Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Sezen Aksu’nun ev hali
28 Nisan 2013 - 07:04
Tam 27 yıldır, 14’ünden beri, Sezen Aksu konserlerine giden biri olarak diyebilirim ki, daha öncekilere benzemeyen bambaşka bir konserdi bu
“Cuma akşamı Sezen Aksu’lara oturmaya gittik…” gibi bir konserdi. Zaten hep istediği bir şeymiş bu. Evde dostlarıyla söyler gibi, virtüöz enstrümanlar eşliğinde okumak şarkılarını bize. Yanında piyanosuyla Fahir Atakoğlu, uduyla Ara Dinkjian vardı. Canının istediği gibi söyledi, en samimi, en ‘ev hal’lerine tanık olmamızı sağladı.

Tam 27 yıldır, 14’ünden beri, Sezen Aksu konserlerine giden biri olarak diyebilirim ki, daha öncekilere benzemeyen bambaşka bir konserdi bu. Piyano ve udun hasbıhalinde, sesini raks ettirdi Sezen Aksu. Bildiğimiz şarkılarını bilmediğimiz yorumlarıyla söyledi. Orkestrasız, vokalsiz, mikrofonsuz sesini paylaştı. Velhasıl bizi çok iyi ağırladı.
Sezen Aksu felsefesinin kilit şarkıları vardı repertuvarda. İnsanın resmini yapan… Onun en tekinsiz sokaklarını dolaşmış şarkılar… Sesinin aynasında gördüğümüzden, gösteren o ise eğer, hiçbir zaman korkmadığımız, ne kadar ağır olursa olsun, yansıyanı alıp kabul ettiğimiz şarkılar…

“İyi ki varsınız,” dedi konserde: “Hayatımın en zor anlarını sizinle göz göze şarkı söylerken atlattım”. Konukları “Al benden de o kadar” rahatlığında yaslandı koltuklarına. Kalp kalbe karşıydı. Hakikaten de, kimseler bize onun gibi “Geçer” demedi. Geçti de yalan değil; geçip giderken hep yanımızdaydı Sezen Aksu. Üç kuşağı sesiyle teselli etti. “Benim yetiştirdiğim çocuklar, özgür olur, başı dik olur, risk alır, hiçbir şeye tenezzül etmez,” dedi bir ara, ki haklıydı. O şarkılarla yetişenlerde böyle bir hal vardır. Birine “Tutuklu” kalıp kendi hayatından çalsa da, bir daha o yolları aynı hevesle yürümeyeceğini bilse de şaşmaz gittiğinden misal; özgürdür doğru, başı diktir, risk alır, tenezzül etmez… Ne gelirse kabulüdür hayattan; zarafetle taşır, kimselere yıkılmaz. Yerle yeksan olsa da, orada yatıya kalmaz, ille kalkar ayağa. Benim Sezen Aksu şarkılarından anladığım bu oldu hep.

“Vazgeçtim” de vardı repertuvarında cuma akşamı, “Belalım” da, “Sarışınım” da… “Yeniliğe Doğru” da, “Son Sardunyalar” da… Her bir şarkısı karşılığını buldu salondan. “Yarim İstanbul, gel öpeyim gerdanından” diye çağlarken sesi, vallahi de İstanbul kalktı, gerdanını uzattı desem başım ağrımaz. Türkçe-Ermenice söylediği “Sarı Gelin”, bir Ara Dinkjian bestesi olan “Ağladıkça”, “Gurbet Akşamları”… Hiç cümle kurmadan da, şarkılarıyla bir sürü şey anlattı bize. 38 yıl içinde aramızda gelişen o çok özel lisanın yardımıyla. Üzerimizdeki ağırlıkları attı. “Hayat, düğün ve cenaze” dedi, “Mümkün olduğu kadar mutlu anları çoğaltmaya çalışmak lazım”. Şaştığı şeyleri de paylaştı: “Uzaya, aya gidiliyor. Bir yandan bu kadar ileri, bir yandan da ne kadar ilkel insanoğlu. Kendini başkalarından üstün zannedebiliyor”. Evde gibiydi o gece Sezen Aksu, sohbet eder gibi; sohbete şarkıları ekler gibi… Kimsenin kimseden gizlisi saklısı yoktu. Aşk da konuşuldu elbet. Mavi mürekkepli, ucu yakılmış bir mektup yazıldı Onno Tunç’a; selam edildi, gözlerinden öpüldü… “Kara sevdanın Allah’ını yaşadım” dedi, “Gece kalkar bakardım biliyor musunuz çocuklar, Allah’ım sen bu adamı gerçekten bana mı nasip ettin diye… Bunu yaşamadan geçmek de vardı bu dünyadan.” Bunları yaşamış, hali pür melalimizin bestelerini yapmış, “söz uçar yazı iki cihanda…” demiş bu kadını yaşamadan da geçmek vardı öte yandan. Velhasıl Sezen şükretti, biz şükrettik cuma akşamı. Vakit nasıl geçti bilemedik.