Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Kaybedilenlere seslenen bir oyun

Kaybedilenlere seslenen bir oyun

31 Mart 2017 - 06:03
“Her yerin deniz olup da bu kadar az yosun kokusu olan başka bir şehir var mı acaba? Bu kadar köprü olup da kimsenin birbirine ulaşamadığı başka bir şehir. Bu kadar çok insanın olup da her yerin bomboş olduğu.”
SEN İSTANBUL’DAN DAHA GÜZELSİN- Yazan-Yöneten: Murat Mahmutyazıcıoğlu, Yönetmen yardımcısı: Tuğba Sorgun, Kostüm: Meltem Tolan, Işık: Cansu Kahvecioğlu, Afiş, Fotoğraflar, Tanıtım filmi: Serkan Ertekin, Oyuncular: Başak Kıvılcım Ertanoğlu, Ayfer Dönmez, Melis Öz.
 
Ne güzel şeyler oluyor. Yeni salonlar açılıyor, yeni topluluklar kuruluyor, yeni oyunlar yazılıyor, yeni oyunlar sahneleniyor. Hepsinde de başı gençler çekiyor. Oyun izlemeye gittiğimizde seyircinin de çoğunlulukla gençlerden oluştuğunu görerek seviniyoruz. Gençler güzel bir ülkede yaşamak için güzel işler yapıyorlar.
 
Kadıköy’de yeni bir tiyatro daha: Teatron. Galiba bu gidişle İstanbul’da tiyatronun nabzı Kadıköy’de atacak. Avrupa yakasındaki salonlar birer ikişer kapanmaya başladı, Beyoğlu’na giren kıran pek çok sahneyi de silip süpürdü, süpüremediklerini de mal sahipleri akıl almaz kira talepleriyle yokuşa sürdü.
 
Üssü Teatron olan, ama kentin çeşitli sahnelerinde izleyiciye ulaşan yeni  bir topluluk BAM.  Adı oyuncuların baş harflerinden oluşuyor: Başak (Kıvılcım Ertanoğlu), Ayfer (Dönmez) ve Melis (Öz).
 
Başta İstanbul olmak üzere kaybedilenlere seslenen oyun
 
“Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin” genç kuşak tiyatroculardan Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yazıp yönettiği bir oyun. Aynı ailenin üç kuşağı, üç kadın, anneanne, anne ve torun. Onlar kendi hikâyelerini kendi ağızlarından aktarırken bir ailenin tarihçesi üç kişinin farklı açısından farklı yorumlanışıyla biçimleniyor. Hem de aynı olay aktarılırken bile farklı üç yorumla karşılaşıyoruz… Buna paralel olarak  o üç kuşağın yaşam sürecinde İstanbul’un da nereden nereye geldiğini görüyoruz. 
 
Sırasıyla : Başak Kıvılcım Ertanoğlu (anne)), Ayfer Dönmez (büyükanne) ve Melis Öz (torun).
 
Murat Mahmutyazıcıoğlu, karakterleri sahneye yerleştirirken çok akıllıca bir yaklaşımla, oyuncuları hiç makyajsız oynatıyor. Yaşlı rolü oynayan genç oyuncuların kafasına saksı gibi oturtulan ve seyircinin gözüne batmaktan da öte gözünü oyan kır saçlı peruklar yok bu oyunda. Herkes kendi adıyla, kendi yaşıyla sahneye çıkıyor, oyunculuğuyla yaş alıyor. Ses titretmeler de yok.
 
Olaylar sahnede yaşanmayıp anlatıldığı için de dekor yok tabii. Hani sokak fotoğrafçılarının kullandığı resimli fon bezleri vardır, işte öyle bir fon bezi, eprimiş, yıpranmış, tıpkı üstünde resmi olan İstanbul gibi. Önünde üç sandalye. Neredeyse körüklü makinesinin üzerine siyah bez örtü çekip aile fotoğrafı çekecek eski günlerden bir fotoğrafçı.
 
Cansu Kahvecioğlu’nun ışık düzeni de abartısız, ama işlevsel bir aydınlanma sağlıyor. Meltem Tolan da oyunun anlatı niteliğine uygun bir kostüm tasarımı yapmış. Bütün oyuncular aynı açık bej rengi giysiler içinde, sadece giysilerin biçimi farklılık gösteriyor. 
 
Anneannenin İstanbul’unda ahşap bir ev var. Bahçesinde armut ağacı olan bir ev. Annenin İstanbul’unda ev müteahhide verilmiş, armut ağacı yerli yerinde, ama ne balkon kalmış ne bir şey. Anneanne, torunun İstanbul’undaki yükselen gökdelenlere bakıp “Ne büyük mezar taşları” diyor. Gerçekten de o balkonsuz, pencereleri ardına kadar açılmayan yapıların temel ve ortak özelliği yaşanmamışlık. O yaşanmamışlık bir mezar taşı görünümünde somutlaşıyor. Oysa eski ahşap evin yüzünde yaşanmışlık vardır, eğrilmiş bir su borusu, saksıdaki ya da Vita kutusuna dikilmiş karanfilin cumbanın ahşabını ıslatıp çürüttüğü leke, sigara tüttürerek gün batımının izlendiği balkon. Ve “Şişli’de bir apartıman, yoksa eğer halin yaman” değil, o eski günlerin gözdesi Şişli bakımeviyle konumlanıyor artık. 
 
Gereksiz Uzun…dedim tabii
 
Annede Başak Kıvılcım Ertanoğlu, anneannede Ayfer Dönmez, torunda Melis Öz canlarını dişlerine takıp oynuyorlar. Ama şöyle bir şey var. Hani görmediğiniz yabancı şehirlere hayalinizde biçim verirsiniz ve oralara gittiğinizde hayalinizdekini tutabilene pek rastlamazsınız. Bunun iki istisnasını gördüm, Paris ve New York, insanın beklentilerini boşa çıkarmayan iki şehir. Tabii her oyun Paris ya da New York olamıyor. Bu oyunu izlemeden önce oyuncularla ilgili büyük övgüler duydum. O yüzden olsa gerek beklenti çıtasını hayli yukarıda tutmuşum. Ama karşıma ne Paris çıktı, ne New York. Kötü mü oynuyorlar? Hayır. Annede Ertanoğlu’nun ve torunda Öz’ün fazlasıyla abartılı oyunculukları bile kötü sayılmaz.  Ayfer Dönmez yaşlıyı oynayan bir genç oyuncu olarak başarılı. Ama o kadar. Çıtayı çok yükseltmesem de fikrim değişmezdi.
 
 
Tabii bunda, yazar Mahmutyazıcıoğlu’nun da, yönetmen Mahmutyazıcıoğlu’nun da tek virgüle, tek harekete kıyamayıp makası eline almayışının payı var. Bu oyunun dem alması için 60 dakika yeter. 60 dakikalık oyunu 90’a çıkarınca gereksiz uzunluk, gereksiz tekrarlar giriyor. Oyuncuların anlatacakları tekrara girince haykırmalar, sandalye üzerinde akrobasiler, giderek sözlerin anlaşılamadığı sayıklamalar başlıyor. Yazar kıyamıyorsa, yönetmen bir daha provaya alırsa, oyun rayına oturur diye düşünüyorum.
 
İletişim: 0541. 739 47 24 
Söğütlüçeşme Caddesi no:64 
Bulvar Çarşısı - Kadıköy
 
  
 

Baba Sahne bugün açılıyor

 
 
Şevket Çoruh’un iki yıldır inşaatı süren tiyatrosu tamamlandı. Baba Sahne adıyla  yaşamımıza giren tiyatro, 1 Nisan’da, Çoruh’un hocası Savaş Dinçel’in doğum gününde açılıyor.
 
Şevket Çoruh, tiyatroyla ilgili bir röportajda Baba Sahne’nin kuruluş amacını şöyle özetlemişti: “Baba Sahne'yi bizi var eden şeyin tiyatro olduğunu bilerek, eğer bir sahnemiz olursa yetim kalmayacağımızı hissettiğimiz için yaptık. Kendi yazdığı oyunları oynayan bir ekip olacağız. Baba Sahne Türkiye'yi anlatan bir sahne haline gelecek.”
 
Çok emek, çok ter, çok sıkıntı, çok sorunla harcı karılan Baba Sahne’ye hoş geldin, yolun açık olsun diyorum.
 
İletişim:  Caferağa Mahallesi, General Asım Gündüz Cad. No:35, 34710 Kadıköy  
 
 
 

BiTiyatro’da 'Muallak'

 
“Sen SEN değilken, ben BEN değilken biz nasıl BİZ olabiliriz?”
  
BiTiyatro yeni oyunu “Mullak”ı aşağıdaki cümlelerle tanıtıyor:
“Kelimelerin içi boşaldı cümleler kendimizi ve çevremizi kandırmak için bir araç haline geldiler. Zamanın iktidarı içinde bilinçsizce çırpınarak oyalanıyoruz beyhude yaşıyoruz. Taleplerimiz bitmiyor hiç. Hep daha fazlasına ihtiyaç duyuyoruz. Alışkanlıklarımızı gereksinimlerimize yeğ tutuyoruz. An içinde ya geçmişe hayıflanıyoruz ya da anlar ayağımızın altından kayıp giderken gelecek hayalleri kuruyoruz. Slogan haline gelmiş, bize ezberletilen kalıplarla yollarımızı bulacağımızın zannına kapılıyoruz. Oysa ta en baştan söylediklerimizle yaptıklarımız birbirini tutmuyor ki! Zaaflarımızın kuklaları haline gelmişiz, farkında bile değiliz. Her role uygun masklar taşıyoruz yanımızda. Hangi role ihtiyaç duyuyorsak o oluyoruz. Patronumuza ayrı, ailemize farklı, arkadaşlarımıza ise daha farklı bir tarife uyguluyoruz. Bir tek kendimiz olamıyoruz belki de. Kendi tutarsız dünyamız içinde öylesine tutarlıyız ki yanılsamalarla geçen ömrümüz boyunca bir o yana bir bu yana savrulup duruyoruz. ”  
 
Yazan ve Yöneten: Murat Taşkent, Hareket Düzeni: Işıl Zeynep, Müzik: Tolga Çebi, Dekor/Kostüm: Arzu Koç Taşkent, Işık tasarım: Polat Niloğlu, Görseller ve Efekt Uygulama : Faruk Kaan Atasoy, Asistan: Ezgi Bayrak, Afiş Tasarım : Aycan Arık, Oyuncular: Defne Şener Günay – Turan Günay
 
 
İletişim: 0212. 244 02 47
 
 
 

  Kadıköy Sanat Tiyatrosu’nda İki Oyun

 
 
İletişim: : 05057227673