Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | "Bir Gün"lük dilek
16 Aralık 2017 - 01:12
DOT, Zinnie Harris’in izleyicinin yüreğini acıtan, duygularını dağlayan oyunu “Şafakta Buluş Benimle”yi en 'cool' yaklaşımıyla bize armağan ediyor
ŞAFAKTA BULUŞ BENİMLE - Yazan: Zinnie Harris, Yöneten: Murat Daltaban, Çeviren: Erdem Avşar, Dramaturg: Ebru Nihan Celkan, Müzik: Oğuz Kaplangı, Işık tasarımı: Cem Yılmazer, Dekor tasarımı: Murat Daltaban, Oynayanlar: Esra Ruşan, Berfu Öngören.
 
Robyn ve Helen bir tekne kiralayıp denize açılırlar, ama tekne kullanmayı beceremedikleri gibi, tekneyi alabora edebilecek hareketler yapmamaları gerektiğini de bilmezler. Sonuçta korkunç bir kazanın ardından kendilerini ana karadan kopmuş bir kum adasında bulurlar. Robyn, kazanın şokuyla mücadele ederken Helen hayatta kalmanın coşkusunu yaşamaktadır. Zaman geçtikçe üzerinde bulundukları kum adasının göründüğü gibi bir yer olmadığını keşfederler. Hayatlarının yalın ayrıntılarını ve birbirlerine olan sevgilerini hatırlarken adadaki üçüncü bir kadının yardımıyla bu kum adasından eve giden yolu bulmayı umarlar. Ama Robyn o kadını tuhaf bir rüyada gördüğünü anımsar, o rüyada da Helen’in tekne kazasında öldüğü aklına gelir.
 
DOT, yeni sahnelediği “Şafakta Buluş Benimle” adlı oyunu böylesine sade bir biçimde tanıtıyor. Oysa oyunu izlerken ne kadar çok katman, ne kadar karmaşık bir doku, nasıl da girift bir labirentin varlığına tanık oluyoruz. Çok naif bir biçemde, çok sade bir dille karşımıza çiziliveren dünya o yalın anlatımın çok ötesinde bir duygular âlemini yansıtırken izleyicilerin yüreklerini kanatan bütün kişisel acıları da yeniden duyumsatıyor.
 
Esra Ruşan ve Berfu Öngören bu zor oyunu başarıyla omuzluyorlar.
 
“Yas diye çok tuhaf bir yer var, oranın kuralları bambaşka”
 
Robyn’le Helen, o adına yas denilen tuhaf yerin tuhaf kurallarının egemen olduğu ortamda kucaklaşırken belki de ömürleri boyunca olmadıkları kadar birbirlerinden uzak düştükleri gerçeğini ya fark etmiyorlar ya edemiyorlar ya da etmek istemiyorlar.
 
O kurallar öylesine farklı ki, örneğin giden kalanı teselli ediyor. Tartışsalar da, uzlaşsalar da sonuçta birbirlerini olumlu olumsuz bütün özellikleriyle kabullenip çok farklı yaşam boyutlarında birlikteliklerini sürdürüyorlar. Aşk, dostluk, dayanışma, toplumun tavrına karşı direnme o yaşam boyutlarını da biçimlendiriyor.
 
Yaşamlarının bizlere sunulan o kısacık son bölümü koskoca bir keder evrenini kapsıyor. Robyn ve Helen de başkalarıyla paylaşılamayacak olan o keder evreninin keder ikilisi olarak bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorlar. Keder ikilisi veya kader ikilisi. Rüyada görülen, ada sanılan yerde görülen ya da görüldüğü sanılan kadın bir umut imgesi midir, bir Azrail imgesi mi, bir kader kâhini mi?
 
Bu imgelerden hangisi olursa olsun, yine de hayata tutunma, gideni, gitmiş olanı yaşama döndürme çabası var. Yabancı eleştirmenler Birleşik Krallık’ta yayınlanan eleştirilerinde Robyn’in çabasını çok haklı olarak Yunan Mitolojisi’ndeki Orpheus ve Eurydike Efsanesi ile özdeşleştiriyorlar. Bu çaba, Orpheus’un Eurydike’yi Hades’ten kurtarma girişimini çağrıştırıyor diye yorumluyorlar. Gerçekten de doğru ve yerinde bir saptama. Efsaneyi bir yana bırakarak hepimizin özel yaşamına ve deneyimlerine baktığımızda da hemen her normal kişinin ölüm karşısında benzer tepki gösterdiğini biliyoruz. Ölümün gerçekleştiği anda duyulan o yürek yanması, yanması da değil fiziksel olarak yüreğin acıyor olması kaçınılmaz bir duygu. O acıyı giderek hüzün, ardından öfke izler, sonra sadece soluk alıp verdiği için yaşıyor sayılan, ama kendisi için de yakınları için de hayattan çoktan kopmuş kişilerin yaşamasına duyulan, o duruyor da öteki neden gitti isyanı başlar; zamanla dindiği iddia edilen acı ise kalıcı bir kedere, dahası özleme dönüşür. Hani, bir konuda takıldığınız noktada, “O olsaydı sorardım ona,” dediğiniz bir süreç başlar. Ve hiç bitmez o süreç…
 
Robyn’in avucunda bir kelebek. Canlı mı, ölü mü belirsiz.
 
Kelebeğin bir günlük ömrüne bağlı bir günlük dilek
 
Robyn’in avucunda bir kelebek var. Ne zaman geldiği, avucuna ne zaman konduğu belirsiz. Kanatlarında birer kırmızı benek olan o kelebek, kelebeğin bir günlük ömrüne gönderme yaparak, ikilinin son "bir gün" dileğini simgeliyor.
 
Robyn gördüğünü sandığı kadının “bir dilek tut” dediğine değinip sözün arkasını getirmeyince yer yer keserek aktardığım şöyle bir diyalog başlıyor aralarında:
 
Helen:  dilekle ilgili bir şeyler söyledin ona, dilek neydi?
Robyn: söyleyemem
Helen:  hiçbir şeye güvenemeyiz. ne diledin?
Robyn: bir gün
Helen: bir gün mü istedin?
Robyn: evet
Helen: tek bir gün? Bir yıl dururken, kocaman bir ömür dururken, bir güncük mü diledin?
Robyn: gerçekleşeceğini düşünmedim, mümkün olabilir mi gerçek olması
Helen: minnacık bir gün?
Robyn: ya biliyorum-
Helen: bir dakika isteseydin ya, mikrosaniye dileseydin
Robyn: tamam n’olur
Helen: hayır tamamen ziyan etseydin, bir dilek hakkı veriliyor, sen de çarçur ediyorsun?
Robyn: ziyan olmadı ki
Helen: olmadı mı? daha neler, bir gün! bizim günümüz? Eee o zaman ne yapıyoruz, bir günümüzle? kazanın olduğu gün mü peki, bu gün de bitince yine denizde mi bulacağız kendimizi?
Robyn: yetmez, biliyorum yetmeyecek
Helen: doğru dedin, yetmeyecek
Robyn: hiçbir zaman yetmez, seksen yıl bile istemiş olsam, yine yetmeyecekti
 
Aslında o bir tek gün dileği, geride kalan açısından biraz da bencil bir duygudur. İnsanın yakını olan kişi, uzunca bir süre, hatta bir gün bile hastalansa ölüm kavramı takılır akla. Belirli bir hazırlık sürecidir bu, bir alışma, sonraki acıyı daha mesafeli karşılama sürecidir. Ama bir saat önce güle oynaya işine uğurladığınız sevdiğinizi bir saat sonra morgda bulmanın ya da kundakladığınızı kefenlemenin o ani, o hiç kabullenilemeyen, ama dünyadaki herkes için geçerli gerçeği, belki bencillik dediğim o duyguya da haklılık kazandırır. Evet, seksen yıl bile istemiş olsak yine de yetmez.
 
Genç tiyatronun iyi yazar ve yönetmenlerinden Ebru Nihan Celkan, aşk, ayrılık, ölüm kavramları eksenindeki oyunun dramaturgisini üstlenmiş. Kendi oyunlarında tanık olduğumuz duyarlı bakışını "Zinnie Harris'in duyarlı yaklaşımıyla buluşturarak “Şafakta Buluş Benimle"ye yansıtmış. Bu duyarlılığın, bu yalın derinliğin bize aktarılmasında hiç kuşkusuz Erdem Avşar'ın çevirisinin büyük payı var. 
 
Oyun düzeninin yanı sıra dekor tasarımı da yönetmen Murat Daltaban’ın imzasını taşıyor. Daltaban boş bir alanda, perspektif yaratan bir eğriye oturtmuş sahneyi. Böylelikle sanal bir derinlik katmış hareket sürecine. Cem Yılmazer’in çeşitli fon ve zemin renkleriyle tasarladığı ışık düzeni ise, zaman ve duygu değişimlerini, geçişleri kusursuz bir biçimde yansıtıyor.
 
Murat Daltaban, işi dramatize etmeden, en yalın, ama en dokunaklı biçimde sahnelemiş oyunu. Çok iyi bir dengeye oturtmuş oyun akışını ve oyuncuların duygu grafiğini. Genç oyuncular Esra Ruşan ve Berfu Öngören, ayrıntılı bir dekor, aksesuar gibi görsel desteklerin yer almadığı, insanın duygularını zorlayan bu zor oyunu başarıyla hayata geçiriyorlar.
  
İletişim: 0212. 232 4828 - 0212. 251 45 45
 

Tiyatro Fora’da Yeni Oyun: "Kadınlarımız"

 
 
İnsanları belli bir noktaya kadar tanıyabilirsin
 
Max, Paul ve Simon eski dostlardır. Haftada bir kez içki içmek ve poker oynamak için buluşurlar. Her birinin başarılı bir kariyeri vardır. Max radyolog, Paul doktor, Simon ise işadamıdır. Ama o gece hayatlarını altüst eden bir durumla karşı karşıya kalırlar. Otuz beş yıllık dostluklar bir gece boyunca masaya yatırılır ve üçünün de birbirleri hakkında bilmedikleri pek çok gerçek ortaya çıkar. Gün ağarırken üç eski dostu yepyeni bir hayat bekliyordur. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktır.
 
Yazan Eric Assous, Çeviren Anıl Dursun, Yöneten Tufan Karabulut, Oynayanlar Tufan Karabulut - Arda Kavaklıoğlu - Deniz Salman.
 
Oyun, 17 Aralık 20.30’da, 07 ve 14 Ocak 16.00’da, 20 ve 27 Ocak 20.30’da Öykü Sahne’de izlenebilir.
  
 
Caferağa Mah. Sakızgülü Sok. No:29 Kadıköy
Gişe: 0(541) 770 27 87  
 
 

 yeni oyunuyla seyirci karşısında

"Evdeydim ve Yağmurun Gelmesini Bekliyordum"

 
“... oysa bizim eve uğramaz sanmıştım hep lanet dediğin şey, olsa olsa başkalarının başına gelir, öyle inanmışım, başka ülkelerde olur saçma sapan şeyler, hatta evvel zaman içinde, bundan binlerce yıl önce...”
 
Yıllar önce babasıyla kavga ederek evi terk eden küçük kardeş, kimsenin beklemediği bir anda evin kapısında belirir. Küçük kardeşin geri dönüşüyle birlikte yıllardır onu bekleyen evin kadınları; eski defterleri yeniden açmaya, sırlarını, suçlamalarını, ihanetlerini, her biri tarafından farklı hatırlanan anılarını sorgulamaya başlarlar. Beklenen dönüş kimsenin hayal ettiği gibi olmamış, hem dönen kişi hem döndüğü yer hem de bekleyenler değişmiştir. Hayaller yerini yavaş yavaş gerçeklere bırakır. Yıllar süren kendini kandırmacadan kurtulmanın yeni bir hayata başlamanın ilk adımı, acı verici olsa da bu gerçeklerle yüzleşmek olacaktır.
 
“... Çözüm yok...”
 
İletişim: ikincikat: 0545. 462 4528 
 

 Şehrin Azizleri’nden yeni oyun: "Başka Biri"

 
 
Adam Ones adında biri! 
 
Herkes gibi sadece biri! 
 
Herkes kadar! 
 
Bu adamın işlediği bir cinayet ya başka birine aitse? Peki; ya o başka biri de hep olmak istediği başkalarından biriyse? Adam Ones katil mi olur yoksa başka biri mi? 
 
Kimsin sen? Sahi… gerçekten kimsin? Bir adın, bir yaşamın, bir işin, bir evin, bir ailen, dostların, yaşanmışlıkların, ideallerin, umutların var! 
 
Ama gerçekte sen kimsin? Seni sen yapan şey nedir?  Kimsin?
 
Bir insanın hayatta en çok kullandığı soru cümlelerinden biri… “Kimsin sen?... 
 
“Kimsin sen?”  hep başkalarını tanımak ve öğrenmek için kullandığımız o basit cümle! 
 
Hayat; bir insanın, başkaları için, onları tanımak için kurduğu bir cümleyi,,,  kendi için sormayı  asla s akıl etmediği bir alegoridir! 
 
Adam Ones’in bir adı, işi, kariyeri, koca bir hayatı var!
 
Ve dahası; başkaları için, tasarıları, görüşleri, yargıları var! Diğerleri için; öfkeleri, nefretleri, arzuları, korkuları var! Peki ya kendisi için? Kendisi için en basit cümleyi kurmamış birinin, başkaları için bu kadar çok şey tasarlamış olması tuhaf sayılmaz mı? 
 
Adam Ones kariyerinin zirvesinde bir yazar! Başkalarının ona biçtiği ve bahşettiği şişirilmiş payelerle var olan biri! O da var olmak için başkalarına ihtiyaç duyuyor!
 
Birinin var olması ancak başkalarının onu var kabul etmesiyle olmaz mı? başkaları olmadan biri olunabilir mi?
 
Oysa Adam Ones da sadece başka biri! “Kimsin sen?” sorusunu kendine sormayı unutmuş biri! İşte şimdi sorup, hayatıyla yüzleşme sırası!
 
Bu soruyu ilk kez  yüksek sesle kendine sormaya cesaret ettiğinde “Başka Biri” oluyor!
 
Adam Ones yeryüzünde yaşayan herkes! Sen, ben, o, biz… hepimiz! Herkes! O yüzden aslında o hiçbiri! Ya da “Başka Biri”...
 
Herkes kendisiyle yüzleşmeye hazır olsun! “Başka Biri” başlıyor!