Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Biz en son ne zaman güldük?
27 Eylül 2016 - 04:09
İlk filmi “Çoğunluk”un başarısı yüzünden beklentileri artıran Seren Yüce, ikinci uzun metrajlı filmi 'Rüzgarda Salınan Nilüfer'de bekleneni fazlasıyla veriyor
Kendisiyle hiç ilişki kurmamış insanlar vardır. Bir kez olsun içine dokunmamış. Biraz durup bakmamış. Aynadaki suretini görmekten ödü kopmuş. Nerden gelmiş, nereye gidermiş, hiç bilmemiş... Çektiği yaşam kredisinden doğan doğal ölüm borcunu düşünmemiş. Hayatları ‘doğmuş, büyümüş, ölmüş’ diye özetlenebilecek bu insanların sinemadaki en çarpıcı örneklerinden birine bu hafta gösterime giren Seren Yüce’nin filmi “Rüzgarda Salınan Nilüfer”de rastladım. Üst orta sınıf mensubu bir kadını eksenine alan filmin ana karakteri Handan (Songül Öden) bir leasing şirketi olan kocası Korhan (Tolga Tekin) ve kızları Aleyna (Duru Lal Pekel) ile birlikte yaşıyor. Görünürde pırıltılar saçan bir evlilikleri var. Bağdat Caddesi’nde şahane bir ev, son model araba, anlayışlı bir koca, hayatı mükemmelliğe programlayan bir kadın ve elbette proje bir çocuk, henüz 10 yaşında, restoranda keçi peyniri salatası siparişi veren... Ama işte canı sıkılıyor Handan’ın. Ne yapsın? Bir kafe mi açmalı, gardırobu mu yenilemeli yoksa ailecek görüştükleri arkadaşı Şermin (Tülay Günal) gibi roman mı yazmalı? Derken alışveriş yaptığı bir gün güzel bir laptop görüyor vitrinde. Kocasına kızdığı bir başka gün de kredi kartıyla alıveriyor. Eh artık laptopu da olduğuna göre, kitap yazması en uygunu. Söyle kızım Aleyna, şifresi ne olsun? Nilüfer. Ertesi güne hiçbir hazırlığı olmayan romanın ilk cümlesi de geliveriyor: “Ilık bir rüzgârda salınan nilüferden aldığı balı taşıyan bal arısı...” Tek mesele nerede salınsın (!) bu nilüfer? Van’da mı, Diyarbakır’da mı? Bir türlü karar veremiyor.
 
Şermin’den biraz yardım isteyecek oluyor Handan. Şermin “Sen nasıl bakarsan, öyle göründüğünü anlaman lazım” gibi aforizma tadında cümleler kuruyor. Daha da kafası karışıyor Handan’ın. Altı üstü bir roman yazacak (!) “O zaman birlikte bir kitap kafe açalım?” Şermin temkinli: “Ben işletmecilikten anlamam ki?” Ama Handan her şeyden anlar. Kendi dışında her şeyden. Şermin oralı olmuyor. Bu yüzden biraz da soğukluk giriyor aralarına. Yine de Şermin çok önemli Handan için. Kendi hayatının anlamsızlığını onun hayatındaki anlamlarla yamamaya çalıştığı için.
 
Bütün bunlar olurken Handan’ın kocası Korhan yeni heyecanlar peşinde. İnternetteki date sitelerinden tanıştığı kadınlarla görüşmeler, mesajlaşmalar, evlerine gidip, kadını beğenmeyince apar topar kalkmalar. İşi o kadar ilerletiyor ki çift olarak çıktıkları bir yemekte Şermin’e bile asılıyor. Reddediliyor ama ne gam. Sıradaki kadına bakıyor. Hep aç. Hiç doymuyor. Aslında bir kadını doğru düzgün sevmeyi de bilmiyor. Bu arada Handan’a ilgide kusur etmiyor, biraz suçluluk duygusundan biraz dikkat çekmeme kaygısından.
 
Zaman akıp gidiyor. Bir ara Handan Korhan’a soruveriyor “Biz en son ne zaman güldük?” diye. Hah diyoruz, doğru soru bu! Fakat kocası da kendinden bihaber olduğu için bu soru nilüferlerden daha fazla salınıyor aralarında. Zaten az sonra da uykuya dalıyorlar. Çok mutsuzlar, çok. Ama bu tür insanların çoğu gibi, mutluluğu da tarifleyemediklerinden, oluru bu diye düşünüp devam ediyorlar o akıp giden zamanın içinde düşüp kalkmaya. Bir hamamın iki çıplağı onlar... Canları yanıyor, farkında değiller. Benzer yalanlar tarafından korunduklarından birbirlerini de göremiyorlar.
 
Velhasıl, ilk filmi “Çoğunluk”un başarısı yüzünden beklentileri artıran Seren Yüce, ikinci uzun metrajlı filminde bekleneni fazlasıyla veriyor. İnce ince dalgasını geçerek, hüzünlendirip, gülümseterek... İyi bir film yapmış olmanın tadını çıkararak. Filmi seyrettikten sonra insanın aklı, o kendisiyle ilişkisi olmayan insanlarda kalıyor, ah keşke’ler art arda sıralanıyor ama... Hayat işte.