Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Her neyse…
18 Haziran 2018 - 10:06
R’leri söyleye-meyen Özdemir Asaf için Can Yücel, şairin ölümünün ardından yazdığı ‘Cenaze Dönüşü’ adlı şiirinde şöyle der: “Anlaşıldı bu/R’lerin intikamı/Onlar yuttu Özdemir Asaf’ı.”
Bir gün Cağaloğlu’ndaki Molla Fenari Sokak’ta bulunan matbaasının önünden Karaköy’e gitmek üzere taksiye biner Asaf. Tesadüf bu ya, şoför de r’leri söyleyemiyordur onun gibi. “Neğeye biğadeğ?” diye sorar şaire. Şimdi “Kağaköy’e” dese, şoför kendisiyle dalga geçtiğini düşünür mü? Bu endişeyle, “Eminönü” diye cevap verir. Eminönü’nde inip Karaköy’e kadar yürür.
 
Bir nezaket, zarafet hikâyesi anlatmak istediğimde hep bu anekdot gelir aklıma. İnsanların giderek hoyratlaştığı, karşısındakileri eze eze ilerleyip kendine yol açmaya çalıştığı, kalp kırmaktan imtina etmediği zamanlardan geçerken de sık sık anarım Asaf’ı.
 
11 Haziran 1923 doğumlu Özdemir Asaf. Bazı isimler ölmez. O da bu hafta 95 yaşına girdi. Türkçenin kendine has şairlerindendi. Hiçbir edebi akımın içinde yer almadı. Tek kişilik akımının uçsuz bucaksızlığında birbirinden güzel şiirlerle onurlu bir yaşam sürdü Asaf. Nazikti, kibardı, zarifti. İlk eşi Sabahat Selma Tezakın da bunu doğruluyor: “Şiirler yazıyor, çeviriler yapıyordu. Son derece kibar, zarif, çok şık bir gençti. Herkes poplin gömlek giyerken Özdemir, takım elbisesinin içine ipek ponje gömlek giyiyordu. Kol düğmeleri altın üzerine inci kakmalıydı. Sağ elinin yüzük parmağında tek taş altın bir yüzük, sol elinin küçük parmağında kemer biçiminde yakut taşlı bir yüzük vardı. Bu kadar şıktı.”
 
Asaf şiirini “Yaşadığımı, şiirlerimde en yoğun yönleriyle, en kesin sandığım biçimlerde, en kısa olduğuna inandığım ölçülerle verdim, veriyorum, vereceğim,” diyerek tanımlıyordu. Öyleydi. Kelimeleri, heykel gibi yontup, müthiş bir estetikle yerleştiriyordu şiirlerine. ‘Az’ sözle çok ‘anlam’ yaratma üstadıydı:
 
“Yaşamak değil / Beni bu telaş öldürecek”
“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler”
“Öyle bir kelime söylesem ki deyorum/ Dışarıda bir başkası kalmasa”
“Kim o, deme boşuna/ Benim, ben/ Öyle bir ben ki gelen kapına / Başdan  başa sen”
“Ölünceye kadar seni bekleyecekmiş/ Sersem/ Ben seni beklerken ölmem ki/ Beklersem”
“Gelmen bir iyiliktir deyecektim / Kapıyı hep başkaları açtı”
“Bugüne en uzak gün, dün”
“Kendi bahçesinde dal olamayanın biri/ Girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor”
“Benim heykellerim de benimle kımıldar”
“Her seven / Sevilenin boy aynasıdır/ Sevmek/ Sevilenin o aynaya bakmasıdır”
“Ölümü düşünmek yenilmek/ Sevmek ölümü yenmektir/ Onarmak zordur”
“Her leke kendisiyle çıkar”
“Yalnızlık paylaşılmaz / Paylaşılsa yalnızlık olmaz”
 
Bir başka Özdemir Asaf anısıyla bitirelim… Hoşlandığı bir kadına açılmak ister Asaf. Bir akşam kararını verir, konuşmaya başlar… Aklına gelen tüm güzelliklerden dem vurur kadına… İstanbul, gece, yürümek, unutamamak, sevmek… Hepsini art arda sıralar ama bir türlü tam olarak açılamaz. Sonunda ‘her neyse’ der ve kalkarlar masadan, ‘Diyek’ adlı şiiri de o anlatamama halinden çıkar:
 
“Türkiye’de istanbul ne ise
İstanbul’da gece ne ise
Gecede yürümek ne ise
Yürürken düşünmek ne ise
Seni unutamamacasına düşünmek ne ise
Unutamamanın anlamı ne ise
Seni sevmek ne ise
Saklayayım mı yok söyleyeyim derken
Birden aşka düşmek ne ise.
Her neyse…”
 
Kelimelerimin kelimeleri yanında esamesi okunmazken beyhude bir çaba Asaf’ı anlatmaya çalışmam. O yüzden, onun izniyle: “Her neyse…”