Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Selin Gürel | Cehennemin dibine kadar yolumuz var!

Cehennemin dibine kadar yolumuz var!

15 Eylül 2015 - 02:09 | 'Baskın'da bir grup polis, kendi içinde bir düzeni olan 'cehenneme' giriyor.
Toronto Film Festivali’nin Geceyarısı Çılgınlığı bölümü, bu bölümde gösterilen ilk Türk filmi “Baskın” ve korku türünün yerel kalıplardan çıkışı üzerine…
Toronto Film Festivali’nin Geceyarısı Çılgınlığı (Midnight Madness) bölümü, festivalin geri kalanından tamamen bağımsız, seyirciyi zevkten, korkudan veya heyecandan kendinden geçirme amacı üzerine kurulu, başlı başına bir seyir deneyimi… Sanki bir tarikatın gizli toplantılarına katılıyormuşsunuz ya da festivalin diğer gösterimlerinde içinizde özenle sakladığınız en çılgın yanınızı törenle ortalığa salıyormuşsunuz gibi hissettiriyor. Üstelik gerçekten korku türünün çatısı altına giren film sayısı o kadar da yüksek değil; korkunun yerini çoğu zaman bilimkurgudan aksiyona, istismar filminden B filmine kadar hayli geniş bir alana yayılan en absürt filmler alıyor. Geceyarısı Çılgınlığı’na bir film olarak dahil olmanın şartı, ya gerçekten korkutmak ya da çılgınca eğlendirmek. En azından bölümün programından sorumlu Colin Geddes’i korkutmak ya da eğlendirmek zorundasınız.
 
Midnight Madness, Toronto Film Festivali'nin korku ve genel absürdite merkezi.
 
Bugüne kadar bu programa hiçbir Türk filminin dahil olamaması, sürpriz değil. Sinemamızda korku türünün, nadiren vasatı aştığından mı, vasatın altında kaldıkça semirdiğinden mi bilinmez, yerinden kalkamayacak kadar hantal, yaratıcı olmak için uğraşamayacak kadar tembel ve dahası birbirini tekrar eden bir çizgide seyrettiği malumunuz. Nadiren de olsa, bu döngüyü kıran filmler olmuyor değil, ama onlar da “cin korkusu” alttürünü sahiplenerek yerel seyirciyi hedefliyor, yurt dışına açılmaktan imtina ediyor. Bu cin korkularının en iyisi hala Alper Mestçi’nin “Musallat”ı. Peşinden “Karadedeler Olayı” geliyor.
 
Türk seyirciyi korkutan tek şeyin cinler olduğu inancı hala o kadar sağlam ki, sırf bu yüzden yerli korku sineması neferleri, hiç de azımsanmayacak bir süredir, bütün enerjilerini hepsi birbirine benzeyen cin korkularına en “ürkütücü” isimleri bulmak için harcıyor. Günden güne zorlaşan bu iş, nasılsa filmin kendinden daha fazla önem arz ediyor. Alevler içindeki ayetleri perdeye yansıtmayan bir yerli korku filmi izleyince, şoke oluyor, ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Dini sömürü aracı olarak kullanmayan bir korku filmi mi? O da nesi?
 
Hal böyleyken, resme Can Evrenol’un “Baskın”ı giriyor ve yerli sinemada korkunun sınırlarının taklide yaslanmadan pekala genişletilebileceğine büyük bir zevkle tanık oluyoruz. “Baskın”, önce Colin Geddes’i sonra 1000 kişiyi aşkın bir topluluğun oluşturduğu Geceyarısı Çılgınlığı seyircisini darmaduman etti. Üstelik gayet bizden bir öykü ve diyaloglarla. Nasıl mı? Tek kelimeyle açıklamak gerekirse: Atmosfer. Yani eksikliği, türe can çekiştiren en büyük hazine!
 
Bir grup polisin cehenneme açılan kapıdan içeri adım atması fikri, toplumdaki “polis” algısının dışavurumu olarak hayli isabetli. Ama bunu sadece polis üzerinden değil, genel olarak otorite figürünün öte dünya ve getirdikleriyle imtihanı olarak okuyup, kurban kitlesini genişletelim. Alıştığımız gibi sipariş üzerine film çeken değil, korku sinemasını iyi tanıyan, seven bir yönetmenle karşı karşıya olduğumuzu fark etmemize yol açan referanslar, göndermeler filmin yamaları değil, başlı başına yapı taşları. Kanayan yaramız olan diyaloglar, son derece doğal bir tonda, akıp gidiyor. Baştan sona gece vakti geçen, gün ışığını hiç göremediğimiz film boyunca, ışık kullanımı kusursuz. Karanlığı çok iyi kullanan, ender korku filmlerinden biri bu. Cehennem sekansında tüyleri diken diken etmek için özel efektlere değil, makyaj çalışmasına güvenen Evrenol, organik bir kabus yaratmış. Tam da bu yüzden, gördüğünüz her şeyin mümkün olabileceğine inanıyorsunuz. Üstelik cehennem, din kavramıyla bağdaştırılmadan, Dante’nin “Cehennem”i gibi, kendi içinde bir düzeni olan ayrı bir dünya olarak yansıtılıyor. Bu arada filmin gore’a doğru kayması elbette kaçınılmaz.
 
Film, dini mefhumları işin içine karıştırmadan gore unsurlara yer veriyor.
 
Evrenol’un atmosfer yaratımı konusunda özel bir çaba harcadığı muhakkak. Film, kan ter içinde uyandığınızda gerçek olduğuna yemin edebileceğiniz bir kabus gibi kurgulanmış. İzlerken filmin dışına çıkacağınız, dikkatinizi dağıtan, sinema salonunda olduğunuzu hatırlatan bir aksaklığa rastlamadığınız için, atmosferin kölesi olmaktan başka çareniz yok. Hem başka bir dünyaya ait olduklarını hissettiren hem de nasılsa sahici mekanlar ve leş gibi karakterler, gündelik diyaloglarla bir olmuş, üstünüze üstünüze geliyorlar. Yine de filmin en sarsıcı bölümünü oluşturan cehennem sahnelerinde, dehşeti bir adım ileri götürmek için ritmin bilinçli olarak yavaşlatılması, büyük bir risk gibi görünüyor. Bu risk, o noktaya kadar başarıyla ulaşmış bazı izleyicileri zorlayabilir.
 
Bütün bunlar olurken, çok derin alt metinler, büyük mesajlar beklemeyin. Evrenol, böyle atmosferik bir korku filmi çekerken, gösterişli mesajlar vermek uğruna, hikayesini sekteye uğratmadığı, büyüyü bozmadığı için zil takıp oynamak gerek. Dahası, önceden inceden inceye planlanmış bir finale doğru ilerlemek ve sonunda açılan bütün kapıların kapandığına tanık olmak, sevinçlerin en büyüğü.
 
“Baskın” Türk korku sineması için bir dönüm noktası olduğu kadar, uluslararası standartlarda da yılın öne çıkan korku filmlerinden biri. Herkesin bir cehennemi var, ama Can Evrenol’unki çok fena kokuyor.