Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Yutkunduran oyun: "Yutmak"
17 Mart 2017 - 06:03
Craft Tiyatro’nun yeni oyunu “Yutmak” yaşadığımız gündelik bunalımın ister gelişmiş ister gelişmemiş ülkelerde olsun dünya genelinde de var olduğunu kanıtlayan bir yapıt
YUTMAK- Yazan: Stef Smith, Çeviren: Çağ Çalışkur, Yöneten: İbrahim Çiçek, Yardımcı Yönetmen: Güven Murat Akpınar, Dekor-Işık: Cem Yılmazer, Ses: Özgür Kuşakoğlu, Koreografi: Gizem Erdem, Fotoğraf: Serkan Kızılkaya, Proje Ekibi: Göksun Büyükkahraman, Taner Kaşıkçı, Özge Çalışkan, Selahattin Paşalı, Dima Boikov, Oynayanlar: Ece Dizdar, Başak Daşman, Merve Dizdar.
 
İskoçya’nın ulusal gazetesi Scotsman’in “Zekâ ve düşünce unsurunun ağır bastığı bir yaklaşım çerçevesinde güçlü temaları işleyen yapıtlarıyla İskoçya’nın en çok sözü edilen oyun yazarlarından biri” diye tanımladığı Stef Smith'in “Yutmak” oyunu üç kadının öyküsünü aktarıyor.
 
Oyunculardan birinin, “Ben genellikle dünyadaki en tuhaf insan olduğumu sanırdım, ama dünyada o kadar çok insan var ki, kendini benim kadar tuhaf hisseden ve benimle aynı biçimde arızalı başka biri olabilir diye düşündüm. Onu hayal ettim ve onun da beni hayal ettiğini düşündüm. Sen eğer oradaysan bunu okuduğunu umut ediyorum ve bilmelisin, işte ben de buradayım ve en az senin kadar tuhafım,” sözleriyle tanıtılan oyunda psikolojik travmadan kurtularak yaşamlarına sıfırdan başlamaya çalışan üç kadın başlarından geçenleri ya da başlarına gelenleri kendi ağızlarından aktarıyorlar. Bitişik mekânlarda kendi sorunlarıyla baş başa yaşayan ve birbirini tanımayan bu üç kadının monologları yer yer diyaloga dönüşüyor, işte o noktada kendilerine zarar verme dürtüsünü aşabilirlerse birbirlerini de kurtarabilecek bir yere geliyorlar. Bir oyuncu, “Yutmak, başına gelenleri sindirmek demek. Oyunun adı da buradan geliyor,” diye özetliyor oyunun özünü. 
 
Başak Daşman, Merve Dizdar ve Ece Dizdar yaşadıkları gerilimi ustalıkla yansıtıyorlar.
 
Stef Smith de oyunu yazmak üzere masa başına oturuşunu ve konuya bakış açısını şöyle dile getiriyor: “Oyunun ilk taslağı hızla ve büyük bir yoğunlukla yazıldı, âdeta kendiliğinden sayfanın üzerine aktı. Bu oyun, dünyanın olabileceğini düşündüğüm yer olmamasına duyduğum büyük öfke ve kaygıdan doğdu. Hepimizin derin, karanlık, çetin şeylerin kaosuyla boğuştuğumuzdan hiç kuşkum yok. Kötü davranıyoruz, çok içiyoruz, çok az uyuyoruz, ya duvarları yumrukluyor ya da gövdelerimizi paralıyoruz. Bize bu kaosun üstesinden gelmemizi sağlayacak sağlam, güçlü araçlar çok nadiren veriliyor. Yine de kaosun üstesinden geliyoruz, yine de ertesi gün ayağa kalkıyoruz. İşte bu, ‘Yutmak’ oyununun irdelediği şeylerden biri –yaşamı sürdürdüğümüz kaotik yöntemler.”
 
Oyun ve Yorumu
 
Boş bir mekânda yan yana sıralanmış üç bölme. Bir apartmanın komşu daireleri de olabilir, kadınların kendilerini kapattıkları soyut hücreler de olabilir. Bölmeleri ayıran metal parmaklıklar var. Cem Yılmazer dekoru ve ışığı tasarlarken bu mekânları hapishane hücresine benzetmemek için zeki bir estetik buluşla parmaklıları dikey ya da yatay yerine diyagonal açıyla yerleştirmiş. Küp biçiminde tabureler de ray üzerinde ileri geri kaydırılarak bu sınırlı mekânda dinamik hareket olanağı yaratıyor. Taburelerin farklı renklerde ışıklandırılması da belirleyici bir öğe oluyor. Yönetmen İbrahim Çiçek’in oyun düzeni de evrensel genellemeyi yakalayan bir soyutlukta. Örneğin ayna mı kırılacak, tomar tomar kâğıt yırtılıyor ayna niyetine. Oyundaki kişileri ve olayları belirli bir ülkeyle ya da şehirle tanımlamamayı hedefleyen ve amacına ulaşan başarılı bir yorum.
 
Kimdir bu üç kadın?
 
Uzun süren ilişkisini kaybeden, bir başka kadın uğruna terk edilmiş, hayatını daha önce hiç sorgulamadığı alışkanlıkları olmaksızın devam ettirmek zorunda kalan Rebecca.
 
Dünyanın çok kötü bir yer olduğuna inanan, yüksek obsesyonlu, ölüm orucuna yatmış, kendini evine hapsedip iyileşmeyi bekleyen Anna.
 
Yanlış bedende doğduğunu düşünen, heyecanlı, kırılgan, umutlu ve çok yalnız Sam.
Kısacası hayata asılmanın, zorlukları ve sorunları aşarak hayatta kalabilmenin savaşını veren üç kadın.
 
Giysileriyle geçmişlerini ve yaşam biçimlerini yansıtan oyunculardan Başak Daşman Rebecca’yı, Ece Dizdar Anna’yı, Merve Dizdar Sam’i canlandırıyor. Başak Daşman’ın Rebecca’sı, örneklerini çok gördüğümüz, kendisi çalıştığı halde erkeğin gölgesinde ve erkeğin garantisinde yaşamaya alışmış bir kadın. Hatta bir eli yağda bir eli balda bir yaşam sürmüş şimdiye kadar. Ama adam günün birinde ceketini alıp gidince sudan çıkmış balığa dönmüş. Ne yapacağını kestiremiyor. Kaderci olup duruma teslim olmakla, “Vay ben nasıl terk edilirim!” hıncı arasında gidip geliyor. 
 
Ece Dizdar iki yıl kendini eve kapatan eski bir dansçıyı canlandırıyor.
 
Ece Dizdar’ın Anna’sı dünyada çok fazla acı üretildiğini düşünüyor ve bir gün artık buna dayanamayacağına karar vererek bu acının bir parçası olmamak adına kendini eve kapatıyor. İki yıl hiç dışarıya çıkmamacasına. Ama öfke patlamaları aynaları kırmaya, evi alt üst etmeye yöneliyor. Yine de ayakları üzerinde en çabuk doğrulacak olan da o. Hiç kuşkusuz dünyadaki acılarla özdeşleşecek kadar bilinçli olmasından kaynaklanıyor bu direnç.
 
Merve Dizdar’ın canlandırdığı Sam, yani gerçek adıyla Samantha, kadın bedeninde dünyaya gelmiş bir erkek. Kendini erkek gibi hissetse ve erkeksi giyinse de kadın görünümünde. O yüzden çaresiz bir sıkışmışlık içinde yaşıyor.
 
Acı yüklü, ama bir yandan da neşeli, üzücü ama yüreklendirici, gündelik yaşamın aşırılıklarına ters köşeden bakarak benlik, kimlik, hayal kırıklığı ve umudu harmanlayan “Yutmak” üç başarılı oyuncunun omuzları üzerinde yükseliyor. 
 
İletişim: 0216. 345 05 18
 
 

Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun yeni oyunu

 

Yazar, mücadeleperest, sürgün…

Zabel Yesayan'ın hayatı sahnede

 
 
Osmanlı toplumunda anti-militarist hareketin öncülerinden Ermeni, sosyalist, feminist kadın yazar Zabel Yesayan'ın Üsküdar'da başlayıp, Sovyetler'de son bulan 60 yıllık uzun mücadele hikâyesi BGST Tiyatro tarafından sahneye taşınıyor. Zabel Yesayan’ın Üsküdar’dan Paris’e; Adana’dan Ermenistan’a çocukluğu, gençliği, mücadele yılları, sürgün yaşamı iki perdelik Zabel oyunu ile seyirci karşısında. Zabel Yesayan’ın hatıraları, romanları ve makalelerinden esinlenerek oluşturulan oyunda Zabel’in çocukluğu, ilk gençliği, yazar olmaya karar verişi, Fransa yılları, II. Meşrutiyet'in yarattığı devrimci hevesi kursaklarda bırakan Adana Felaketi'nin ardından yaraları sarmak için verdiği çaba, 1915'le başlayan sürgün hayatı sahneye taşınıyor.    5 Şubat 1878 tarihinde Üsküdar’da dünyaya gelen Zabel Yesayan yazarlığı, şairliği ve toplumsal duyarlılığı ile genç yaşından itibaren önemli Osmanlı aydınlarından biri oluyor. Zabel'in Stalin kovuşturmalarıyla alındığı bir hapishane hücresinde, bilinmeyen koşullarda son bulan hayatı, karanlığa karşı soluksuz bir kavgayı, feminist bir tarihi bugüne taşıyor.
 
Zabel oyun metni Aysel Yıldırım ve Duygu Dalyanoğlu tarafından yazıldı,projenin danışmanlığını Sevilay Saral yaptı. Oyuncu kadrosunda ise Aysel Yıldırım, Duygu Dalyanoğlu, Elif Karaman, Maral Çankaya ve Nihal Albayrak yer alıyor. 
 
20 Mart  20:30 Moda Sahnesi, Kadıköy
26 Mart  17:00 Boğaziçi Üniversitesi, Demir Demirgil Tiyatro Salonu
10 Nisan 20:30 Moda Sahnesi, Kadıköy
11  ve 14 Nisan 20:00 Boğaziçi Üniversitesi, Demir Demirgil Tiyatro Salonu
 
 

Önemli bir tiyatro kitabı

 
 
Eugenio Barba ile Nicola Savarese’nin yazdığı, Ayşın Candan’ın çevirdiği “Oyuncunun Gizli Sanatı” adlı yapıt Bilgi Üniversitesi Yayınları arasında yerini aldı. Candan kitabı, “”Oyuncunun Gizli Sanatı”, Eugenio Barba ile tiyatro profesörü Nicola Savarese’nin derlediği uzun soluklu bir çalışmanın ürünüdür. Sözlük biçiminde, belli bir yaklaşım kolaylığı sağlamanın yanı sıra, oyunculuk sanatının bir “yeryüzü kataloğu” olarak bu alandaki en kapsamlı eserlerden biri olarak yerini almıştır,” diye tanıttığı ve Tiyatro Antropolojisi Sözlüğü alt başlığıyla sunulan kitapta dünya tiyatrosundan örnekler ve her sözlük maddesiyle ilgili resimler yer alıyor.
 
Kitap bütün kitapevlerinden alınabilir.
 

Oyunbaz’ın “Vişne Bahçesi” Talimhane Tiyatrosu’nda

 
 
On yıl önce Çehov’un “Martı”sı ile tiyatro seyircisine merhaba diyen Oyunbaz Topluluğu, 10. yılında yine bir Çehov eseriyle sahnede. Yönetmenliğini Abdullah Cabaluz’un üstlendiği, Ataol Behramoğlu çevirisi temel alınarak Oyunbaz tarafından derlenen Vişne Bahçesi, Çehov’un en önemli yapıtlarından.
 
Çehov, önceki oyunlarında sosyal değişimden sadece bahsederken, bu son ve en büyük öyküsünde, değişimi oyunun merkezine yerleştirmiştir. Vişne Bahçesi, feodal düzenin yıkılmakta olduğu 19. yüzyıl sonu Çarlık Rusya’sında, nesli tükenmekte olan bir sosyal ve ekonomik dinozoru temsil eder. Bütün insanlığı doyurabilecek büyüklükteki bu bahçe, artık kendi sahiplerini bile besleyemez durumdadır.  Sahiplerine göre, kendi lekesiz geçmişleriyle özdeşleşen bahçe, bir devrimcinin gözünde kölelerin terleri ve kanlarıyla sulanmış bir servetin temsilidir. Geçmişe sıkı sıkı tutunmuş toprak sahibi aristokratlar ve geleceği sınırsızca düşleyen idealist öğrenciler arasından sıyrılan “yeni burjuvazi”, kölelikle yoğrulmuş geçmişine duyduğu öfke ve torunlarının geleceğini inşa etme hayalinin hırsıyla bugünü hızla dönüştürmektedir.
 
Değişimin kaçınılmazlığı içinde, oyun kişilerinin öznel istekleri, dönemin nesnel gereklilikleriyle çatışır durur. Karakterler tüm oyun boyunca olup biteni, geçmişe övgüler düzerek, bugünden yakınarak ve geleceği kaygıyla bekleyerek seyrederler. Oyunun idealist öğrencisi Trofimov’un deyişiyle, “hayatlarında bir kez bile olsun gerçeğin doğrudan doğruya gözlerinin içine bakamayan bu insanlar, her an, sadece felsefe yapar, can sıkıntısından yakınır ya da kafayı çekip dururlar.”
Oyun 25 Mart saat 20.30’da Talimhane Tiyatrosu’nda izlenebilir.
 
Bilgi: 0212. 238 85 09 (Talimhane Tiyatrosu, Şişli Blackout AVM)