Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Kadına şiddet karanlığı
27 Kasım 2022 - 12:11
.
Rakel Dink’in Hrant Dink’e veda konuşmasındaki iki cümle dinlediğim gün hafızama kazındı. Hiç unutmadım: “Katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.” Hayatımda duyduğum en ağır cümleler arasında 15 yıldır ilk sırada yer alıyorlar. Başka biri söylese, burun kıvırabilme, hatta o acıyla katili mi aklıyor diye düşünme ihtimalimiz var. Ama kocası, alçakça, vicdansızca katledilmiş bir kadının dilinden dökülünce başka bir okuma yapmak gerekiyor. İnsanın canı pare pare yansa da, her birimizin masum birer bebek olarak dünyaya geldiğimiz gerçeği değişmiyor. Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamamız gerekliliği de. Dink’in cümleleri bir insanın canını almanın affedilmezliğini tartışmıyor, ‘bebekten katil yaratan karanlığı sorgulama’ konusunda cesur bir hesaplaşmaya davet ediyor.
 
 
Bu hafta, MUBI’de Ceylan Özgün Özçelik’in “13+”, “15+” ve “18+” filmlerinden oluşan Cadı Üçlemesi’nin ikinci filmi 2022 yapımı “15+”yı izlediğimde Rakel Dink’in bu davetini anımsadım. Kendilerine şiddet uygulayan kocalarını öldüren Aylin ve Havva’nın hikâyesini izlediğimde… Ne olursa olsun, birer cana kıymış iki katil, kocasından şiddet görmüş kadınlar bile olsalar fark etmez diyerek bütün kapıları sıkıca örtmek mümkün elbet. Mesele, olaya Rakel Dink’in cesaretiyle bakabilmek. Hırant Dink’in katilleriyle Aylin ve Havva’yı aynı kefede değerlendirmek sözkonusu bile değil. İyi katil, kötü katil diye bir ayrım da yapılamaz. Ama işte, tartışılmaz bir gerçeklik var, Rakel Dink’in vurguladığı, hâlâ boğazımı düğüm düğüm yapan, kabulü zor: Katil kim olursa olsun… Bir zamanlar bebektiler. Kadınları öldüren erkekler, erkekleri öldüren kadınlar, bir insanın canına kıyan her cins. Hepsi. Bu noktada bir başka gerçeği daha kapkara puntolarla vurgulamak isterim. Günün sonunda erkekler, her ne kadar bir zamanlar bebek olsalar da bu cinayetleri sistematik olarak, “Kaç yıl yatarım, ne zaman çıkarım?” hesaplarıyla işliyor. Ve ne yazık ki güçlerini de sorgulamamız gereken karanlıktaki sistemden alıyorlar.
 
Mektuplarla anlatıyorlar
 
Özçelik’in belgeselinde, kendilerine şiddet uygulayan kocalarını, ‘öldürülmemek’ için öldüren iki kadını dinliyoruz. Adalet Bakanlığı izin vermediği için kendi sesleriyle değil, cezaevinden yazdıkları mektuplar üzerinden Hare Sürel ve Gülçin Kültür Şahin’in seslendirmeleriyle. Seslere görsel bir dünya eşlik ediyor belgeselde. Kadınların doğdukları evler, örümcekler, bebekler, mankenler, doğa, çiçekler, kâbus şehirler, kâbus mahalleler, düş şehirler, düş mahalleler… Aylin ve Havva’nın hissettiklerini yansıtan.
 
Çocukluklarından itibaren bir Aylin anlatıyor hikâyesini bir de Havva. Birinin sözü bıraktığı yerde diğeri alıyor. Hayallerini, hayata bakışlarını, beklentilerini dinliyoruz. Çocukluk masumiyetlerine tanık oluyoruz. Evlilikle birlikte gelen koca şiddetine. Hem kendilerine hem çocuklarına uygulanan. Kafalarının duvarlara vuruluşu, çocuklarının gözü önünde kanlar içinde kalışları, sürekli silahla tehdit edilişleri, bir gün ‘öldürülecek’ olma korkusunu üzerlerinden atamamaları, aileleri tarafından sahip çıkılmayışları, “Beni neden dövüyorsun?” sorularına aldıkları hastalıklı “Çok güzelsin de ondan” yanıtı. Ve daha pek çok tanıklık. Onları cinayete sürükleyen ‘kadına şiddet karanlığı’nı ilmek ilmek sorguluyoruz.
 
Özçelik katıldığı festivallerde, toplumun farklı yerlerinde, farklı makamlarca hep şu soruya maruz kalmış: “Ne yani siz kadınların kocalarını öldürmelerini mi öneriyorsunuz?” Cevabı şöyle: “Hayır benim önermem bu değil, ama meşru müdafaa, özsavunma diye bir şey var, bu hak nedense kadınlar söz konusu olduğunda uygulanmıyor… “
 
İzleyince göreceksiniz, yönetmeni aynı zamanda bir hukukçu olan “15+” , ‘şiddet gördüğünüz kocalarınızı öldürün’ önermesini savunan bir belgesel değil yukarıda da vurguladığım kadına şiddet karanlığını sorgulayan bir belgesel. Aylin’e ve Havva’ya sempati duyalım diye uğraşmıyor. Geçtikleri karanlığı görmemizi istiyor sadece. Ve bunu başarıyla yapıyor. İnsanın gözüne kan oturuyor! Yüreğine taş.
 
Kocası tarafından öldürülen kadın hikâyelerine uyanıyoruz her sabah. Sırf karısı çok güzel diye, bunu bahane ederek onu öldüresiye döven kocalar aramızda dolaşıyor. Çeşitli oluşumlar, kadın girişimleri küçük ışıklar yakıyor ama karanlık çok büyük. Daha büyük bir kararlılıkla ve topyekün sarılmalı fenerlere. Bu yüzden “15+” gibi belgeseller çok kıymetli. İzlemenizi çok isterim. Sorgu odasına hepimiz girmeliyiz.
 
İyi pazarlar.