Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Nesrin nasıl kurtulur?
16 Mayıs 2016 - 11:05
'Ana Yurdu'nu izlerken sormadan edemiyoruz: Nesrin nasıl kurtulur? Annesini bir güzel silkeleyip, gözünün yaşına bakmadan kapıyı çarpıp çıksa... Ya da onu kaptığı gibi bir psikiyatra götürse?
Bütün kızlar ve bütün anneler bilir: Kavgası gürültüsü bol, gerilimi eksik olmayan, uyarılar, kurallar, pişmanlıklar, vicdan azaplarıyla dolu bir ilişki türüdür anne-kız ilişkisi. Biz annemle/kızımla arkadaş gibiyiz diyenlerde de her zaman anne-kız olmuş olanlarda da bu böyledir. İçinde büyük bir sevgi de var elbet, şefkat, kahkaha, dert ortaklığı... Ama yine de karanlık bir taraf söz konusu. İşte bu karanlığın en çarpıcı örneklerinden biri bu hafta sinemada karşımıza çıktı. Senem Tüzen’in ilk uzun metrajlı filmi ‘Ana Yurdu’nda.
 
Nesrin’le annesi Halise’nin hikâyesi bu. Modern kadınla muhafazakâr annenin çatışması... Kocasından yeni boşanmış, işini bırakmış, hayli de canı yanmış Nesrin, anneannesinin köy evinin yolunu tutuyor. Çocukluğundan beri hayalini kurduğu romanı yazmak, ola ki yazarken bir parça da kendini öğrenmek için... Yazmak kapanmayı gerektirir bazen. Koşulsuz bir yalnızlığı... Sessizliği... Ne var ki Nesrin’in planladığı gibi olmuyor; annesi sözüm ona kızına sahip çıkmak için valizini kaptığı gibi köye atıyor kendini. Nesrin’in bütün karşı çıkmalarına rağmen. Anne Halise, kendi deyişiyle ‘anlatacak hikâyesi olmayan’, bu boşluğu dinle doldurmuş emekli bir ilkokul öğretmeni. Karşısındaki küçük bir ilkokul öğrencisiymiş gibi sürekli öğretmeye kodlanmış. Nesrin de bundan payını alıyor elbet. Nasihatin bini bir para... “Senin iyiliğin için” maskesini takıp Nesrin’in hayatıyla ilgili verdiği tüm kararları eleştiriyor. Üstelik bunu öyle sert bir şekilde yapmıyor. Daha fenalarını kullanıyor: Gözyaşı, hüzün, un ufak olmuş nevrotik bir ses tonu. Ne kadar isyan ederse etsin karşı koyamıyor Nesrin. Uzlaşmak zorunda kalıyor. Bu noktada yaşadığı çatışmanın izleriyle dolu yüzü. İnsanın içini buruyor. Romandı, kendiyle yüzleşmekti hak getire... Kar kış, yarı karanlık bir köy evinde annesi tarafından kapana kıstırılmış halde, gidemiyor, kalamıyor Nesrin... Anaerkil, anaların yurdu olan bu köyde, köyün diğer kadınlarını da fikren yanına alan Halise güçlendikçe, Nesrin zayıflıyor. Aralarda tatlı sohbetler edip, güle oynaya zamanlar geçirseler de annenin kızı üstündeki korkunç baskısı hiç azalmıyor. Obsesyonlarının, batıl inançlarının arkasına sığınan Halise filmin gerilimini sürekli artırıyor. Bu arada kendi annemizle ilişkimiz de film şeridi gibi geçiyor gözümüzün önünden, bir başka filmin içinde, bizim ana yurdumuz... Farklılıklarıyla, benzerlikleriyle.
 
Oya gibi işlenmiş, psikolojik altyapısı sağlam bir zemine oturtulmuş, memleketin sosyolojisinden örneklerle zenginleştirilmiş film boyunca sormadan edemiyoruz: Nesrin nasıl kurtulur? Şu bir türlü tamir edilemeyen arabasına atlayıp şehre mi dönse? Annesini bir güzel silkeleyip, gözünün yaşına bakmadan kapıyı çarpıp çıksa... Ya da onu kaptığı gibi bir psikiyatra götürse? Dedikodudan başını alamayan köy kadınlarının aklını başından alsa... Sorularla geldiğimiz finalde, böyle güçlü bir filmle yaraşır bir ters köşe yapıyor yönetmen; donup kalıyoruz.
 
Nesrin rolünde Esra Bezen Bilgin, Halise rolünde Nihal Koldaş, sert bir şiiri, şiir gibi oynuyorlar. Bu oyunculukları izlemekten mahrum etmeyin kendinizi derim. Bu şahane filmi...
 
Peki, Nesrin ne olacak? Bu filmin hediyesi bize bu soru. Özellikle bu ülkede yaşayan her anne kızın artık ‘daha fazla’ sorması gereken. Bazı sorular bazı kaderleri değiştirir. Hem annelerin hem de kızlarının. Neden olmasın?