Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Selin Gürel | “Hayat, filmi kapsar…”

“Hayat, filmi kapsar…”

04 Ağustos 2015 - 11:08 | Mia Hansen-Løve, "Eden"in başrol oyuncusu Félix de Givry ile.
Modern Fransız sinemasının yeni kuşağını en iyi temsil eden yönetmenlerden Mia Hansen-Løve ile son filmi “Eden” üzerine söyleştik
Bu hikayeyle bir gönül bağınız var, önce oradan başlayalım.
 
“Eden”den önce gençlik üzerine bir film yaptım, biliyorsunuz. “Goodbye First Love”. Kendi ergenlik dönemimden ilham alan, çok kişisel bir filmdi. Bu filmden sonra, kendi gençliğimi anlatmanın başka bir yolu daha olabileceğini keşfettim. Yine çok samimi ve kişisel bir hikaye anlatacaktım, ama bu kez sadece kendi duygularımı ve yaşadıklarımı değil, kendi neslimin kolektif olarak yaşadığı deneyimi malzeme edecektim. Bunu yapmanın en kestirme yolu da ağabeyimin gençliğini anlatmaktı. Ondan ilham aldım. 20 yıl önce yaşadığı ve artık çok geride kaldığını düşündüğü günleri yeniden hatırlamasını sağladım. O yıllardan sonra beş parasız kaldı, mutsuz birine dönüştü. En azından bu hikayeyi anlatarak, o dönemin onun için bir anlam kazanmasını sağlamak istedim. İkimiz için de doğru zamandı.
 
Bu film, kariyerinizdeki en pahalı film olmalı. Sadece şarkıların haklarını almak bile epey pahalıya mal olmuştur.
 
Kolay olmadı, ama ilk üç filmimden sonra bu tür bir sınava hazır hissediyordum kendimi. Bu filmi çekme fikri birçok nedenden dolayı zora girdikçe, proje benim için daha çekici hale geldi. Uzun bir süreci kapsayan, birçok figüran gerektiren, oldukça büyük bir proje olmasına rağmen, insanlara beklediklerini veren ticari bir film değil bu. Önceki filmlerim kadar kişisel, ama daha büyük ölçekli bir film. Belki de Olivier Assayas’ın “Carlos”u çekmesi, bana kötü örnek olmuştur. (Kahkahalar) “Eden”i iki bölüm olarak yazmıştım. İki film çekeceğime inanacak kadar naiftim. Gerekli parayı bulabilseydim, çekerdim de. Ama elbette kimseyi kandıramadım. Yapımcılar, bu filmlerin ticari olmayacağını, seyirci çekmeyeceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden iki filmi, bir uzun filme dönüştürmek zorunda kaldım ve ruhunu kaybetmemesi için uğraştım.
 
Filmlerinizde sanki kimse rol yapmıyor. Oyuncular, film bittikten sonra bile canlandırdıkları karakterlerin hayatlarını yaşamaya devam ediyor gibiler. Özellikle bu yüzden, filmlerinize özel bir sevgi besliyorum. Bu seviyede bir gerçeklik duygusuna ulaşmayı nasıl başarıyorsunuz?
 
Çok teşekkür ederim bu sözlerin için. Gerçekten tam da dediğin gibi, film bittikten sonra da hayatın devam ettiği hissini aşılamaya çalışıyorum ve insanlar bana bunu söylediğinde, çok mutlu oluyorum. Film çekerken, hayatın direkt bir yansımasını sunmak benim için çok önemli. Sanki her şey filmden ibaret değilmiş, filmden çok daha fazlası varmış gibi hissettirmek istiyorum. Hayatın devam ettiğini ve filmin hayatın sadece bir kısmını gösterdiğini vurguluyorum. Birçok filmde, hayatı bir bütün olarak bulursunuz, gerisi yoktur. Oysa hayat devam ediyor, her zaman gerisi var. Bunu nasıl yaptığımı açıklamak zor. Oyunculara gerçek hayat ile kurmaca arasında kalan son derece akışkan bir atmosfer yaratmaya çalışıyorum. 
 
Félix de Givry ve Pauline Etienne, 'Eden'in başrollerini paylaşıyorlar.
 
Bunun için uzun bir hazırlık süresi gerekiyordur.
 
Evet, ama bu hazırlık çok fazla prova yapmakla ilgili değil. Benim için, tamamen oyuncuları tanımakla ilgili. Benim filmlerimde oyuncular, prova yapmak için odalara kapanmazlar. Çünkü bunun hiçbir işe yaramayacağı bellidir. Senaryoyu görsen, hak verirsin. Sahnenin neye benzeyeceği, tamamen sete, atmosfere ve mekana bağlı. Örneğin, “Eden”de başrol oyuncusu Félix de Givry’nin en büyük hazırlığı, ben ve ağabeyimle vakit geçirmek oldu. Bir projeden diğerine atlayan bir oyuncu olmadığı için, yeterince zamanı vardı. Bu zamanı, hep birlikte vakit geçirerek kullandık. Bazı yönetmenler vardır, oyuncularının sahne korkusunu filmlerine malzeme ederler. Bunu kullanırlar. Benim yaptığım ise tam tersi. Oyuncuların kendilerini rahat hissetmelerini ve bana güvenmelerini isterim. Bazı yönetmenler de ilk çektiklerine güvenirler, tekrar çekim olmayınca ortaya çıkanlar daha şaşırtıcı olur, bu doğrudur. 20 tekrar alırsınız, ama ilki hepsinden iyi çıkar. Ben de bazen ilk çektiklerimi kullanıyorum, ama her zaman çok fazla tekrar çekim yaparım. Oyuncuların rol yaptıklarını unuttukları anı yakalamak için. Doğru tonu bulabilmek için. Oyunculuğun en gerçek anı, ancak oyuncunun kendini, bilincini, niyetlerini unuttuğu noktada başlar. Oyuncular sıkıldıklarında, yorulduklarında yapmaları gerekenleri unutup, daha doğal olabiliyorlar. 
 
Bu filmler ne ticari ne de popüler. Fransa’da bütçe konusunda karşınıza çıkan engellerle nasıl baş ediyorsunuz?
 
Delirmemek için başka şeylerle meşgul ediyorum kendimi. Özellikle bu filmde, birçok karakter, figüran, düşünülmesi gereken yüzlerce detay, haklarını satın almam gereken birçok şarkı vardı. Bütçe beklerken yapmam gereken çok şey vardı, anlayacağın. Para beklerken, işin artistik yönü üzerinde düşünmek yararlı oluyor. “Eden” zaten çekmesi çok zor bir filmdi, bu yüzden bütçe konusunu unutmam kolay oldu. Kötü haberler aldıkça, üzerlerinde fazla düşünmemeye çalışıyordum. Ama kolay olmadı elbette. Üç kez yapımcı değiştirmek zorunda kaldım. Her biri için filmin dünyasını baştan kurdum. Öyle zamanlarda yazmak da çok işe yarıyor. Kimsenin beni rahatsız edemeyeceği bir dünyaya çekilmekten hoşlanıyorum. Filmlerimi bizzat yazmamın sebebi de bu aslında. Yazarken, kimseye hesap vermek zorunda değilim. 
 
“Eden”de müthiş bir kurgu çalışması göze çarpıyor. Filmin kurgusu hangi aşamalardan geçti?
 
Teşekkürler. İlk filmimden beri en aynı kurgucuyla çalışıyorum. İnsanların filmde “hiçbir şey olmadığını” söylemeleri çok tuhafıma gidiyor mesela. Doğru, filmde büyük bir çatışma veya büyük bir şiddet anı yok. Kurguyu yaparken, filmin ritmini bulmak zorundaydık. Ama ritmden kastım, sadece hız ve hareket değil. Uzun ve ağır bir sahneden sonra, çok hızlı ve kısa sahneler geliyorsa, daha özel bir kurgu çalışması yapmak zorundasınız. İzlediğim filmlerde hoşuma gitmeyen bir şey varsa, o da bir sahnenin başını ve sonunu apaçık görebilmek. Başını görürsünüz ve ondan önce hiçbir şey yokmuş gibi hissedersiniz. Sonunu görürsünüz, bu kez ondan sonra hiçbir şey yok gibidir. Birçok film böyle çekiliyor. Sevdiğim filmler dahil. Ancak kendi adıma, bir sahneye başlarken ondan öncesi varmış gibi, sahneyi bitirirken de ondan sonrası varmış gibi hissettirmeye çalışıyorum. Bunu başarmak için, bazen oyuncuların kameralar çalışmaya başlamadan önce sahneye giriş yapmasını sağlıyorum ve aynı şekilde sahne bitmiş olsa bile devam etmelerini istiyorum. Hayat, filmi kapsar. Film, onun küçük bir parçasıdır sadece. 
 
Hangi yönetmenlerin filmlerini izlemekten hoşlanıyorsunuz, hangilerinden ilham alıyorsunuz?
 
Öyle çok var ki! En çok Yeni Dalga yönetmenlerinden ilham alıyorum. Çünkü benim kültürüm içinde şekillenen bir akım bu. O yönetmenlerin belli bir özgürlüğe erişmek için ne gibi yollar keşfettiğini görmek çok değerli benim için. Özellikle de Eric Rohmer ve François Truffaut. Modern sinemadan, Nanni Moretti’yi ve Joachim Trier’yi beğeniyorum. “Oslo, 31. august”a hayranım. Normalde izlediğim filmlerden etkilenmemeye çalışırım. Ama doğruyu söylemek gerekirse, Olivier Assayas’ın “Après mai”sini “Eden”i yazmaya başlamadan hemen önce seyretmiştim. O film de bir neslin portresini çiziyordu. Filmin melankolisi ve karakterlerin idealleri beni çok etkiledi ve kendi neslim hakkında kalem oynatmamı mümkün kıldı.