Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Sorarlarsa ne diyeceğim?

Sorarlarsa ne diyeceğim?

29 Ocak 2013 - 10:01
Milliyet Pazar’da yayımlanan Engin Günaydın röportajı, hâlâ kafamı kurcalıyor. Bazı kaygıların ne kadar gerekli olduğunu düşünüyorumEngin Günaydın, şunca yıllık gazetecilik hayatımda röportaj yaptığım en açık insanlardan biri. ‘Röportaj yapıyorum, bir dolu insan bu dediklerimi okuyacak, iyi görünmeliyim, faça vermemeliyim’ gibi dertleri yok. Hiç mecbur değil, uyumak için içkiye ihtiyaç duyduğunu, kafasının içinin bir sürü kötücül tipin onu mutsuz etmek için konuşup durduğu bir kahveye benzediğini söylemeye; ama çekinmiyor. Her şeyden önemlisi de, ‘Ünlüyüm ben, millet bana bayılıyor, istediğimi yapar, istediğim gibi ahkâm keserim’ gibi bir durumu hiç olmadığı gibi, attığı her adımda “Biri bana sorarsa sen ne biliyorsun ki diye, ne diyeceğim?’ kaygısı yaşıyor. Hatta basbayağı birinin gelip kendisini köşeye sıkıştırmasını, ona hesap sorup dersini vermesini bekliyor.

İlk bakışta tuhaf ve yorucu, hatta engelleyici görünüyor ama, bu mesele epey kurcaladı kafamı. Aslında bu kaygının ne kadar gerekli olduğunu düşündüm... İyi bir şey yapmak için... Film çekerken, oyun yönetirken, albüm çıkarırken, tabii en çok da kendi mesleğime baktım; yazı yazarken insan kendine sorsa... Biri gelip benim karşıma dikilirse, “Birader, sen öyle konuşup duruyorsun da, ne biliyorsun bakalım bu konuda?” derse ne diyeceğim, diye... Böyle bir sistem olsa, acaba kaçımız o dersi geçebiliriz?
Bunun olmaması, bilip bilmediğimiz her konuda istediğimiz gibi at koşturmamızı haklı gösterir mi, bilmiyorum. Ortalık dayanaksız cesaret gösterilerinden geçilmiyor, kendini sorgulayıp adımlarını temkinli atmak da aksine, bilenlere kalıyor gibi geliyor. Sanki biraz endişe hepimize lazım...

Engin Günaydın ve Asu Maro.


“Türk tiyatrosunda devrim olacak”

Engin Günaydın’ın tiyatroya dair söylediği ama pazar sayfasına sığdıramadığımız şeyler vardı. Beni çok ilgilendirdi, paylaşmak istedim...

Siz konservatuarda karşınıza çıkan Shakespeare’lerdeki, Çehov’lardaki karakterleri pek kendinize yakın bulmadığınızı söylemişsiniz. Hâlâ aynı fikirde misiniz, yoksa bir klasikte oynamak ister miydiniz?

O zamanki düşüncelerim devam ediyor. Ben buradaki karakterlerin derinliğiyle ilgilenmek istiyorum, diğerlerini bir İngiliz aktör çok layıkıyla yapıyor zaten. Bize özgü tarafları da var tabii, çok önemli eserler olduğu için ama sonuçta bir İngiliz tiyatrosudur. Ben Türk tiyatrosunda Türk karakterlerin realize edilmesi konusunda hareket etmek istiyorum.

Türk tiyatro edebiyatında var mı bu anlamda beğendiğiniz oyunlar?

Türk tiyatrosu büyük bir değişim yaşıyor. Şu anda laboratuvar çalışmasında. Dot’tu, Krek’ti, küçük tiyatrolar aslında Türk tiyatrosunun dilini arıyor. Bu dil ortaya çıktığında, büyük bir devrim olacağını düşünüyorum. Bu televizyonlar sıkışmaya girdikçe, sinema sıkışmaya girdikçe, tiyatroda bir kaynama olacağını düşünüyorum. Aslında Türk tiyatrosu başlangıcını henüz yapmadı. Yapmak üzere, az kaldı.

Mabel Matiz, ikinci albümü "Yaşım Çocuk" ile raflarda yerini aldı.


Hemen Mabel Matiz dinleyin

İlk albümünde “Ne kadar özgün bir ses, ne derin sözler” diye ilgiyle dinlemiştim. İkinci albümüneyse basbayağı bayıldım. Adı ‘Yaşım Çocuk’. Kendisi daha büyümekte; 27 yaşında... İlk albümün karamsarlığı az biraz dağılmış gibi. Hani günlük güneşlik bir durum yok da, albümdeki beni en çok neşelendiren şarkılardan ‘Alaimisema’ gibi bir yağmur üstü güneşten doğma gökkuşağı durumu var. Şarkıların neredeyse tamamının söz ve müziği Mabel Matiz’e ait. Mete Özgencil’in sözlerini yazdığı bir şarkı var, bir de yine benim favorilerimden ‘Tamburu Yokuştan’da Can Güngör parmağı. Zaten davulda harikalar yaratan Güngör’le perdesiz gitarı konuşturan Cihan Mürtezaoğlu, düzenlemeleri üstlenerek Mabel Matiz ruhunu şahane şekilde bütünlemişler. Yıldız Tilbe cover’ı ‘Aşk Yok Olmaktır’ da müthiş olmuş. ‘Yaşım Çocuk’ hiçbir kategoriye oturtulamayacak sound’uyla uzun zamandır dinlediğim en özgün işlerden biri. Tekrar tekrar dinlenmesi kaçınılmaz...