Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Ödül mevsimi geldi mertlik bozuldu

Ödül mevsimi geldi mertlik bozuldu

23 Nisan 2013 - 10:04
Sezon sonuna yaklaşırken başlıyor birer birer ödül adayları açıklanmaya... Afife, Sadri Alışık, arkadan Yeni Tiyatro Dergisi... Ve aday olanı olmayanı, oyuncusu yönetmeni eleştirmeniyle, tiyatro camiası birbirine dolanıyor. Twitter’ı her açtığımda yeni bir tartışmayla burun buruna geliyorum
Baharın gelip tiyatroda ödül mevsiminin açılması benim için bir illüzyonun bozulması gibi oluyor. Sezonu yeni başlayacak oyunların heyecanıyla açıyorsunuz, “Bu yıl hangi yönetmen ne sahneleyecek? Hangi oyuncuyu nerede izleyeceğiz?” gibi meraklarınız oluyor. Ne mutlu ki arada çok beğendiğiniz işler izliyorsunuz, bir umutlanıyorsunuz Türkiye’de tiyatronun gidişine dair.

Sonra sezonun sonuna yaklaşırken başlıyor birer birer ödül adayları açıklanmaya. Afife, Sadri Alışık, arkadan Yeni Tiyatro Dergisi... Ve aday olanı olmayanı, oyuncusu yönetmeni eleştirmeniyle, tiyatro camiası birbirine dolanıyor. Twitter’ı her açtığımda yeni bir ipe sapa gelmez tartışmayla burun buruna geliyorum. Aday olmayan olanları beğenmiyor, bazen açıktan bazen gizli gizli laf dokundurma şeklinde dile geliyor. Aday olan, kategorisini beğenmiyor, onu beğense birlikte değerlendirildiği isimlerden hoşnut değil. Eleştirmenler hepsine karşı ve mümkün olsa hepsi bir araya gelip jüri üyelerini toptan yakacaklar.

Bu sosyal medyanın en korkunç yanı, yüz yüze geldiğinde söyleyemeyeceğin her şeyi isim filan da vererek orada ortaya dökebilmen. Ben mesela çok merak ediyorum; jüri üyeleri hakkında tek tek atıp tutabilen bir oyuncu, onlarla yüz yüze geldiğinde ne yapıyor? Ve ayrıca bu ne hırçınlık, ne önüne gelene çarpan, saçma bir öfke? “Dışarıdan hiçbir sorunla, engelle, yasakla, maddi manevi kısıtlamayla karşılaşmıyor musunuz öfkenizi yöneltecek de birbirinizi yiyorsunuz?” diye sormak istiyor insan. Çünkü sonuçta kabul edelim, oyuncusuyla, yönetmeniyle, eleştirmeniyle, jüri üyesiyle, seyircisiyle, benim gibi tiyatro da yazan gazetecisiyle, hepimiz aynı gemideyiz. Birbirimizi batırarak su yüzünde kalamayız.

Yeşim Özsoy Gülan’ın cumartesi attığı “Bitmeyen rekabetçi tiyatro ortamlarından bazen gerçekten baygınlık geliyor. Sanırım ben bu alanı daha ulvi bir şey zannederek yanlış yapmışım” tweet’iyle fark ettim ben de gördüklerimin tadımı ne kadar kaçırdığını. Ben de öyle sanmışım belli ki. Bakıyorum, koca koca adamlar, sahnede izleyip alkışladığım insanlar çocuk gibi çekişip duruyor. Ama ödül mekanizmasını toptan reddetmek gelmiyor akıllarına. Öyle ya, madem bu kadar beğenmiyorsun, “Beni kimse değerlendiremez, adaylık da kabul etmiyorum, ödül de” de, rahatla. Enerjiyi yöneltecek çok daha anlamlı yerler var...

Asu Maro ve Şevval Sam: "Sanat o kadar bireysel ki, onu senden başka kimse anlamayabilir." Fotoğraf: Ercan Arslan


“Sanat parmak izi gibi bir şey”

Şevval Sam’la yaptığım, pazar günü yayımlanan röportaj, onunla konuştuğum diğer zamanlarda olduğu gibi bana çok iyi geldi. Evet, bir 40 yaş kadınının kendini hiçbir yaşında olmadığı kadar güzel, sağlıklı, emin hissettiğini duymak güzeldi, elbette. Ama daha çok yaptığı işle ilişkisi etkiledi beni bir kez daha. Alaturkadan, Karadeniz’den, türkülerden, arabeskten geçen yolu bu kez tango durağına uğramıştı. Caz zaten bir süredir flört ettiği bir tarzdı ve 30 Nisan Dünya Caz Günü’nde üç parça söyleyecekti. Ve kimsenin ne diyeceği umurunda değildi. Küstahça bir umursamazlıktan söz etmiyorum ama. Neyi neden yaptığını bilen, saygılı bir kendinin farkında olma halinden söz ediyorum. “Birileri ‘Vay nasıl söyler, cazcı mı ki? Biz bu kadar sene emek verdik’ diyebilir” dedi: “Ama ben kimseye kendimi ispat etmek niyetinde değilim, orada bir akış olacak, bir kutlama olacak, ben de onun içerisinde yer almaktan keyif alacağım. Sadece bir saygı duruşu, bir selam vermek gibi olacak benim için. Hepsi için geçerli bu, tangoyu da en iyi ben yaparım, Türk müziğini en iyi ben söylerim, Karadeniz’de üzerime yoktur, arabesk işte budur gibi bir iddiam yok ki. Beğenmeyen dinlemesin, kendi tercihi. Bu yüzden eleştiriler de çok umurumda değil açıkçası. Sonra yarışmalar, jürilikler, en son Altın Portakal’da jüri üyesi olduktan sonra benim için jürilik müessesesi de bitmiştir. Sanat parmak izi gibi bir şey, o kadar bireysel ki. Onu senden başka kimse anlamayabilir de.”
Bütün yukarıda anlatmak istediklerim aslında bundan ibaret işte.