Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Elif Tanrıyar | Hatırla, ey hafıza!
16 Şubat 2018 - 03:02
Geçtiğimiz hafta, SPOT.TER’ın ilkbahar programı kapsamındaki ilk özel etkinlik olarak Pilevneli Gallery’deki, Refik Anadol’un “Eriyen Hatıralar” adlı sergisini birlikte gezip, sanatçıdan pratiğini dinledik.

Marcel Proust, dünya edebiyat tarihini kökünden etkileyen yedi ciltlik başyapıtı “Kayıp Zamanın İzinde”yi (YKY), aslında hafızasında çıktığı uzun bir yolculuk üzerine kurgulamıştı. Ağzına attığı küçük bir çikolata parçasının belleğinde yarattığı çocukluk anılarına dair çağrışımların oluşturduğu o ilk noktadan, ciltler dolusu bir anılar akışına kadar uzanan bu yolculuk için tek ihtiyaç duyduğu ise hafızasının içinde, en gizli saklı köşelerinde dolaşmaktı. SPOT.TER ile birlikte ziyaret ettiğimiz Refik Anadol’un“Eriyen Hatıralar” adlı sergisini gezerken, benzer bir çağrışımla benim aklıma da sürekli Proust geliyor. (Bir de bu yazının da başlığına atfen Nabokov’un “Konuş Hafıza’sı… (İletişim Yayınları))

 

 

Tarih 9 Şubat, mekan ise Pilevneli Gallery… SPOT.TER’ın 2018 ilkbahar programı kapsamında düzenlenen bu ilk özel etkinlikte Refik Anadol’u dinliyoruz. Bu son derece ilginç sergi, insanoğlunun anılar ve bellekle ilişkisini son teknoloji yardımıyla ve beynin olanaklarının sınırsızlığına yoğunlaşarak ele alıyor. Sanatçı, 20. Yüzyılın başından itibaren sanat ve edebiyat dünyasını meşgul eden “hatıralar nedir ve bize ne anlatırlar?” (kulakların çınlasın Proust!) sorusunun, geçmişle bağlantı kurmanın nispeten kolaylaştığı bu yüzyılda “hatıralar ile ne yapılabilir?” sorusuna dönüştüğüne inanıyor.

 

Peki,Anadol bu sorunun peşine hangi yöntemle düşmüş? İşte konunun en vurucu ve hoş yanı da burada zaten… Sanatçı, insanoğlunun anılar ve bellekle ilişkisini teknolojinin yardımıyla ele alarak, beynin en derin ve girilemez bölgelerinde meydana gelen titreşimlere odaklanarak oluşturulan algoritmaları malzeme olarak kullanıyor. Bu titreşimler ise beynimizdeki nöronların bir anıyı hatırlama çabası içinde geçirdiği milisaniye gibi bir zamanda oluşan dalgacıklardan meydana geliyor. Bu veri görsellerinin kurgulanmasıyla ortaya çıkan ise nefes kesici güzellikte, rüyamsı video işler ile üç boyutlu veri heykelleri… Yani sanatçı bir diğer deyişle sanat ile teknolojiyi, edebiyat, bilim-kurgu ve tıbbı birleştirip yorumluyor. İşlerinin temelinde her türlü veriyi görsel materyale dönüştürmek yatan Anadol, bireyin en mahrem verisi olan anıları ve onları hatırlama sürecini, beynin maddeselliğini de gözler önüne seren bir süzgeçten geçiriyor. İleri teknolojiyi ustalıkla manipüle ederek sanatın ve bilimin kesiştiği noktada durmanın sanatçıya tanıdığı olanaklara dikkat çekiyor ve makine zekasının ferdiyet ve mahremiyetle savaş halinde olmadığı bir sanat alanının ihtimalini sorguluyor.

 

 

Antik Mısır’dan Orta Çağ’a kadar birçok düşünür, René Descartes’ın algı konusundaki tezleri, nörolojik hastalıklarla ilgili tıbbi çalışmalar ve geçtiğimiz yıl vizyona giren “BladeRunner 2049/ Bıçak Sırtı 2049” filmi Refik Anadol’un üretim sürecine giden yoldaki ilham kaynakları arasında… Anadol, bu sergide yer alan işlerini, yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığım şekilde, bir anıyı hatırladığımız esnada beynimizde oluşan hareketlerin Kaliforniya Üniversitesi nöroloji laboratuvarlarında kullanılan üstün araştırma odaklı bir beyin dalgası sensörü aracılığıyla algoritmalara dönüştürülmesi fikrinden yola çıkarak üretmiş. Hatıraların içeriğine değil de hatırlama eyleminin beynin karanlık odalarında yol açtığı titreşimlere odaklanarak oluşturulan bu algoritmalar, aynı zamanda çağdaş sanatta temsil konusunu yeni bir boyuta taşıyan görsellerin de yapı taşları…

 

 

1985 doğumlu Refik Anadol, yeni medya sanatçısı, yönetmen ve tasarımcı. Çalışmalarını halen yüksek lisans eğitimi de almış olduğu Los Angeles (UCLA) Design Media Arts’da sürdürüyor. Sergideki işlerde kullanılan tüm veriler de üniversitenin kamusal anlamda ve akademik anlamda araştırma yapılabilen, fakat tamamen anonim yani kimin tarafından toplandığı ya da kime ait olduğu belli olmayan veri havuzlarından bulunmuş. Dolayısıyla karşımızda kimlere ait olduğu belli olmayan hatıraların görsel karşılıklarını izliyoruz. Bu her ne kadar teknolojik kökenli bir sanat olsa da, ortaya çıkanda tanrısal bir güzellik var adeta. Bu belki sanatın belki de insanoğlunun tanrısal yanından kaynaklanıyordur bilinmez ancak yarattığı duygu, kuantum fizikçilerinin atomun altyapısında keşfettikleri mucizevi durumlarda ilahi bir şeyle karşılaşma hissine kapılmaları misali, teknolojinin beynimizin bilinmeyen kısmında yakaladığı tuhaf güzellik de bende benzer bir etkiye yol açıyor. Duruyor ve huşuyla izliyorum.

 

Eriyen Hatıralar”, 10 Mart’a dek PilevneliGallery’de izlenebilir. SPOT.TER ile birlikte gerçekleştirdiğimiz, 2018 İlkbahar programı kapsamındaki ziyaretlerimizin notları ise sürecek.