Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Yalnız başına ve sınırlar olmadan büyümek zorunda bırakılmanın hikâyesi – "Yen"

Yalnız başına ve sınırlar olmadan büyümek zorunda bırakılmanın hikâyesi – "Yen"

21 Ekim 2017 - 08:10
Craft’ın “Yen” oyununu yöneten Çağ Çalışkur, izleyicinin yüzünde şamar gibi patlayan müthiş yorumuyla duygusallık ve gerilimi tırmandıran üçlü bir deneyimi sergiliyor
YEN- Yazan: Anna Jordan, Çeviren: Fatih Gençkal, Zeyneb Gültekin, Yöneten: Çağ Çalışkur, Dramaturg: Berkay Aygör, Dekor: Taciser Sevinç, Işık Tasarımı: Cem Yılmazer, Ses: Özgür Kuşakoğlu, Oynayanlar: Bora Akkaş, Berker Güven, İdil Sivritepe ve Neslihan Yeldan, Proje Ekibi: Deniz Ünal, Esra Ergün, Ali Emir Ali, Eylül Dursun, Emre Can Leblebici, Yağmur Kurt, Erdoğan Kuzu.
 
İlk bakışta sorumsuz mu, sevecen mi, çaresiz mi olduğu anlaşılmayan bir kadın. Suçlamalı mı, acımalı mı, kestirilmesi zor. İki oğlunu berbat bir evde, her türlü yoksunluk ve yoksulluk içinde tek başlarına yaşamaya terk etmiş. Ama bir başka açıdan bakınca, ikide bir onu terk eden erkek arkadaşlar silsilesinin sonuncusunu da kaybetme paniği içinde çırpınan bir kadın. O erkek arkadaş oğulları istemediği için onlara en kötü koşullarda da olsa bu evi tutmuş. Ruh sağlığı da fiziksel sağlığı da pek yerinde olmayan alkolik anne Maggie, kendinden kaçışlarında oğullarının evine, onları görmeye geliyor.
 
16 yaşındaki Hench ve 13 yaşındaki Bobby o annenin oğulları olarak tek başlarına büyümek zorunda bırakılmış, hayatta kalmaya çalışan iki kardeş. Tek can yoldaşları ise kötücül, saldırgan ve kahverengi olduğu için Taliban adını taktıkları köpektir. Dış dünyadan tamamen soyutlanmış olarak kapı dışarı çıkmadan küçük hırsızlıklarla karınlarını doyuruyor ve gece gündüz play-station oynayarak, tablette porno sahneler izleyerek,  dünyayla tek bağlantıları odanın küçük penceresinden görünen komşu kızı gözetleyerek sözüm ona yaşıyorlar.
 
Ta ki, bakımsız kalan Taliban’ın ardı arkası kesilmeyen havlamalarından rahatsız olan o komşu kız kapıya dayanana kadar. Kızın adı Jennifer, ama babası ona Yen adını taktığı için, biz de onu Yen olarak tanıyoruz. 
 
Mutluluk oyunuyla mutlu olmaya çalışanlar
 
Yen gelince her şey değişiyor. Dünya üç kişilik oluveriyor. Renkleniyor. Duygular zincirlerinden boşalıyor. Yen'in gelişiyle iki kardeş bildiklerinden çok başka bir hayatın varlığıyla tanışıyorlar. 
 
Cem Yılmazer’in ışık tasarımı ve şaşmaz bir projeksiyon tekniğiyle bütünleşen Taciser Sevinç’in dekorunda yaratılan bu dünya ve bu yaşantı, yönetmen Çağ Çalışkur’un soluk kesen rejisiyle hayat buluyor. Ve o dünyayı her zerresine kadar yaşayan, bizlere de yansıtan dört oyuncu. Yanlış tanınmaya, yanlış anlaşılmaya mahkûm anneyi inandırıcı bir yorumla oynayan Neslihan Yeldan, hem masum hem fettan, hem kışkırtıcı hem yatıştırıcı Jennifer’i yerli yerine başarıyla oturtan İdil Sivritepe, sindirilmiş, mahcup, vurdumduymaz görünmeye çalışsa da alabildiğine duygulu Hench’te çizdiği tutarlı karakterle Bora Akkaş, taşkın, atak ama son derece kırılgan Bobby’de rolünü de kendini de parlatan Berker Güven.
 
Acaba diyorum, daha radikal bir dramaruji çalışmasıyla, oyun Bobby’nin zinciri eline alıp parka gittiği sahnede, ilk andan başlayan gerilim grafiği doruk noktaya yükseldiği zaman bitirilse, gerilim dozu düşmeden oyunun sonu gelse daha mı iyi olurdu? 
 
Bu acaba dışında, emek veren herkesin coşkuyla alkışlanacağı bir yapıt çıkmış ortaya. Yalın olduğu kadar çarpıcı, mütevazı olduğu kadar gösterişli. 
 
İletişim: 0216. 345 05 18
 

Antik dönemden bugüne

"Anadolu Yahudileri ve Ege’de Yahudi İzleri"

 
 
Kitap, Museviliğin Anadolu topraklarında kesintisiz biçimde süregelen en eski tek tanrılı din olduğunu, keza her üç semavi dine tapınanların bu topraklarda iki bin yılı aşkın bir süredir yan yana nasıl var olabileceğini göstermek amacıyla kaleme alınmıştır.
 
Tarihin derinliklerinden günümüze dek varlığını sürdürmüş olan, Türkiye’nin çok kültürlü omurgasının bir kemiğini de oluşturan Yahudiler için “500 yıldır konuğumuzdur” yakıştırması, ne derece doğrudur? 1492 yılında İspanya’dan Osmanlı’ya göç etmiş olan Sefarad Yahudileri Anadolu’ya ayak bastıklarında, nice dindaşlarının bu topraklarda iki bin yıllık bir süredir yaşadıklarını - onlar dahi – bilmiyordu. Oysa Yahudi kavimlerinin Filistin’den Anadolu topraklarına göçleri yaklaşık olarak İ.Ö. 6. yüzyıla kadar takip edilebilmektedir ve bu akım, özellikle Kudüs’ün Romalılar tarafınca yıkılmasının ardından artmıştır. Yahudiler, Doğu bölgelerinin yanı sıra Kapadokya ve özellikle Ege ve Batı Akdeniz kıyılarında uygarlık izleri bırakmıştır. Grek ve (bir Doğu Roma İmparatorluğu halkı olan) Romaniot Yahudileri Efes, Milet, Afrodisias ve Andriake gibi pek çok Antik kentte yönetime katkı sağlayarak, içe kapanmadan yerel halkla sürekli iletişim halinde yaşamışlardır. Anadolu Yahudileri, bu toprakların bozulmadan kalan en eski toplulukları arasında yerini almıştır. Onları bir arada tutan inançları da, Anadolu’da kesintisiz devam eden en eski din niteliğini kazanmıştır.
 
Batı Anadolu Yahudi geçmişine yıllardır mercek tutan, bu konularda uzmanlaşmış tarihçi Dr. Siren Bora, “Ege’de Yahudi İzleri” alt başlığını taşıyan son kitabında, Anadolu Yahudileri’nin bu 2600 yıllık serüveninin kökenlerine eğiliyor. “Kutsal Topraklarda Her Şey Nasıl Başladı?” sorusundan hareketle, “Ticaret, Anadolu’nun Kapılarını Açtı” saptamasıyla bu topraklara yöneliyor, “Sardis, Sefarad mı?” savını sorguluyor ve ardından Misya, Frigya, İyonya, Lidya, Karya ve Likya uygarlıklarının otuzu aşkın Antik kentinin bir çeşit Yahudi topografyasını çiziyor. Kitabın son dört bölümü, Dr. Bora’nın birçok değerli tarihi araştırma ve bulgularının sahası olan İzmir’e ayrılmış olup, günümüze kadar uzanıyor.