan söylemesi, bizi çok ağlattı... Bir seyircinin “Bunu öğrenince ne değişti hayatınızda, meğer baba tarafınız Yahudiymiş?” sorusuna yönetmenlerin verdiği cevaptı işin aslı: “Bunun hiçbir önemi olmadığını bir kez daha anlamış olduk...”

Melahat Hanım, yaklaşık bir ay önce ayrılmış aramızdan, ona bu geç gelen mutluluğu yaşatan çocukları, torunları olduğu için yine de şanslıymış demekten başka bir şey gelmiyor elden. Bir de bir yolunu bulup ‘Mektup’u izlemenizi önermekten...

Emir Berke Zincidi, "Hititya:
Madalyonun Sırrı" filminde.
Yazık değil mi bu çocuklara?

‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’nin küçük Osman’ını herkes gibi ben de bayılarak izlemiştim. 2005 doğumlu Emir Berke Zincidi, kesinlikle özel bir çocuktu, dünya tatlısıydı, çok yetenekliydi. Ama insan endişelenmeden edemiyordu; bu çocuk bu kadar popülerlikle nasıl başa çıkacaktı? Nitekim, Osman büyüdü, Emir Berke ekranlardan uzak kaldı, derken ‘Hititya: Madalyonun Sırrı’ filmiyle sinemalara döndü bu kez. Ve geçen gün filmin galasında kameraların çektiği çocuk hakikaten endişeleri beşe katlayacak bir tablo çiziyordu. Röportaj yapıyorlar onunla, artık neler söylüyor, neler, “Ben oyuncuyum, uzun yıllardır bu işi yapıyorum tabii” diyor, “Hiç rakibim yok” diyor, efendim Kıvanç Tatlıtuğ’la kapışıyormuş, öyle diyor. Sonunda iyice abartıp Hülya Avşar’ın “Türk sinemasında jön yok” lafını hatırlatıyorlar ona ne hikmetse, o da “Ben geliyorum, bekle” diyor. Ekranın karşısında ağlayasım geldi. Tamam, dizilerde, filmlerde oynatıyorsunuz, bari röportaj yaptırmayın, yoksa bu çocuklar gerçek hayatla nasıl bağ kuracak bu yaşta?