Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | 'Artık yeter' demeden önce
19 Nisan 2016 - 10:04
Görkem Yeltan’ın ilk yönetmenlik denemesi “Yemekteydik ve Karar Verdim”, patlamaya hazır bir bombanın piminin çekildiği bir aileyi anlatıyor
Aile, zaman zaman patlamaya hazır bombaları andıran bir yapıdır. Genişledikçe, çocuklar kendi ailelerini kurdukça, masaya damatlar, gelinler eklendikçe, hikâyeler biriktikçe ağırlaşır bu yapı. Bir yandan da o bomba patlamasın diye elinden geleni yapar bireyler. Özellikle de anneler. Uzun yıllar basit iğnelemeler, laf sokmalar, imalı bakışlar, küçük tartışmalar altında geçiştirilir ama öyle bir gün gelir ki... Etraf toz duman!
 
Görkem Yeltan’ın ilk yönetmenlik denemesi olan, İstanbul Film Festivali’nde gösterilen ve bu hafta vizyona giren “Yemekteydik ve Karar Verdim” bu tür bir aile filmi. Gürsoy ailesinin hikâyesinin anlatıldığı filmde, baba Rıza Gürsoy, elinde bombanın pimi, esip gürlüyor. Herkesin hayatını onun kuralları belirliyor. Oğlunu sevmediği aile işini yapmaya mahkum etmiş, kızlarına kızgın, kız kardeşiyle sürtüşmeli, torunlarıyla mesafeli, denge kurmaya çalışan, aileyi bir arada tutan karısının ise burnundan getiriyor.
 
Rıza Gürsoy, aileyi Kurban Bayramı’nda Gebze’deki yazlığında topluyor. Birer ikişer eve geliyorlar. Kız kardeşi, izni olmadan evini satmaya karar verdiği için aralarında müthiş bir gerilim var. Çünkü her şeyin Rıza Bey’e sorulması, o ne derse onun olması gerekiyor. Birer çocukları olan ailenin kızları da aynı günlerde bayram için aralarına katılıyor. Onların cephede de orta şiddette bir gerilim var, kız kardeşlik müessesesinin şanından olan.
 
Aile oturma odasında toplanıp mazideki güzel anılar deşiliyor. Anlatıp, eğleniyor, gülüyorlar. Ertesi gün beyaz uzun bir sofranın etrafına diziliyorlar. Ardından birbirinden güzel yemekler geliyor sofraya. Sarmalar, nar ekşili salatalar. Anne koşturup duruyor. Izgaralar yapılıyor bir yandan, köfteler dizi dizi... Rakı kadehleri sağlığa kalkıyor. Bir cep telefonundan yayılan müzik eşliğinde dans ediyorlar. Rıza Bey, yanı başına toplamış tüm ailesini -ya da kendi eksenine- keyfi yerinde.
 
Bir süre sonra, anne masadan kalkıp, site bahçesinde oynayan torunlarını almaya gidiyor. Ama nasıl olmuşsa olmuş içlerinden biri, Alin, kaybolmuş. Bütün aile, onu bulmak üzere seferber oluyorlar. Güvenlikli sitenin altı üstüne getiriliyor. Çocuğun kaçırıldığını düşünüyorlar. Bayram filan hak getire artık. Huzurlar kaçıyor, korku dağları bekliyor. Ya başına bir şey geldiyse endişesiyle herkes yay gibi geriliyor.
 
Derken Alin bulunuyor. Herkes derin bir nefes alıyor ama çok geç artık. Rıza Bey, pimi çekmiş bile. Önce Alin’in annesi olan kızına çıkışıyor, sen ne biçim annesin çocuğuna sahip çıkamıyorsun diye. Sonra diğer kızına. Kızlar babaya isyan edecek oluyor ama ikisini de püskürtüyor Rıza Bey. Hemen ardından da oğlunu. Sofra iyiden iyiye karışıyor. Ve sonunda içlerinden biri, elini masaya vurup, Rıza Bey’in bombasından saçılan parçaları, deyim yerindeyse kafasına fırlatıyor: “Artık yeter!”
 
İşte o yeter çığlığı kopmadan, vakitlice konuşmanın, birbirimizi anlamaya çalışmanın, biriktirmemenin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha gözler önüne seriyor film. O bombaların aile bireylerinin söylenmemiş sözleriyle hazırlandığını... Üst üste konulmuş öfkelerle... Bir çözüm sunmuyor ama yaşattığı katarsis deneyimlemeye değer.