Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Hakkı Yenmiş Bir Bilim İnsanına Saygı

Hakkı Yenmiş Bir Bilim İnsanına Saygı

03 Mayıs 2019 - 09:05 | Funda Eryiğit ölçülü bir performans gerçekleştiriyor.
İngiliz fizikokimyacı ve X-ışını kristalografi uzmanı Rosalind Elsie Franklin, Fotoğraf 51 olarak ünlenen fotoğrafı çekerek DNA’nın ikili sarmal yapısının çözümlenmesine yol açtı.

 

FOTOĞRAF 51- Yazan: Anna Ziegler, Çeviren: Hira Tekindor, Yöneten: Çağ Çalışkur, Yardımcı yönetmen: Ali Tunç, Dekor&Işık tasarım: Kerem Çetinel, Kostüm tasarım: Nihal Kaplangı, Mekân yönetimi: Şevval Çakır, Fotoğraf: Ayşegül Karacan, Oynayanlar: Funda Eryiğit, Cem Avnayim, Barış Arman, Bahadır Efe, Orçun Soytürk, Selahattin Paşalı, Korhan Soydan, Kemal Kayaoğlu.
 
 
Yukardaki “İngiliz fizikokimyacı ve X-ışını kristalografi uzmanı Rosalind Elsie Franklin, Fotoğraf 51 olarak ünlenen fotoğrafı çekerek DNA’nın ikili sarmal yapısının çözümlenmesine yol açtı” cümlesi ne kadar yalın ve düz mantıkla yazılmış bir cümle. Oysa arkasında ne çok emek, ne çok önyargı, ne çok ‘mobbying’, bilim insanlarına yakışmayan ne yanlış değer ölçütleri var.
 
 
Şimdilerde en sıradan, en şablon kurbanı televizyon dizilerinde bile, hikâye en ücra yerde geçse dahi, dizilerin çoğunda ne hikmetse çocukların nesebi belli olmadığı için DNA testi yaptırmak olayın çözümünü sağlıyor. Yediden yetmişe herkesin bildiği bir şey bu. Oysa bugün çok uzun bir süre gibi görünse de, insanlık tarihi içinde bir an sayılabilecek yaklaşık altmış yıl önce kimsenin DNA’dan haberi yoktu. DNA molekülünün yapısını fotoğrafla somut olarak örnekleyip kanıtlayan işte o Rosalind Elsie Franklin’di. Ama o zaman da kadının adı yoktu, İngiltere’de bile.
 
 
 
 
Solda; Rosalind Franklin’in kendisi sağda; söz konusu Fotoğraf 51.
 
 

Elinin Hamuruyla…

 

Yine de insan şaşırmadan edemiyor. Fizik, kimya, matematik gibi pozitif bilim dallarını seçmiş kişilerin, düşünce yapısının da pozitif olması gerekir gibi geliyor. Oysa Rosalind Franklin’in hakkının yenmesi tamamen erkek egemen ataerkil toplum düzeninin kadına bakış açısından kaynaklanıyor. Franklin gibi istediği kadar Cambridge Üniversitesinde fizikokimya doktora yapmış, Paris’te Kimya Hizmetleri Merkez Laboratuarında X-ışını kristalografi, kristal yapı saptama ve görüntüleme teknikleri üzerinde uzmanlık eğitimi almış olsun, cinsiyetçi ayrımcılığın saldırganlığından kurtulamıyor.

 

Bilim tarihikonusundaki kitaplarıyla tanınan Amerikalı yazar, eğitimci ve bilimsel araştırmacıRuth Lewin Sime, Franklin için “Onun başına gelen, bir araştırmacının itibarını dolandırma vakalarının en bilinen ve en utanç verici örneklerinden biridir,” diyor. Bu sözden anlıyoruz ki, vaka tekil bir örnek değil. Gerekten de araştırmacılar bu şekilde hakkı yenmiş altı kadın olduğunu belirtiyor. Birincisi Rosalind Franklin. Diğerleri ise 1967’de nötron yıldız pulsarları keşfeden Jocelyn Bell Burnell; genetik kalıtım, gen düzenlemesi ve çapraz gen oluşumu konusundaki çalışmalara öncülük eden 1922 doğumlu Amerikalı mikrobiyolog Esther Lederberg; atom bombasının geliştirilmesinde rol oynayan 1912 doğumlu Çinli Chien-Shiung  Wu; atom çekirdeğinin ikiye bölünebileceğinin keşfine ve atom bombasının geliştirilmesine yol açan 1878’de Avusturya’da doğan Lise Meitner; organizmaların cinsiyetini sanıldığı gibi çevre koşulların ve başka unsurların değil, kromozomların belirlediğini ortaya koyan 1861 Amerika doğumlu araştırmacı Nettie Stevens.

 

Bu bilim kadınlarından Franklin, Lederberg ve Meitner’in Yahudi olduğunu da göz ardı etmeyelim. Burada işe dinî ayrımcılık da giriyor. Daha da tuhafı, Franklin İngiltere’deki çalışmalarına 1951’de başlıyor. Yani milyonlarca Yahudi’yi katleden soykırımın mimarı faşist Hitler canavarına karşı İkinci Dünya Savaşı’nda çarpışmış, ırkçı faşistlerin bombalarıyla başta Londra olmak üzere şehirleri yakılıp yıkılmış İngilizler ve Amerikalılar bu ayrımcılığı yapabiliyor.

 

 

Olay, Oyun ve Yorumu

Franklin, 1951’de Fransa’dan İngiltere’ye döndüğünde, King’s College laboratuarında DNA yapısını araştırmakla görevlendirildi. O laboratuarda Maurice Wilkins de aynı konuda araştırma yapıyordu. Aynı çatı altında çalışmaya başladıklarından itibaren farklı karakterleri, farklı değer ölçütleri yüzünden Franklin ile Wilkins’in yıldızları hiç barışmadı.

 

Yine o tarihlerde İngiliz Francis Crick ve Amerikalı James Watson da bu konu üzerinde çalışıyorlardı. Franklin, Fransa’daki öğrenimi sonucu geliştirdiği teknikle DNA’nın moleküler yapısını görüntüledi ve çok net bir fotoğraf elde etmeyi başardı. Ancak titiz çalışması sonuca 

 

ulaşmasını geciktiriyordu.  Oysa Maurice Wilkins bir an önce işi sonuçlandırmak istiyordu. O yüzden DNA fotoğrafını Franklin’den gizli olarak Crick ve Watson’la paylaştı. O fotoğraf sayesinde DNA’nın sarmal yapısını çözen Watson ve Crick, 1953’te buluşlarını yayınladılar ve 1962’de de bu çalışmaları için Nobel tıp ve fizyoloji ödülünü aldılar. Maurice Wilkins  de aynı ödüle layık görüldü. Ama Rosalind Franklin’in adını bile anmadılar.

 

Bu tiyatro döneminde Craft Tiyatro’da sahnelenen Anna Ziegler’in “Fotoğraf 51” adlı oyunu, işte bu araştırmaların ve hırslı yarışın ortasında ‘yaşamın sırrını’ bulmaya çalışan bir grup bilim insanına odaklanırken, kesin değerler üzerine kurulu olsa da bilimin, onu yapanların seçimlerinden, yeteneklerinden, karakterlerinden, korkularından, hatta aşklarından bağımsız olamayacağını söyleyen bir oyun. Her ne kadar Ruth Lewin Sime’ın deyimiyle itibar dolandırıcılığı yapıp Nobel ödülünü aldılarsa da, bu oyunun başkişileri ne Watson ne Crick ne de bilim çevrelerinde ırkçı olarak tanınan Wilkins,  Anna Ziegler, bu oyununda DNA’nın gizli kâşifi Rosalind Franklin’i merkeze alıyor ve hırsın, rekabetin hâkim olduğu bilim dünyasını gözler önüne seriyor.

 

Başka çalışmalarında da gösterdiği gibi evrensel ve güncel sorunlara odaklanan Çağ Çalışkur aynı bilinçli yaklaşımla yönetmiş “Fotoğraf 51”i. Oyunu Hira Tekindor’un akıcı tiyatro diliyle yaptığı özenli çevirisinden izliyoruz. Nihal Kaplangı’nın köstüm tasarımı dönemin anlayışını yansıtırken, Rosalind Franklin’in kostümlerinde de bilim insanı ciddiyetini ve bastırılmış cinselliği çok iyi harmanlıyor. Kerem Çetinel’in sahnede hem separatör işlevini gören hem de DNA grafiğini oluşturan dekoru başlı başına başarılı bir yorum sunuyor.

 

Fotoğraf 51’de bilim insanlarını canlandıran erkek oyuncular Cem Avnayim, Barış Arman, Bahadır Efe, Orçun Soytürk, Selahattin Paşalı, Korhan Soydan, Kemal Kayaoğlu, başarılı oyunculuklarıyla yazar Ziegler’in bakış açısı doğrultusunda bir yorum getiriyorlar. Gerçek yaşamdakinin tersine ön plana çıkmaya çalışmak yerine Rosalind Franklin’i canlandıran Funda Eryiğit’e omuz veriyorlar. Funda Eryiğit de mesleğiyle ilgili birkaç öfke çıkışının yanı sıra, dişiliğini hatırladığı ve hatırlatmayı hayal ettiği sahnedeki tırmanan grafiğini ölçülü bir dengeye oturmayı başarıyor.

 

***

 

 

Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nda interaktif “Terör”

 

 

 

 
 
 

Terörist içinde 164 yolcu olan bir uçağı kaçırıp 70.000 kişinin olduğu bir stadyuma düşürmekle tehdit eder.

Berlin’den Münih’e giden bir uçak, 164 yolcusuyla bir terörist tarafından kaçırılmıştır. Teröristin amacı, 70.000 kişinin Almanya-İngiltere futbol maçını izlediği stadyuma uçağı düşürmek ve hem uçaktakileri hem de stadyumdakileri öldürmek. Uçuşa müdahale etmek üzere eski Binbaşı Lars Koch görevlendirilir. Binbaşı çok önemli bir karar vermek durumundadır. Ya uçaktaki 164 kişiyi öldürecek, bu durumda 70.000 kişi kurtulacak ya da 70.000 kişinin uçaktakilerle birlikte ölmesini izleyecektir. Emirler açıktır, anayasada kurallar bellidir, ancak pilot bir tercih yapar ve kararını uygular. İşte sahnede bu olayın davası görülmekte, insan onurunun irdelendiği bir duruşma gerçekleşmektedir. Tanık olarak pilota dön emrini veren yarbayın ve uçakta eşini kaybeden hemşirenin ifadeleri dinlenir. Ardından Bay Koch’un açıklama yapar. Savcı olayın teknik ve hukuki incelemesini izleyicilerle paylaşır. Son olarak da Bay Koch’un avukatı savunmasını yapar ve sonra duruşmaya jürinin kararını vermesi için ara verilir. İİnteraktif oyunda jüri işlevini üstlenen izleyicilere on beş dakikalık arada suçlu ve suçsuz kartları dağıtılır ve jürinin oylarına göre dava karara bağlanır.

 

Yazan: Ferdinand von Schirach, Çeviren: Yücel Erten, Yöneten:Nurkan Erpulat, Dramaturg: Irmak Bahçeci, Dekor-Işık Tasarımı:Kerem Çetinel, Kostüm Tasarımı:Tomris Kuzu, Kostüm Tasarım Asistanı:Nazlı Bina, Reji Asistanları:İlkin Tüfekçi,İrem Sultan,Cengiz Sevda Karabulut,

 

Afiş ve Broşür Tasarımı: Kerem Çetinel ,Ethem Onur Bilgiç, Oyun Fotoğrafları:Emre Mollaoğlu, Ses Tasarımı:Melih Yüzer, Oyuncular: Burak Dur, Çetin Etili, Fidan Tek Koşar, Edip Saner, İlkin Tüfekçi, Gülce Uğurlu.

 

 

Dali’nin Kadınları

 

 

 
 
 
 
Sadri Alışık & Çolpan İlhan Tiyatrosu’nun sahnelediği “Dali’nin Kadınları”,  dünya tarihinde büyük izler bırakan önemli kadınları; Marilyn Monroe Virginia Woolf, Edith Piaf, Frida Kahlo’yu cinayet örgüsü üzerinde bir araya getiriyor. Bu kadınların hepsi Dali cinayetinde şüpheli konumundalardır. Dali’nin öldürüldüğü bıçakta parmak izleri bulunmuştur. Kahramanımız, katilin kim olduğunu bulmaya çalışır ve böylece kendini iç dünyasını ve hayatını sorgularken bulur. 
 
 
Ütopik bir evrende geçen, yer ve zaman kavramının kaybolduğu Dali’nin Kadınları her biri ayrı renk olan efsaneleri bir araya getiriyor. Çarpıcı ve farklı bir üslup ile absürd komedi olarak nitelendirilen oyunda izleyiciler aynı zamanda bir parça müzikal, biraz trajedi ve bir tutam gerilim unsurunun yanı sıra olağandışı bir yüzleşmeye tanık oluyor.
 
Hatice Aslan Edith Piaf’ı, Gülin İyigün Marilyn Monroe’yu, Hande Soral Frida Kahlo’yu, Açelya Devrim Virginia Woolf’u canlandırıyor. Dali’yi Devrim Nas oynuyor.
 
Yazan: Erdi Işık, Yöneten: Ali Düşenkalkar, Müzik: Gürkan Çakıcı, Işık: Cengiz Özdemir, Dekor&Kostüm: Dilek Kaplan, Fotoğraf: Levent Özdemir, Oynayanlar: Hatice Aslan, Devrim Nas, Hande Soral, Gülin İyigün, Açelya Devrim Yılhan.