Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Seyirci koltuğunda hayatın hakkı verilemiyor

Seyirci koltuğunda hayatın hakkı verilemiyor

10 Nisan 2022 - 03:04

Sahne korkusundan mıdır bilinmez, hayata seyirci kalmayı tercih eden insanlar vardır. Hoca beni fark etmesin, soru sormasın diye en arka sırada kendini saklayarak oturan öğrenciler gibi. Sessiz bir varoluş içinde yaşayıp giderler. İnsan, doğası gereği görülmek, anlaşılmak ister. Onlar da bu istekten muaf değildir elbette ama ‘bakan’la aralarına bir tül perde çektiklerinde daha konforlu hissederler. Sahne ışıkları içinde hayatının oyununu tadını çıkararak oynamak yerine karanlık salonda oturup izlemeleri de bundandır esasen. Görülmenin bir bedeli vardır çünkü. Performans ister. Ama onlar, kendi hallerinde, hayata minimum katılımla yaşamayı seçmiştir.

Oyuncu performansı göstermeyi reddedip seyirci atıllığı içindeki bu insanların edebiyattaki en güzel karşılıklarından biri de John Williams’ın “Stoner” adlı romanı. 1965’te yazılan kitap, o yıllarda hiç ilgi görmedi. Ama ne olduysa 2000’lerin başlarında yeniden keşfedildi. Eleştirmenler, içindeki sessiz varoluşu fark etti. Çok sayıda dünya diline çevrildi, bir milyondan fazla sattı. Türkiye de dahil. Yapı Kredi Yayınları, bu yılın başında kitabı yeniden yayımladı. Ben de bu yeni baskıdan okuma şansına sahip oldum.

 

Yazarın mahareti

 

Evet benim de “Stoner”ı keşfim geç oldu ama ‘güç olmasın’ hâlini önemserim; güç olmadı. Hatta su gibi akan, edebi lezzetlerden lezzet beğendiren tarifsiz güzellikte bir okuma deneyimi yaşadım. Romanın kahramanı olan ‘hayata seyirci’ William Stoner, Columbia’dan kırk kilometre uzaktaki Booneville Köyü yakınlarında küçük bir çiftlikte doğuyor. Kaderinin çalışmaktan kamburu çıkmış babası gibi çiftçi olmasına kesin gözüyle bakarken, yine babasının yönlendirmesiyle üniversiteye ziraat okumaya gidiyor. İşin eğitimini alacak ve toprakla daha profesyonel bir ilişki kuracak; amaç bu. Gelin görün ki ikinci sınıfta aldığı İngiliz Edebiyatı Tarihi dersiyle, bütün yaşamı değişiyor. Ziraatı bırakıp edebiyat okumaya başlıyor. İnsan hayatı için önemli bir dönüp noktası bu. Ama Stoner için heyecan gerektirmeyen, sıradan bir tercih. Edebiyata duyduğu aşkı fark etmemek mümkün değil. Ne var ki bu, yazarın mahareti. Stoner, heyecansız, durgun, sessiz… Okul bitince aynı üniversitede öğretmenliğe başlıyor. Püriten ahlakın simgesi Edith ile tanışıp evleniyor. Edebiyat aşkında olduğu gibi kadın erkek ilişkisinde de rolünü tutkuyla oynayan bir oyuncu değil Stoner. Doğdu, büyüdü, okulunu bitirdi ve evlendi. Hepsi bu. Salonda oturmuş hayatın oyununu izleyen bir seyircinin özetleyebileceği kadar.

Zaman hızla akmaya devam ediyor sonrasında. Bir kızı oluyor. Eşiyle mutsuz bir evliliğin içinde savruluyor. Kitaplar okumaya, kitapların dünyasında mutlu olmaya çalışıyor. Yakın arkadaşları, kendisine düşmanlık besleyenlerce kesilen cezalar derken aşkı ikinci kez buluşuyla şöyle bir ümitleniyoruz; bir insanı sahneye aşk çıkarmazsa ne çıkarır? Yok olmuyor. Birlikte okuyup birlikte konuşabildiği, birlikte susup birlikte yazabildiği kadını da kendi koltuğunun yanına oturtup seyircilik haline devam ediyor. Hiç istemediği halde ayrılmak zorunda kalışlarına bile sesini çıkaramıyor. Çarşaf misali denizler gibi akan hayatında kimi dalgalanmalar olsa da, oturduğu yerde hafif kımıldanmalar dışında bir şey yapmıyor. Ve bir ömür böyle geçip gidiyor. Kanserine de seyirci kalarak veda ediyor hayata Stoner.

Yazarı verdiği röportajlardan birinde Stoner’ın mutlu olduğunu söylemiş. Buraya kadar anlattığım hikâyesiyle mutlu bir insan profili çizmiyor belki ama ben de yazara katılıyorum. Kendi içinde mutlu bir hayat sürüyor Stoner. Mutluluktan ne anladığımıza bağlı olarak. Her ne kadar hayata seyirciyse de iyi bir okur Stoner. Bu ona yetiyor. Ama toplama baktığımızda yeterince yaşanmamış yarım bir hayat Stoner’ınki. Seyirci koltuğunda hayatın hakkı verilemiyor.

Seyirci olmak mı? Oyuncu olmak mı? Hayatı nasıl yaşıyoruz? Bu bizi tatmin ediyor mu? Başka bir varoluş mümkün mü? Bu sorulara yanıt vermek için çok iyi bir kaynak “Stoner”. Okumanızı çok isterim.

İyi pazarlar.