Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Zoraki "Aşk Delisi"
29 Ocak 2016 - 06:01 | Pınar Çağlar Gençtürk ve Berk Hakman, Oyun Atölyesi'nin sahnelediği Sam Shepard oyunu "Aşk Delisi"nde.
Oyun Atölyesi’nin yeni oyunu “Aşk Delisi”, kıvamı tutturulamamış bir Sam Shepard yorumu
AŞK DELİSİ- Yazan: Sam Shepard, Çeviren: Haluk Bilginer, Yöneten: Muharrem Özcan, Sahne tasarımı: Barış Dinçel, Işık tasarımı: Kemal Yiğitcan, Müzik: Çağrı Beklen, Oynayanlar: Pınar Çağlar Gençtürk, Berk Hakman, Beyti Engin, Avni Yalçın.
 
Sam Shepard’ın “Oedipus” kadar trajik olabilecek oyunu “Aşk Delisi”, ülkemizde çok farklı bağlamdaki bir trajik sürecin ortasında sahnelendi. Oyunun çevirmeni Haluk Bilginer, oyunu ve güncel süreci öyle bilgece harmanlayan bir yazı yazmış ki, burada aktarmasam büyük hak yemiş olurdum. Bilginer, “Sanat ve Ahlak Üzerine” başlıklı yazısında “Ahlaksızlıkla mücadele etmenin en iyi yoludur sanat,” dedikten sonra şöyle sürdürüyor görüşünü:
 
“Aşk, sınır tanımaz, gerekçe göstermez ve aşk koşul öne sürmez. Hatta birileri size ‘Durun, siz kardeşsiniz!’ dese bile… Gerçek aşk, koşullar ne olursa olsun değerinden hiçbir şey kaybetmeden tüm karmaşıklığıyla devam edendir.
 
Ama bunun tersi de var. Nefret tohumları saçılmış bir ortamda birileri çıksa ‘Durun, siz kardeşsiniz!’ dese, birbirini öldürmeyi bırakır mı sizce taraflar?Yoksa gözü dönmüş ve yürekleri olması gereken yerde olmayan insanlar birbirini yok edene kadar devam mı ederler savaşa? Karanlık günler yaşadığımız toplumumuzda birileri çıkıp ‘Aklınızı ve yüreğinizi olması gereken yere koyun ve durun. Siz kardeşsiniz!’ deme yürekliliğini gösterse keşke…”
 
Oyun
 
“Aşk Delisi” Amerika’nın kavurucu çöllerinden birindeki bir motel odasında geçiyor. May, geçmişinden kurtulmak, yıllar boyu süre gelmiş bir tutkudan kaçıp yeni bir hayata başlayabilmek için bu motele sığınmış. Ama tutkunun diğer kişisi olan Eddie de izini sürüp gelmiş oraya. May’e kendisiyle birlikte gelmesi, karavanda birlikte yaşamaları için ısrar ediyor. Sahnede, daha doğrusu sahnenin bir kenarında da yaşlı adam oturuyor. Yaşlı adam hem odanın dışında, hem kimi zaman somut olarak, çoğunlukla da bu trajedideki ağırlığıyla odanın içinde.
 
İlk gençliklerinden başlayan büyük aşk, May ve Eddie için vazgeçilmez bir yaşam biçimi olmuş, bu iki kişi kendi varoluşlarının nedenini birbirlerinde bulmuşlar. Ancak, oyun ilerledikçe, yaşlı adamın yer yer karıştığı diyaloglardan bambaşka bir ilişki yumağı ortaya çıkıyor. ABD’nin bağımsız yönetimleri olan eyaletlerinde, pek çok Amerikan filminde de örneklendiği gibi, insanlar değişik eyaletlerde değişik adlarla yaşayabiliyor, hatta birden fazla aile düzenleri kurabiliyorlar. Oyundaki alkolik yaşlı adam da, birbirinden habersiz iki aile kurmuş, ikisinden de birer çocuğu olmuş ve her iki aileyi de terk edip gitmiş biri. Tabii ki o çocuklardan biri May, diğeri de Eddie. 
     
 
Üvey kardeş de olsalar, hatta bu ilişki ortaya çıkınca Eddie’nin annesinin intiharına yol açmış olsa bile, kopamamışlar bir birlerinden. Ne var ki, şimdi May ömürlerinin yarısını kapsayan bu beraberlikler ve ayrılıklar döngüsünü daha fazla yaşamak istemiyor, en azından istemediğini söylüyor. Hatta kendisini buna inandırmak için Martin adında bir sevgili bulmuş. Ne kadar inandığı, kendini ne ölçüde kandırabildiği hayli su götürür. Eddie ortaya çıkınca şiddete varan kavgalar olsa da cinsellik her zaman galip gelmiş. Bu sefer de öyle olacak gibi görünüyor, ama sonuç beklendiği gibi olmuyor.
 
Oyunun Yorumu
 
Sahne tasarımına imzasını atan Barış Dinçel, o yol üstü motel odalarının iç içeliğini simultane bir dekorla gerçekleştirmiş. Oda, banyo, veranda, yol, neon ışıklı tabela birbirinin içinde. Dahası, çok esprili bir buluş ve birkaç kova kumla çölü de sahnenin ön planına yerleştirmiş. Kumullarıyla, kaktüsleriyle eksiksiz.
 
May’in daha ayağı yerde bir kişi olmasına karşın, Eddie’nin sorumlulukları üstlenen bir çerçevede beraberliği sürdüremeyen biri oluşu bile yeni yetmelik çağında başlayan ilişkinin tutkuya dönüşmesini engelleyememiş. Bu öylesine büyük bir tutku ki, zaman zaman ayrılsalar da birbirlerinden vazgeçememişler. Üstelik kimliklerinin gerçeği ortaya çıkınca bile bu dönüşü olmayan bağı koparamamışlar. 
 
Ancak, biz seyirciler, bu tutkunun kimi zaman acıtan, kimi zaman yücelten gücünü yeterince algılayamadık. Bu noktada yönetmene sitem etmemiz gerekiyor. Sahneye renk renk yumaklar atılır; bunlar dokuma tezgâhında örülecek ki ortaya bir bez, bir kumaş, bir kilim, bir doku çıksın. 
 
Oysa “Aşk Delisi”ndeki birbirinden renkli dört yumağın uçları tezgâhtan aşağı sallanıp duruyor. Her oyuncu kendi rolünü, kendi başına oynuyor. Ama bir doku, bütünlenmiş bir çerçeve oluşmuyor. Oyuncular, oturan kadın, öfkelenen kadın, kovboy şapkasını yüzüne indirip oturan genç adam, içkiyle gargara yapan yaşlı adam ve olan biteni şaşkın bir öfkeyle karşılayan yeni sevgili. Oyuncular bu yerleştirmeleri başarıyla gerçekleştiriyorlar. Pınar Çağlar Gençtürk iyi oynuyor. Berk Hakman ilk sahne deneyimi olduğu halde başarılı. Beyti Engin ve Avni Yalçın, yeteneklerini, deneyimlerini yıllrdır kanıtlamış oyuncular. Ama ne tutku, ne öfke, ne şaşkınlık, ne kıskançlıklar birbirine dokunuyor, ne de seyirciye ulaşıyor. Ve yönetmenin yaptığı sahne trafiğini düzenlemekle kalıyor.
 
İletişim: 0216. 345 39 39
 

* * *

 

Başparmak Kuşağının İşleri

 
 

Uğur Uludağ bu oyununda “başparmak kuşağı” dediğim

tuş bağımlısı gençleri sahneye getiriyor

 
EX S- Yazan ve yöneten: Uğur Uludağ, Sahne tasarımı: Barış Dinçel, Oynayanlar: Özgür Şenyer, Özgül Sağdıç, Muammer Tali, Yasemin Hadivent, Şükrü Çetin, Dilek Dilan Saydut, Mete Tekindal, Merve Özdemir, Berkan Çalışkan.
 
Espri Standartları Enstitüsü Kurumu (E.S.E.K.) kuruluşunun 26. Yılında farklı bir kadro ve yeni bir oyunla seyirciyle buluştu. Günümüzün herkesçe bilinen gerçeği: Bir lokantaya, bara gittiğinizde, hatta evinizde ergen yaştakiler varsa aile sofranızda, çatal kaşıktan önce elden hiç düşmeyen tek şey cep telefonu. Bir arada oturan insanların arasında iletişim kurulmasını engelleyen, uzun vadede var olan iletişimleri ortadan kaldıran tuş bağımlılığı. 
 
Yazdığı oyunlarda yetenek ile zekâyı buluşturmayı iyi bilen Uğur Uludağ, EX S oyununda da aynı yaklaşımla çağımızın olgusunu irdeliyor. Sosyal medya dilindeki kısaltmaların, günlük konuşma dilini nasıl bozduğunu, kadın erkek ilişkilerinin nasıl dokunmatik hale geldiğini örnekliyor. Oyunun adı bile yeni dilin yansıması: EX S, yani eski sevgililer. Ancak, oyun bu bildik ve gündelik olguyu sahneye basit bir parodi, sığ bir komedi olarak getirmiyor.
 
Zaten Uludağ da oyunu tanımlarken, "İzleyici bu oyunda kendisini görecek. Bir kere gülecekler, eğlenecekler. En önemli olanı o. Çünkü şu günlerde en çok ihtiyaç duyulan şey, biraz kahkaha atmak, biraz gülümsemek. Biraz 'Biz ne yapıyoruz?' diye soracaklar kendilerine. 'Ne yapmalıyız?'ın cevabı da çıkacak aslında. Tam bu günün jenerasyonunu anlayan, onlara merhaba diyen, onlarla selamlaşan, onlarla arkadaş olan bir tiyatro oyunu," derken gündemi de sorgulayan bir bakış açısını vurguluyor. Bunun yanı sıra, genç kuşağı dışlamak, onlara dudak bükmek yerine, onları anlamaya çalışan, günün gerçeğini kabullenmesini bilen bir yaklaşım gösteriyor. 
 
Oyunun en çok alkış alan üçlüsü
 
Bu oyunun sahne tasarımı da Barış Dinçel’in elinden çıkmış  (bu kadar çok çalışma arasında evine ne zaman gidebildiğini gerçekten merak ediyorum). Dinçel sahneyi akıllı telefonlardan bilgisayarlara, kafese sokmaya çalıştığı twitter’a, facebook’a kadar her türlü çağdaş teknoloji ürünlerinden oluşturmuş. Akıllıca olduğu kadar sempatik bir ortam gerçekleştirmiş.
 
Oyunun fazlaca uzun süren birinci perdesinden sonra, ikinci perde güzel bir sürprizle başlıyor. ESEK’in emektarları Yosi Mizrahi ve Hakan Bilgin, Uğur Uludağ’la birlikte günün teknolojisini beceremeyen yaşlı kuşağı canlandırdıkları kısa bir skeç oynuyorlar ve müthiş alkış alıyorlar. Bu skeç galiba bir anlamda Uludağ’ın ve kurucu kadronun, gençlere yol açmak isteğini, sahneyi onlara devretme niyetini sezdiriyor. “Aman, sakın ha,” diyorum.
 
Genç kadro elinden geleni yapmaya çalışıyor; zaten kendileri de başparmak kuşağından oldukları için kendilerini oynamakta fazla sıkıntı çekmiyorlar. İçlerinden bayrağı kim devralır, kim yarına kalır derseniz, o ışık Özgür Senyer’de var.   
 
Profilo Küçük Salon: 0212. 216 44 00
 

* * *

 
 
23 Ocak, 20 Şubat, 19 Mart Cumartesi 20.30'da KarmaDrama'da.
 
Derici Zeynel Sok. 8/A, Söğütlüçeşme-Kadıköy
0532. 448 30 72 – 0532. 285 66 66
 
 

* * *

 

Yıllar geçse de üstünden...

 

Muhabbetli dinleti

 
 

Fikret Kızılok şarkıları Pazar akşamları Kumbaracı50’de

 
Yiğit Sertdemir‘in kurguladığı ve Burçak Çöllü‘nün düzenlemelerini yaptığı; Fikret Kızılok şarkılarından oluşan akustik dinletide, Yiğit ve Burçak aynı zamanda solist olarak yer alıyor. Orkestra eşliğinde bizleri Fikret Kızılok şarkılarıyla buluşturacak olan muhabbetli dinleti “Yıllar geçse de üstünden…” Kumbaracı50’de sahne alıyor.
 
Piyanoda Burçak Çöllü, çelloda Burçak Demir, kemanda Oya Uysal, gitarda Tunç Öndemir ve perküsyonda Yiğit Sertdemir’in yer aldığı dinleti; 7, 21, 28 Şubat Pazar akşamları tarihlerinde saat 20:30’da başlayacak.
 
İletişim: www.kumbaracı50.com
http://bilet.kumbaraci50.com/Oyun
 

* * *

 
 

‘‘Türk Sanatında Kökler ve Temeller’’

30 Ocak - 25 Şubat
 
Mıgırdiç Givanian
 
Ülkemiz resim sanatının köklerini ve temellerini oluşturan değerli sanatçılarımızın eserlerinden oluşan, ‘‘Türk Sanatında Kökler ve Temeller’’ isimli resim, seramik heykel ve fotoğraf sergisi  30 Ocak’ta Galeri Eksen’de açılıyor.
 
Sergide eserleri yer alan sanatçılardan bazıları, Erol Akyavaş, Özdemir Altan, Bedri Baykam, İbrahim Çallı, Nejat Melih Devrim, Şükriye Dikmen, Gürdal Duyar, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Mıgırdiç  Givanian, Ara Güler, Nuri İyem, Zeki Faik İzer, Füreyya Koral, Fikret Mualla, Zekai Ormancı, İbrahim Safi, Nusret Suman, Bedia Taran, Burhan Uygur,Adnan Varınca imzalarını taşıyor.
 
Maçka Caddesi | No:29 | Nişantaşı
0212. 219 08 50 |info@galerieksen.com
 

* * *

 
 

Yedi Mekân

 
 
Mine Sanat Galerisi; 2016’da 31. yılına girmiş oldu. Sanat ortamımız için ender görünen bu süreklilik, hiç kuşkusuz, çağdaş sanatın ülkemizde boy salmasını sağlayan özelliklerdendir. Çünkü, Mine Sanat başından beri “çağdaş sanat” ilkesini korumuş, riske girerek genç sanatçıları da beraberinde bu günlere getirmiştir. Zaten özgeçmişini simgelercesine; geçen yıl 30. yılına armağan olarak çıkardığı kapsamlı 3 ciltlik kitabıyla belgelemiştir.
 
Şimdi, yeni mekânı-yedi mekânı ile birlikte zorlukların üstesinden gelerek, galerilerinde sergiler açtığı sanatçılardan bir kısmıyla, bir bakıma “uğurlu olsun” sergisi açıyor. Sanatçıların bir araya gelmesini sağlayan; Mine Gülener’dir. Mekân elvermediği için katılamayan öteki sanatçıları bundan sonraki sergilerinde sunacaktır. “Yedi Mekân” sergisi adı farklı imgeler çağrıştırmasının yanı sıra, galerinin İstanbul’a selamıdır da! 
 
Bizler, sanatçılar, olarak Mine Sanat Galerisi'nin yeni mekânında da başarılı sanatsal etkinliklere “mühür” basacağına eminiz. - Yusuf Taktak
 
Sergide Yer Alacak Sanatçılar: Balkan Naci İslimyeli, Bedri Baykam, Bubi Halil Akdeniz, Koray Ariş, Meriç Hızal, Serhat Kiraz, Tomur Atagök, Yusuf Taktak.
 
Teşvikiye, Dr. Orhan Ersek Sok. No:28/A D:2 Nişantaşı
0212. 232 38 13 – 0536 553 50 66
 
 

* * *

 
 

antonio saura - hayali portreler

22.01.2016 - 27.02.2016
 
 
Galeri Nev, tam yirmi yıl önce Türkiye’de ilk kez sergilediği 1930 doğumlu ANTONIO SAURA’nın özgün litografilerini yeniden ziyaret ediyor. Sanat tarihçileri İspanyol modernizmini kuran isimlerden biri olan ANTONIO SAURA’yı, hem ardıllarından Velázquez, Greco, Goya ve Picasso ile hem de başka coğrafyalardan kuşakdaşları Francis Bacon, Willem de Kooning ve COBRA’ya bağlıyorlar. Sergide Antonio Saura’nın bu bağlarını açıkça temsil eden ve 1977 ile 1994 arasında gerçekleştirdiği “Rahipler” (1977), “Dört Mevsim” (1977), “Hayali Portreler” (1983), “Dora Maar’a Saygı” (1986) ve ünlü “Yedi Büyük Günah” (1994) dizileri öne çıkıyor.
 
“Rahipler”  dizisinde, düşünceli gibi duran şapkalı, haçlı ve oklu siyah figürler, kağıdı baştan sona dolduran sayısız yüzen leke, karmaşık örüntü ve sarmallar içerisinde, dengesiz ve dışarılara taşan bantlar oluşturuyor. Benzer örüntü ve sarmal kompozisyonu, kibir, açgözlülük, şehvet, kıskançlık, oburluk, öfke ve tembelliğin resmedildiği “Yedi Büyük Günah (1994)” dizisi ile “Dört Mevsim”de de izlenebiliyor. “Hayali Portreler” ise, imgenin çarpıtılması ve bu çarpıtmalarla yakalanan ruhsal dramları portreleştiriyor. Picasso’nun yaratı mekanikleri ile hesaplaştığı “Dora Maar’a Saygı”  dizisi “Hayali Portereler” ile birlikte sergileniyor. Böylece Dora Maar’ın yüzleri, Saura’nın yüzlerine karışıyor. 
 
Gezegen Sok. No:5, Çankaya/Ankara - (0312) 437 9390