Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | ‘Öteki’ni Şeytanlaştırmak

‘Öteki’ni Şeytanlaştırmak

10 Aralık 2023 - 01:12
“ashura” 20 yıl aradan sonra bu yıl ilki düzenlenen Uluslararası Bodrum Tiyatro Festivali’nde yeniden izleyicilerle buluştu.
İlk kez 2004’te 14. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde izlediğimiz “ashura” oyunu Övül ve Mustafa Avkıran’ın Almanya’da çalışmalarını sürdürdükleri MomoAct’in yapımı olarak I. Uluslararası Bodrum Tiyatro Festivali’nde yer aldı. 
 
Oyunun konseptini, kurgusunu gerçekleştiren ve yöneten Mustafa Avkıran şöyle tanıtıyor “ashura”- yı: 'ashura'; yüzlerce yıldır, Anadolu toprakları üzerinde ‘homojen’ bir toplum yaratma adına oradan oraya savrulan, zorunlu olarak göç ettirilen insanları, dilleri, dinleri anlatmaktadır. ashura; Hicri yıl takvimine göre muharrem ayının 10. günü, ‘ötekiler’ için yapılan bir taziyedir. ashura; sözlü tarih ile gerçek bilgisinin müzik-tiyatro tanımı içinde yeniden sorgulamasıdır. ashura; benim hikâyemdir. Baba tarafı Arabistan’dan, ana tarafı Yunanistan’dan gelen biri olarak, kendi hikâyemi de içine katarak oluşturduğum bu yapı, karıştıkça zenginleşen ve içindeki her malzemenin gerçek tadını hissedebileceğim bir yoldur, yeni bir yol, yeniden çıkılan bir yol. ashura: buğday, pirinç, su, şeker, fasulye, nohut, badem, ceviz, fındık, üzüm, kayısı, gülsuyu, karanfil, zencefil… Adı insanlık tarihi kadar eski ashura, bize sürgünlerin göç yollarını anlatıyor.” 
 
Oyun başlamadan önce Ali Cem Köroğlu’nun tasarladığı siyah fon perdeleriyle çevrilmiş sahnede beyaz harflerle özetleniyor “ashura”nın yüreklerimize işleyecek dokusu: Tarih boyunca Yahudiler Hıristiyanları, Hıristiyanlar Müslümanları, Müslümanlar Yahudileri, Yahudiler Müslümanları, Hıristiyanlar Yahudileri… 
 
'Homojen' bir toplum yaratmak adına din değiştirmeye, sürgüne ve ölüme zorladı. 'Öteki' şeytanlaştırılarak tarih yazıldı. 
 
 
13 dilde 26 göç şarkısı
 
Ardından oyuncular ve müzisyenler giriyor sahneye, ellerinde zoraki göçü simgeleyen Mustafa Avkıran'ın çarpıcı buluşu sandalyelerle oyun boyunca oradan oraya yer değiştirerek oradan oraya savrulan, zorunlu olarak göç ettirilen insanları, dilleri, dinleri, sürgünlerin göç yollarını, göç yollarında söylenen şarkılarla anlatmaya başlıyorlar. 13 dilde söylenen 26 göç şarkısını Sema Moritz’in eşsiz sesinden, Kamucan Yalçın’ın sesiyle klarnetinden, Zeynep Ayşe Hatipoğlu’nun çellosuna eşlik eden sesinden, Nuri Harun Ateş’in yorumundan, Mikail Yakut’un akordeona, Levent Güneş’in bağlama ve perküsyona eşlik eden seslerinden dinliyoruz. Perküsyonda Orhan Topçuoğlu ve kontrbasta Selçuk Artut benzersiz atmosferin gerçekleşmesine katkıda bulunuyorlar. 
 
Oyunun koreografisini de üstlenen Övül Avkıran, dinamik oyunculuğuyla göç şarkılarının yolunu çizerken, Çağlar Yiğitoğlulları dili bağlanan, dili yok edilen, dili yasaklanan, dili sürgüne zorlanan halkların temsilcisi olarak sahnede yerini alıyor. Üç büyük dinde pek çok yeri olan "ashura"; aşura, aşure, yurt dışında da çok sayıda gösterim yapmış ve çeşitli ödüller almış bir oyun. Hiç kuşkusuz bizim için çok daha anlamlı, çok daha önemli yaşadığımız şu süreçte. Ve Bodrum Festivali kapsamında Bodrum kalesinin çarpıcı atmosferinde hepimizi büyüleyen oyun/dans/dinleti “ashura”nın sonunda ellerimiz istemsiz olarak ağzımızı tıkayacak beyaz tülbentler aranıyor.
 
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
Acıklı, komik kuklalar
 
Semah Tuğsel, Keskin İndere ve Yiğit Sertdemir “Ders”i iyi özümsenmiş bir grotesk yapı içinde çıtayı yükselterek izleyicilerle buluşturuyorlar.
 
 
l . ve II. Dünya Savaşları sonrasında insanların sürüklendiği boşluk, yararsızlık, umutsuzluk duyguları kişiyi kendisi ile yaşadığı çevre ve genelde dünya arasındaki uyumsuzluğu ve kendi varoluşunu sorgulamaya yöneltti. Sartre’ın öncülüğündeki varoluşçuluk, bu sorgulamayı 20. YY’ın önde gelen felsefe çerçevesi içinde irdeledi. Varoluşçuluğun sanattaki yansımalarından biri de absürt tiyatro türü olarak kendini gösterdi.
 
Bu türün en önemli örneklerinden biri olan oyunla ilgili olarak yönetmen Candan Seda Balaban’ın yorumunu aktarıyorum: “Absürt tiyatronun öncü yazarlarından Eugene Ionesco’nun 1951’de yazdığı ‘Ders’ oyununda; hizmetçisiyle birlikte yaşayan bir öğretmenin evine özel ders için yeni bir öğrenci gelir. Oyun, diyaloglar, ilişkiler hiç de beklendiği şekilde ilerlemez. ‘Birbirimizin üzerine tüm bildiklerimizle müsveddeler çıkarıp durmaktayız. Ezberlerimizi ezberletmek uğruna bir döngü ki hepimizi bir diğerinin celladı yapıyor. Bu sistemin acıklı komik kuklaları olarak bu sefer dersimizi alabilecek miyiz?’” 
 
Aynı zil sesi üç farklı tavır 
 
Oyun, hizmetçisiyle yaşayan ve ders vererek geçinen öğretmenin evinde geçiyor. Karşımızda bir oda var, odanın penceresi ise sokağa ya da bahçeye açılmak yerine zaman zaman hizmetçinin göründüğü ikinci bir odaya ya da koridora açılıyor. Bu kapalı devre dekor yaklaşımı absürt tiyatroya özgü kuşatılmışlığı ve çevresel yapıyı yansıtıyor. Bu sistemin birer kuklası olan öğretmen, hizmetçi ve öğrenci üçlüsü herhangi bir düşünsel dayanağı olmayan varlıklarını açıklayabilecek durumda olmadıkları gibi düşünme eylemleri de yüzeyselliğin, tekdüzeliğin ve tek boyutluluğun ötesine geçemiyor. Kişilikleri ancak davranış biçimleriyle belirlenebiliyor; bir anlamda gestalt psikolojisinin görece davranış örneklerini görüyoruz: Evin kapısı çalınınca hizmetçi kendisine yeni iş angaryası çıkacak diye öfkelenirken öğretmen yeni bir öğrenciyle yaşayacağı yeni bir süreci düşünür, öğrenci ise gelecekle ilgili amaçlarına ulaşabilmek için bu evi bilgi yolunu açacak bir yer olarak görür. Aynı zil sesi ve üç kişinin kimliğine orantılı üç farklı tavır. 
 
 
Ionesco’nun sarmal yapısı 
 
Oyunun tanıtımında söylendiği gibi: “Kimsenin aslında özgür olmadığı bir dünyada hem öğretmenin hem de öğrencinin ezberlere sığındığı, şiddetin farsa dönüştüğü, farsın içindeki şiddeti kustuğu ve bizim kendimizle yüzleştiğimiz bir hayat hikâyesi. Bizim hikâyemiz.” 
 
Ders süreci gerçek bilgi amacına mı yöneliyor ya da kişilerin kendi dengelerine/dengesizliklerine mi bağlı bir süreç oluyor yoksa yozlaşmış bir eğitim sisteminin kişileri ve kişilikleri ezen, kendi istediği gibi biçimlendiren yapısına mı hizmet ediyor? Ionesco’nun hemen hemen bütün oyunlarında var olan sarmal yapıyı burada da görüyoruz. Oyun bittiği yerden tekrar başlayarak sonu gelmez kısır döngüyü önümüze seriyor. 
 
Kumbaracı50 yapımı olan “Ders”i, hizmetçide yılların ustası Semah Tuğsel, öğrencide başarılı bir karakter çizen Şirin Keskin İndere, öğretmende çok boyutlu tiyatro adamı Yiğit Sertdemir, iyi özümsenmiş bir grotesk yapı içinde çıtayı yükselterek izleyicilerle buluşturuyorlar.