Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Neden ambulans çağırmadın?
17 Ekim 2016 - 11:10
Aslı Özge'nin 'Ansızın'ı, iyilik ve kötülük karşıtlığı üzerinden bir ambulans çağırma/çağırmama ikilemine bakıyor
Evinizde verdiğiniz bir partide son kalan konuk - ki kim olduğunu bilmiyorsunuz - fenalaşırsa, en yakın hastaneye mi koşarsınız, ambulans mı çağırırsınız? Biz bu soruyu 2011'de Defne Joy Foster'ın ölümü sırasında çok tartıştık. Şimdi de sinema eğiliyor konuya, Aslı Özge'nin bu hafta gösterime giren filmi "Ansızın"da, iyilik ve kötülük karşıtlığı üzerinden.
 
Film Karsten'ın evindeki bir parti sahnesiyle açılıyor. Arkadaşlarından birinin arkadaşı olduğunu sandığı Anna, bütün davetliler gittiği halde evden ayrılmıyor. Karşılıklı içilen sigaralar, biraz sohbet derken yakınlaşıyorlar Karsten ve Anna. Ve kamera birdenbire karanlık sokakta koşan Karsten'a çevriliyor. Soluk soluğa vardığı kliniğin kapalı olduğunu görünce gerisin geri dönüyor ama çok geç. Anna ölmüş. Ambulans, polis, herkesi çağırmak zorunda kalıyor bu defa. Ayrıca öğreniyoruz ki Anna evli, beş yaşında da bir kızı var.
 
İlk sorgusunda o soru karşısına çıkıyor Karsten'ın: "Neden ambulans çağırmadınız?" Gerçekten üzgün hatta biraz ezik bir hali var: "Aklıma ilk gelen, kliniğe gitmek oldu. İki adımlık yer... İçkiliydim neyi neden yaptığımı bilmiyorum." Bundan sonrası için avukatı direktif veriyor: "Kimseyle konuşma hayatına devam et." Ama yine de o gece partiye gelen arkadaşlarıyla konu masaya yatırılıyor. Gariptir, kimse Anna'yı tanımıyor. Kimi Karsten'ı suçluyor örtülü bir şekilde, kimi "Amaaan su testisi su yolunda kırılır" yorumu yapıyor: "Evli bir kadının tanımadığı bir adamın evinde ne işi var?" Karsten ise kızın o gece çok üzgün olduğunu belki de intihar ettiğini söylüyor. Halinde, tavrında suçluluk duygusunun izleri.
 
Konu kapanır gider diye beklerken Karsten, hayatı karmakarışık oluyor bir anda. İş yerinde kızağa alıyorlar. Kız arkadaşı tarafından terk ediliyor. Annesi ve babasıyla konuşurken bir gün, malum soru yeniden karşısına çıkıyor: "Neden ambulans çağırmadın?". İlk kez gerçeği itiraf ediyor Karsten: "Korkmuştum. Kaçtım. Kimse duymasın olan biteni istedim. Sessizce halledeyim, ailem utanmasın". Aile yaşadıkları kasabanın ileri gelenlerinden. "Ama şimdi düşünüyorum da ambulans çağırmalıydım." Pişmanlığı insanın kanını donduran açıklamasını aklamıyor.
 
Mahkeme süreci başlıyor. Anna'nın astım, kalp ritmi bozukluğu ve solunum yetmezliğinden öldüğü ortaya çıkıyor. Tecavüz ve cinsel ilişki bulgusuna rastlanmıyor. Aile şikayetini geri çekiyor. Ama neye yarar, dünya başına yıkılmış Karsten'ın. İşini, sevgilisini, hatta arkadaşlarını kaybetmiş. O noktadan sonra bambaşka bir yüzü çıkıyor ortaya. Dünyaya bir meydan okuma hali. Benim canım yandı sizinki de yansın! Anna'nın kocasının evine gidiyor. Adamın acısını görmezden gelip, demediğini bırakmıyor: "Boynuzlanmış koca olarak milletin karşısına çıkmayı istemediğin için, otopsi sonuçlanana kadar Anna'nın astım olmadığını söylemedin!" Bankada müdürüne veryansın ediyor, tehditler savuruyor. Bildiğimiz kötü bir adam oluveriyor o filmin başından bu yana iyi bir adam olduğuna neredeyse inandığımız Karsten. Hele sevgilisini geri kazanmak için öyle bir şey yapıyor ki buz gibi oluyoruz. Yaşadığı olaydan sonra duyduğu suçluluk duygusu, mahkemeyle birlikte yaşadığı 'kazanma' halinin verdiği güçle kontrolsüz bir 'erk'e dönüşüyor.  Çünkü düşünceleri değişiyor. O zaman Karsten'ın da çevremizdeki birçok insanın da iyilik-kötülük ikilemini daha iyi anlıyoruz. Filmin yönetmeni Aslı Özge'nin daha ilk sahnede kullandığı Hamlet alıntısı zihnimizi berraklaştırıyor: "Zira iyi ya da kötü yoktur. Düşünce var eder ikisini de."