Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Kardeş olmak
02 Nisan 2018 - 12:04
Kardeşlik güzeldir. İçinde sağlam bir dostluk vardır hem de daha fazlası. İnsanın hayatla ilgili derdine tasasına kafa tutarken yanındaki en önemli müttefiklerdir.
En çok üzüldüğüm de bir noktada o güzel birlikteliğin dağılması. Özellikle anne baba zamkı sona erince... Miras kavgalarıyla, evliliklerle... Herkesin başka yanlara savrulması, çocukluğun kesin olarak bitmesi... Ne yazık ki çok fazla örneği var, hayatta da sanatta da... Bunun sinemadaki en çarpıcı örneklerinden birini bu hafta vizyona giren, Sundance Film Festivali’nden Dünya Sineması Büyük Jüri Özel Ödülü’yle dönen, Tolga Karaçelik’in filmi ‘Kelebekler’de izledim. Tolga Karaçelik, Milliyet Sanat’a verdiği röportajda “Gülmek için giderseniz ağlarsınız, ağlamak için giderseniz gülersiniz” diyordu. Ben gülmekle ağlamanın kardeşliğinde seyrettim. Çok da sevdim.
 
 
Üç kardeş, astronot Cemal (Tolga Tekin), dublaj sanatçısı Kenan (Bartu Küçükçağlayan) ve anaokulu öğretmeni Suzan (Tuğçe Altuğ)... Vaktiyle annelerinin intiharından sonra, Cemal Almanya’ya taşınmış, Kenan ve Suzan farklı şehirlere. 20 yıl sonra babalarından bir telefon geliyor Cemal’e. Kardeşlerini de alıp, baba ocağının olduğu Hasanlar köyüne gelmelerini istiyor. Konunun önemli olduğunu söyleyerek. Üç kardeş, isteksizce toplanıp yola koyuluyorlar. Aralarındaki ‘özlenmiş’ yakınlık insanın içini buruyor. Hani biri yolu açsa, kenetlenecekler yeniden. Ama o kadar uzak kalmış, o kadar kopmuşlar ki... Ortak bir dil bile tutturamıyorlar. Zaman zaman kavga gürültü... Yol bitip köye vardıklarında, babalarının öldüğünü öğreniyorlar. Vasiyeti üzerine cenazeyi, her yıl sıcaklarla birlikte köyü basan kelebekler geldiğinde kaldırmaları gerekiyor. Bu bekleyiş sırasında bol bol kendilerine, birbirlerine, aile içi dinamiklere bakıyorlar. Nasıl olup da böyle darmadağın olduklarına. Bu tip hesaplaşmalar gereği, suçlamalar, pişmanlıklar, günah çıkarmalar birbirini izliyor. Ama alışık olduğumuz ağır bir atmosfer içinde değil. Zira filmde çok sağlam bir hüzün ve mizah matematiği var. Kurallı değilse de sayı dizileri gibi birbirini takip ediyor. Alttan alta da “Amaaan, yalan dünya, nasılsa ölüm var, hiçbir şeyi o kadar fazla ciddiye almamak lazım” mesajı yürüyor. İçinde tavukların patladığı Hasanlar köyü de zaten, karakterleriyle bu mesajı besliyor.
 
Kardeşler, geçmişi temize çekmeye çalışıyorlar köyde kaldıkları süre boyunca ve olanca beceriksizlikleriyle. Erkekler unutmanın konforunda, kız kardeş ise hatırlama(ma)nın acısında. Her defasında birbirlerine patlıyorlar. Sonra toparlanıp, baştan alıyorlar. İğne oyası gibi işleniyor yaşadıkları ağır dram. Daraltmıyor, boğmuyor, su gibi akıyor. Üstelik de kardeş olmaya, hayata ve ölüme dair çok şey söylüyor.      
 
Tolga Karaçelik imzasının farkını koyduğu filmde Tuğçe Altuğ’un Suzan performansı göz kamaştırıyor. Hele abileriyle gittiği gazinoda erkek muhabbetine bir kafa tutuş sahnesi var ki herkes onu konuşuyor. Bartu Küçükçağlayan ve Tolga Keskin ise, Kenan ile Cemal’i oynamıyor, etiyle kemiğiyle giyiniyor. 
 
Film, 37. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde 11 Nisan’da gösterilecek. Ama beklemeyin derim. İyi filmler bekletilmemeli... Filmin de dediği gibi, ölüm var ya..