Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Kahve bahane
15 Şubat 2016 - 10:02 | Fotoğraf: Manuel Çıtak
Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde açılan ‘Üç Şehir Bir Kahve / Kahire, İstanbul, Viyana’ sergisinde üç kentten kahveyle ilişkili fotoğraflar yer alıyor
Mis gibi kokusu, sadesi, ortası, şekerlisi, köpük köpük lezzetiyle her derde deva, her tür arkadaşlığa açıktır Türk kahvesi. Fincanın üst yüzeyindeki kem gözleri ince bir çubuk marifetiyle patlattıktan sonra, ilk yudumla birlikte derin bir ‘oh’ çektirir. İç sıkıntısına da iyi gelir, iş sıkıntısına da... Aşk acısı çekenin de dostudur yalnızlıktan muzdarip olanın da... Keyif anlarına da gider, keder anlarına da... Sabaha başka, öğlene başka... Bazen bir gece öncenin uykusunu silmek içindir, bazen hayata bir fasıla vermek için... Velhasıl, kahve candır.
 
Onun canına can katan şahane bir sergi açıldı Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde: ‘Üç Şehir Bir Kahve / Kahire, İstanbul, Viyana’. Üç kentten kahveyle ilişkili fotoğrafların yer aldığı serginin küratörü Suna Altan. “Kahvenin serüvenini, hayatımızın nasıl tam da ortasında var olduğunu, tarihi gelişimini, kültürel dinamikleri nasıl şekillendirdiğini ve günümüzdeki yansımalarını anlatmak” amacıyla yola çıkılmış. Sergideki fotoğraflar usta bir sanatçıya, Manuel Çıtak’a ait. Özellikle bu üç kentin seçilmesindeki amaç, kahvenin serüveninde hayati öneme sahip olmaları. Serüven Habeşistan’da başlıyor, Kahire üzerinden İstanbul’a ulaşıyor. Viyana Kuşatması sırasında da Batı’ya taşınıyor. Sergide bu üç şehirde kahve kültürünün nasıl yaşandığı, günlük yaşamda onunla nasıl ilişkiler kurulduğu birbirinden çarpıcı fotoğraflarla anlatılıyor. Fotoğraflara video ve çeşitli kaynaklardan yapılmış alıntılar eşlik ediyor.
 
Halil Erdoğan Cengiz, ‘Kahvenin Kirli Çamaşırları’ adlı yazısında şöyle diyor: “Mısır’ın, Yemen’in ve Habeşistan’ın birer Türk eyaleti olması üzerine, ana yurduyla ve yayılma alanıyla birlikte kahve de Osmanlı İmparatorluğu’nun başına kalmıştır.” En bildik kahvehane tabelası yazısı çıkıyor karşımıza bir başka fotoğrafın altında: “Mademki gelmişiz şu cihane / Derdimizi çeksin şu viranhane /Gönül ne kahve ister ne kahvehane/Gönül ahbap ister kahve bahane”. Ayşe Osmanoğlu’nun ‘Babam Sultan Abdülhamit’ adlı kitabından renkli bir alıntı alıyor sırayı: “Kahvecibaşı beyaz eldiven giyer ve kahveyi öyle pişirirdi. Pişirdiği kahveyi Harem kapısına kadar getirir, zili çalar, nöbetçi hazinedarın eline teslim ederdi. Kahve tepsisi, babamın annesi Tirimüjgan Kadın’ın yadigârı küçük altın bir tepsi olup üzerine gümüş bir cezve ve iki tane porselen beyaz fincan konurdu. Fincanlarda babamın markası vardı. Babam birinci fincanı içtikten sonra ikinciyi diğer fincanla içerdi. Kahveyi sigara ile birlikte ve ağır yudumlarla içerdi. Annemle beraber içtikleri vakit aynı fincanlardan ayrıca bir çift daha getirirlerdi... Biz, çocuklarından hiçbiri huzurunda kahve içmedik. Yalnız annemle diğer haremleri içebilirlerdi. Gençlerin kahve ve sigara içmeleri sarayda çok ayıp sayılırdı.”
 
Anton Schindler ise ‘Biographie von Ludwig van Beethoven’da şöyle diyor: “Beethoven kahvaltıda genellikle kahve içerdi. Bu içeceği Doğuluların gösterdiği özenle, çoğunlukla kendisi hazırlardı. Beher fincan için 60 kahve çekirdeği kullanırdı, ölçü kaşığını kullanmak yerine, bunları her bir fincan için tek tek kendisi sayardı, özellikle misafirlerin geldikleri zaman. Başka hiçbir işe göstermediği kadar büyük bir titizlikle yapardı bunu."
 
İnsanın aklına fena halde kahve düşüren bir sergi bu... Kitabını da hazırlamışlar ki onu okurken de ille kahve istiyor insanın canı... Belki de kahve bahanedir gerçekten. Bu serginin izleyicisiyle kurduğu gönülden ahbaplıktır aslolan...