Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Orhan Tüleylioğlu | Sözcüklerle yapılan resimler

Sözcüklerle yapılan resimler

26 Mart 2014 - 11:03
Cemil Kavukçu, zaman zaman arkadaşlarının, dostlarının, yaşadıkları ya da tanıklık ettikleri olayların çok iyi öykü (daha çok da roman) olacağını düşünüp yazması için ona anlattığını ve hatta bu konuda baskı bile yaptıklarını söylüyor

"Örümcek Kapanı", usta öykücümüz Cemil Kavukçu’nun 19 denemesini bir araya getiriyor.

 

Kavukçu bu kitabında,  ağırlıklı olarak, öykü fikrinin nereden geldiğini, nasıl geliştiğini ve okuru büyüleyen bir metne nasıl dönüştüğünü, yaşamından aktardığı kesitlerle, anılarıyla iç içe anlatıyor. Yaşananlar öykülere nasıl esin olur? Her şey öykü olur mu? Öykü nasıl görülür? Öykü dekoru nedir? gibi her zaman merak konusu olmuş konuları ele alıyor.

 

Cemil Kavukçu, zaman zaman arkadaşlarının, dostlarının, yaşadıkları ya da tanıklık ettikleri olayların çok iyi öykü (daha çok da roman) olacağını düşünüp  yazması  için ona anlattığını ve hatta bu konuda baskı bile yaptıklarını söylüyor. Kavukçu, anlatılanların trajik, üzücü  ya da şaşırtıcı olduğunu ama  mutlu, sevindirici bir olay anlatıp da bundan iyi bir öykü ya da roman olur diyene rastlamadığını belirtiyor ve şunları söylüyor:

 

“Sonuçta öykü kedi gibiydi, sen onu okşamak istediğin zaman değil de, o kendini sevdirmek istediği zaman yanına geliyordu.”

 

Kavukçu başka bir denemesinde, yazınsal türlerde yazmanın, bir huzursuzluğun, iç çatışmanın sonucu olduğuna, bu türden yazmanın özünde sıkıntının var olduğuna dikkat çekiyor:

 

“Seni arkadaşlarından, günlük yaşamdan koparır onunla baş başa kalmaya zorlayan, içinde büyüttüğün sana çok benzeyen aynı zamanda çok yabancı biridir bu. Dost mudur, düşman mıdır bilemezsin ama onsuz da yapamazsın.”

 

Kavukçuya göre yazmak, kendi sesini aramanın serüveni ve ne olursa olsun, sıkıntıların en güzelidir:

 

 “O gelip seni bulmadıkça, açıklanması güç tuhaf dünyasına çekmedikçe, başını döndürmedikçe hiçbir görüntüden, sesten, yüzden öykü çıkmıyordu. Bir tür aşktı bu. Sen onu değil, o seni seçiyordu.”

 

Kavukçu, yazınsal anlamda döllenmeden söz ediyor. Ona göre yazar, ortaya çıkardığı yapıtıyla  üç evre yaşar. İlki, döllenme ve hamilelik dönemidir. Döllenme en baş döndürücü olanı, en haz verenidir. Bilinmeyen bir coğrafyayı keşfetmek için çıkılacak yolculuğun hazırlıklarıdır. Büyük bir coşkuyla valiz toplanır.  Bütün duyargalarıyla dışa açık yaratıcı dünyanıza bir sözcük, bir tümce ya da görüntüyle, sesle, kokuyla, çağrışımla kuyruklu bir sperm giriverir. İşte o anda bir öyküye, romana ya da şiire gebe kalırsınız. Sözcüklerle başlayan bir sevişmedir bu. Döllenmenin ardından süresi belli olmayan, her yapıtta değişen bir hamilelik dönemi başlar. Hamilelik süresi birkaç saat olabileceği gibi yıllarca da sürebilir. Kendi başına buyruk bir zaman vardır artık. An, sürece yayılır. Süreç, ânı teslim alır. Bu gebelik döneminde doğmadan ölenler, hiç doğmayacak olanlar vardır. Ve onlar büyük yapıtların hazırlayıcısıdır. Ceninlerle dolu mezarlığın genişliği ile yazarın büyüklüğü doğru orantılıdır. Sonra doğum gelir. Yapıt yazardan çıkmıştır artık. Bu nedenle de cinsiyeti ne olursa olsun her yazar dişildir. Rahatlamanın yanı sıra bir boşluk da yaratır bu durum hatta hüzün verir. Ardından da “başkalaşma” ve “yabancılaşma” gelir:

 

“Horozlar, nasıl ki öterek güneşi doğurduğunu, köpekler sabah yürüyüşlerinde sahiplerini gezdirdiğini sanıyorsa, yazarlar da sözcüklere hükmettiğini düşünür; hatta bununla bir biçimde övünürler. Oysa onları kışkırtıp yönlendiren, baskı altına alıp hem vezir hem de rezil edenin sözcükler olduğunun pek azı farkındadır.”

 

Öyküyü arayan, kovalayan değil, sabırla beklemek gerekiyor. Bazen yazılacak öykü bilinir, bazen de yazarken oluşur ve ortaya ne çıkacağı bilinmez.   Kavukçu buna,  “öykü örümceği” diyor:

 

“Yazar, yaşamın kuytusuna büyükçe bir ağ örüp beklemeye başlıyor. Sonra bir iz, öyküye dönüşebilecek bir tümce ya da gizemli bir sözcük gelip o ağa takılıveriyor. O zaman da öykü örümceği sindiği köşeden fırlıyor ve o çekirdeğin ipliksi salgısıyla bir koza örüyor.”

 

Kavukçu, iyi öykülerin sözcüklerle yapılan resimler olduğunu söylüyor. Dinlediği ya da yaşadığı bir olayın öyküyle buluşmasını veya buluşamamasını, öykü sanatının inceliklerini, yaşamla kurgu arasındaki köprüleri ustalıkla anlattığı denemelerinde yazma yöntemlerini, okuma sevgisini, etkilendiği kitapları, sevdiği yazarları da anmadan geçmiyor. Bundan sonra kaleme alacağı öykülerin ipuçlarını veriyor. 

 

Örümcek Kapanı, Cemil Kavukçu’nun öykülerini aratmayacak güzellikte…

 

 

(Örümcek Kapanı/Cemil Kavukçu/Can Yayınları)