Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Eser Rüzgar | Her anı dolu bir festival: Edinburgh Fringe Festival

Her anı dolu bir festival: Edinburgh Fringe Festival

29 Ağustos 2014 - 04:08
Ne kadar oyun seçerseniz seçin bu kadar çok performans varken festivalin düşündürdüğü genel yargı “yeterince izleyemedim” oluyor. Mesela, 2013 yılında 45 bin 464 performans yer almış festivalde
Bir şehir düşünün, her yıl ağustos ayında tüm şehrin atmosferini tamamen sanatın kapladığı bir şehir. En aklınıza gelmedik mekânın bile performans sahnesine dönüştürüldüğü bir şehir.  Okulların, üniversitelerin, kütüphanelerin, laboratuvarların, en has scotch barların, restoranların, bahçelerin bile sahne hâline getirildiği bir şehir. Bununla da kalmayıp kiliselerin, camiilerin - evet yanlış okumadınız camiilerin - bile sanatın emrine amâde olduğu bir şehir, bu şehir Edinburgh.
 
İlk kez 1947 yılında 2. Dünya Savaşı’nın ardından birkaç küçük toplulukla temelleri atılan festival 1958’de Fringe Festival adını alıyor ve o tarihten itibaren her yıl yüzlerce venuede, binlerce gösteri sanatseverlerle buluşuyor. Kabareler, çocuklar için gösteriler, komediler, danslar, fiziksel performanslar, sirk gösterileri, atölyeler, söyleşiler, sergiler, konserler, müzikaller, operalar ve tabii ki tiyatrolar. Festival dünyanın her yerinden gelecek topluluklara açık, üstelik oyunların daha önce sahnelenmemiş olma şartı da yok.
 
Bu yıl 1-25 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşen, uzun yıllardır gitmek istediğim festivalin 15 gününü takip edebildim. Bu kadar fazla gösterinin olduğu festivalde yeterince oyun görebilecek miyim ve doğru oyunlar seçebilecek miyim endişesini yaşamamak mümkün değil.
 
Bu bağlamda bir program yapmaya başladım. Afişlerinden, aldığı yıldızlardan etkilendiğim, tavsiye aldığım, eleştirilerini okuduğum, videolarını izlediğim, daha önce yaptığı işleri bildiğim toplulukların oyunlarını seçtim. Ne kadar oyun seçerseniz seçin bu kadar çok performans varken festivalin düşündürdüğü genel yargı “yeterince izleyemedim” oluyor. Mesela, 2013 yılında 45 bin 464 performans yer almış festivalde. En ince kağıda basılan ve her küçük alanı değerlendirilen Fringe katalogunun sayfaları arasında kendinizi kaybediyorsunuz.
 
 
Festival bilet fiyatları 6 pounddan başlıyor 30 pounda kadar, pek de ucuz sayılmaz yani. Bunun yanı sıra şehrin her köşe başında, her tavan arasında free festivalden bir oyuna denk gelebilirsiniz. Bunların içinden bazen hiç tahmin edemediğiniz nitelikte oyunlar görme şansınız da var. 
İlk gün ben de böyle bir gösteriyle festivale, dolayısıyla 10 derecelerde olan Edinburgh’un soğuk havasına ısındım. Carly Smallman, “Made in Penge” isimli gösterisinde bir çatı katına davet etti izleyicisini. Yıllarca kendisiyle dalga geçilen şişman bir kızın özgüvenini ve hayatla dalga geçişini zekice tespitler ve eğlenceli şarkı sözleriyle paylaştı.
 
Şehir afişlerle dolu, beni kendine çeken iki afişe şans vermeye karar verdim. Biri İrlanda kökenli “Camille O'Sullivan”ın gösterisiydi. Sanatçı, Fringe'de on yıldır yer alıyor. Alternative Rock ve Baroque Pop söyleyen sanatçı aynı zamanda piyano çalıyor. Camille, müziği ruhunun derinliklerinde hisseden damarlarında kan yerine notaların dolaştığı bir kadın, onunla tanışmak müthişti.
 
 
Diğer dikkat çeken bir afiş de “Bianco”ydu. Nofit State Circus yapımı olan "Bianco" dinamik kelimesinin az kalacağı bir gösteri. Şehrin boş bir alanına kurulan çadırda gerçekleşiyor.  Kusursuz akrobatik hareketler sanatsal bir estetikle birleşiyor, sizi o çadırdan ağzınız açık bir şekilde çıkarıyor. Muhteşem anlara tanık olunan bu gösteri tek kelimeyle büyüleyiciydi.
 
 
Romanını çok sevdiğim Goerge Orwell'dan “Animal Farm”ı programda görünce iştahım kabardı desem yeridir. Tiflis'ten gelen Gürcü topluluk oyunu kendi diliyle sahneledi.  Romana fazlasıyla sadık kalınan yapımda Napoleon, Boxer, Molly tüm karakterler başarıyla çizilmişti. Sahne üzeinde ara ara kakafonik bir yapı oluşsa da “bütün hayvanların eşit bazı hayvanların daha eşit olduğu” ironik iletiyi seyircisine geçirebilmesi bakımından başarılıydı.
 
Edinburgh’a gidip de Edinburgh sokaklarında çekilen “Trainspotting”i tiyatro sahnesinde görmemek olmazdı. Zaten çarpıcı olan metin In Your Face çizgisiyle adeta sizi içine alıyor. Sınırların ortadan kalktığı bir gösteri “Hah işte demek gerçek in your face bu” dedirtiyor. Hem de gerçekten suratınıza suratınıza. Festivalin en iddialı yapımlarından biriydi iyi ki gördüm.
 
Bir diğer oyun Türkiye’de ‘Shopping and Fucking” oyunuyla bilinen Mark Ravenhill’in metni “Product” tı. En zeki ve keyifli bulduğum metindi diyebilirim rahatlıkla. Daha önce 2005’teki Fringe’de yazarın bizzat kendisinin oynadığı bu metni bu kez tek kadın oyuncu Olivia Poulet canlandırıyor. Oyun, İngiliz Amy ile Müslüman Muhammed’in bir uçakta tartışmayla başlayan daha sonra aşka dönüşen ilişkilerini güçlü bir mizahla eleştiriyor. Çok keyifli olan bu metni Türkiye’de bir kadın oyuncudan izlemek neden olmasın diye düşünmedim değil.
 
 
Çok fazla beklentiyle girmediğim ama festivalin en sevdiğim oyunlarından biri Chicago'da yaşayan Leopold ve Loeb isimli  iki gay gangsterin suç ve aşk üzerine örülü oyunu olan “Thrill Me” oldu. Stephen Dolginoff'un kitabından uyarlanan bu iki kişilik oyun piyanonun notalarıyla sade bir müzikaldi. Hikâye kurgusu merak uyandırıcı, oyunculuklar ve oyuncuların sesleri etkileyiciydi. İki erkek oyunculu oyun arayanlar için biçilmiş kaftan, bu oyunu Türkiye’de bir  rejiyle izlemek ilginç olabilir.
 
 
“Blood Orange”, beş başarılı genç oyuncunun antifaşizmi anlattıkları dinamik bir oyun. Zander'in bireysel hikâyesinden yola çıkarak izleyiciyi faşizim karşısında taraf olmaya çağırıyor.  Fiziksel tiyatronun olanakları kullanılarak sahnelenen oyun inanç, ırk, din kavramlarına aşkı da ekliyor. Avrupa’yı da etkisi altına alan sağ görüşün, modern  İskoçya’da  yükselişini ele alması bakımından önemli bir oyun.
 
 
Eleştirmenler festival devam ederken ilk haftanın en iyi oyunlarını seçiyorlar. Bu seçkiye giren oyunlardan biri de “The Collector” isimli oyundu. Neden listeye girdiğini anlamak üzere oyuna gittim. Dekorsuz sade bir sahnede, üç kişinin sahici oyunculuklarla sahnelediği oyunun gücü metniydi. Amerika’nın Irak’ı işgali üzerine politik bir eleştiri, aynı zamanda duygusal yönü güçlü bir metin. Irak işgali üzerinden yıllar geçse de dünyadaki ülke işgalleri ve insan hakları ihlalleri devam ediyor. Oyunda bunu tüm çıplaklığıyla görmek mümkündü.
 
Geçen yıl DOT’un Fight Night oyununun orijinal halini tasarlayan, yazan Belçikalı yönetmen Alexander Devrient bu kez festivale “Sirens” isimli oyunla katıldı. Tam bir feminist söylem olan oyun metninde ezber bozan bir ileti olmasa da rejideki orijinal buluşlar siren sesi şeklinde başlayan oyunu başka bir yere taşıyor, siren sözcüğü “büyüleyici kadın”a dönüşüyor. Altı kadın oyuncu erkek egemen dünyada kadın olmanın zorluklarını çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Avrupa’nın en uygar ülkelerinden Belçika’da bile kadın olmanın güçlüğü üzerine böyle bir oyun çıkıyorsa Türkiye’de nasıldır varın siz düşünün.
 
 
Festivalde biletleri günler öncesinden tükenen bir yapım daha vardı ki o da Türkiye'den DOT’un, Traverse Tiyatro ile ortak projesi olan “Theatre Uncut 2014”. Bu yıl İstanbul'daki uluslararası tiyatro festivalinde Türkçe okumalarının yapıldığı kısa oyunlara Edinburgh izleyicisinin ve eleştirmenlerin ilgisi büyüktü. 18 Eylülde Birleşik Krallıktan ayrılıp bağımsız olmak isteyen İskoçya halkı Gezi olaylarını anlatan bu oyunları büyük bir dikkatle izledi. Oyun sonrası yapılan söyleşide de Türkiye'de Gezi olayları sırasında yaşananları yazar ve yönetmenlere yine aynı ilgiyle sordular.
 
 
Bunların dışında Made in Ilva projesi olan “Contemporary Hermit”te dans, fiziksel tiyatro ve sirk efektleri kullanıldı. Oyun, dramatik yapısından çok, etkileyici bir performans olarak hafızalara yerleşti.
 
Hiç mi kötü oyun yoktu derseniz “A Journey Round My Skull” bir laboratuarda geçen bilimsel temasıyla izleyiciyi beklentiye sokan ama tamamen hayal kırıklığıyla çıkaran bir oyundu. Ayrıca bir başka Mark Ravenhill metni olan “Show 6” da rejisinin kurbanı olarak harcanmış bir oyundu. 
Bu arada gördük ki Fringe Festival’de oyunlar eleştirmenler tarafından yıldız üzerinden değerlendiriliyor, yıldızı hak edenler buyursunlar o zaman:
 
Thrill Me *****
Bianco *****
Trainspotting *****
Camille O’Sullivan *****
Product  ****
Blood Orange  ****
The Collector ****
Sirens ****
Theatre Uncut  ****
Animal Farm ***
Contemporary Hermit ***
 
Yazarın trajik notu: Camiilerin ibadet saatleri dışında performans sahnesi yapıldığı şehirler varken İstanbul’da AKM Haziran 2008’den beri kapalı, yani koskoca 6 yıl 3 ay!