Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Akbank Sanat’ın ‘gökkuşağındaki 30 yılı’

Akbank Sanat’ın ‘gökkuşağındaki 30 yılı’

Akbank Sanat’ın ‘gökkuşağındaki 30 yılı’14 Aralık 2023 - 01:12
İstiklâl Caddesi’ndeki 30 uluslararası yıllık etkinlik geçmişinde, 100’ün üzerinde sergide 1500’ün üzerinde sanatçıyı buluşturmuş Akbank Sanat, Prof. Hasan Bülent Kahraman’ın ortaya koyduğu “Bir İçgörü Mekânı” antolojisiyle, kendi tarihiyle yüzleşiyor. Sergi konsepti ve sergileme tasarımı Bülent Erkmen’e ait bu kolektif hatırlama kavşağı için konuştuğumuz küratör Kahraman, “Zaman her şeyi ayıklıyor; zaman, kurumları da eğitiyor,” mesajını iletiyor.
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com 
 
İstanbul Taksim’de, Beyoğlu İstiklâl Caddesi girişinde ‘aktüel’ sanat tarihi yazımında pay sahibi olmuş Akbank Sanat (Merkezi), 30’uncu yılını Işık Üniversitesi Rektörü, eleştirmen ve küratör Prof. Hasan Bülent Kahraman’ın üstlendiği bir sergiyle kutluyor. 
 
Sergi konsepti ve sergileme tasarımı, Milliyet Sanat dergisinin 51 yıllık tarihine de nice kapakla adını yazdırmış Erkmen’e ait etkinliğin, mimarî ve teknik yönetimiyle video üretimi ise, Buşra Tunç tarafından gerçekleştiriliyor. 
 
 
‘Gökkuşağında saklı bir zaman tüneli’ olarak kurgulanan ve tecrübe edilen sergide, izleyici, kurumun arşivsel belleğinden alınan nadide katalog, medya ve eleştiri alıntıları ile yıllık sergi envanterinin yardımı ile ‘güncel sanat’ın Türkiye’de kat ettiği yola serbest bir okuma ile dahil olabiliyor. Haliyle 31 panelin yer bulduğu sergi, Prof. Kahraman’ın bina giriş katındaki ‘sergi manifestosu’ ile başlarken, Kahraman izleyiciye “o otuz yıl şimdiye doğru tarandığında, anımsamayı zorlayacak kadar uzun bir süre. Tarihin on yıllarla yazıldığı anımsanırsa, üç on yılın uçurum derinliği daha iyi anlaşılır,” diyor. 
 
Günümüzde Derya Bigalı direktörlüğündeki Akbank Sanat Merkezi’nin ilk katında ortaya konulan sergiyle, izleyici 2003’te bu çatı altında ‘Gelecek Demokrasi’ye Ali Akay küratörlüğünde nasıl alternatif ve samimi tabirler arandığına, Venedik Bienali Altın Aslan Ödülü’nü 2024 Nisan ayında alacak Nil Yalter’in Paris’e gittikten 20 yıl sonra İstanbul’da açtığı ve anıtlara göndermede bulunduğu ilk ‘bilgisayar destekli video yerleştirmesi’nin nasıl ilgi uyandırdığına yeniden tanıklık ediyor. 
 
 
 
 
20 Ocak’a kadar ücretsiz izlenen sergi ayrıca bizlere, çok disiplinli merhum fırça, heykeltıraş Ömer Uluç küratörlüğünde, ‘Beyoğlu 14/18’ sergisi ile genç sanatçılarla nasıl bir köprü kurulduğunu, çağdaş sanatın Belçikalı eleştiri ve kara mizah üstadı Marcel Broodthaers’in 2014’te İstanbul’u nasıl coşturduğunu da unutturmuyor. 
 
 
Akbank Sanat’ın 2005’te açtığı bir diğer emsal etkinlik de, Sarkis’in 2005’te Ali Akay küratörlüğü ve büyük bir nesiller ve disiplinlerarası kadro ile hazırlanan ‘Bir Kilometre Taşı’ oluyor. Keza Başak Şenova’nın ‘Kayıtsız’ isimli enternasyonal sanat buketinin de hakkını yemeyen sergide, izleyiciyi bekleyen bir diğer albüm hatırası, klasik müziğin ebedî şefi Herbert Von Karajan’a ayrılan 1998 iltifat sergisi ve aynı sene izlenen, bir çağdaş sanat klasiği Andy Warhol’un ‘Erken Dönem İllüstrasyonları’ oluyor. 
 
 
 
 
Vaktiyle Hüsamettin Koçan’dan Yusuf Taktak’a, Koray Ariş’ten Gürol Sözen’e, İranlı usta sinemacı Abbas Kiarostami’den ‘Remix’iyle Bülent Erkmen’i ve Tomur Atagök’ü de de ağırlamış Akbank Sanat diğer yandan, sahiplendiği ‘Günümüz Sanatçıları Sergisi’ veya ‘Uluslararası Küratör Yarışması’yla da arşivlerden bize hüzünle tebessüm ediyor. 
 
Bir yönüyle Türkiye’de küratörlük pratiği için bir açık okul, bir yuva olan, elbette Prof. Kahraman ya da Ekmel Ertan ve Levent Çalıkoğlu gibi imzalarla da art arda işbirliği yapan Akbank Sanat, görülüyor ki 1995’te de (60’ncı yaşı kutlanan) grafik üstadı Yurdaer Altıntaş, ya da Saim Bugay, Sadi Diren, Özdemir Altan veya Habip Aydoğdu’yla hep bu dönemde açılış yapıyor.  
 
 
 
 
Bilge Karasu’dan Erol Akyavaş’a güzelleme
 
Öte yandan, 1993 yılında,  Nisan ayında Sabancı Resim Koleksiyonu’ndan seçmelerin, 1993’te sergilendiği o dönemde, kurumun yıllık etkinlik listesinde yer alan diğer imzalar ise, Erol Akyavaş, Ertuğrul Ateş ve Alaettin Aksoy oluyor. Bu anlamda belki serginin en kıymetli metinlerinden birine, değerli yazar Bilge Karasu imzasını bırakıyor. Meraklısına çok büyük bir keşif olarak bu metin alıntısında merhum Karasu, Erol Akyavaş’ı ve eserlerini sergi kataloğunda şöyle tabir ediyor:
 
“Bir harf, bir yazı yüzmeğe başlıyor. Rengin içinde önce. Hemen ardından, yüze çıkıp dönmeğe başlıyor. Baş yukarı, baş aşağı. Bildik harfler, bildik yazılar, ama yabancı. Her şeye yabancı. Belki bu yabancılıklarıdır onları başlı başına yaşar kılan. Ekin, yabancılığıyla katılır dünyaya. İnsanın en incelmiş izi bu harf değil midir ? Yaşamın simgeleriyle ekinin simgeleri hep iç içedir Akyavaş’ın resimlerinde; ama nerelerden kalkıp, nerelere varmışlardır… Akyavaş tarihinde Tarih, değişik biçimlerde göstermiştir kendini. Şimdi bir adla, bir harfle, bir matematik imi ile yetinir gibi görünüyor.” - Bilge Karasu, ‘Çekinden Erince Giden Bir Yol Var mı ki?, Aksanat Sergi Kataloğu, 1993
 
 
İşte, böylesi nice sürpriz detaylarla yüklü serginin yol açtığı soru ve hatırlayışları, küratör Prof. Kahraman ile Milliyet Sanat adına değerlendirdik.
 
Serginin taşıdığı bir problem olarak “Kurumsal Bellek”in mekânda yeniden deneyimlenmesi adına, nasıl bir yaklaşım gözettiniz?
 
Sergilerin toplamı ve 30 yıl olarak bakılırsa elbette kurumsal bellekten söz edilebilir. Fakat sergi ‘Bir İçgörü Mekanı: Akbank Sanatın 30 yılı’ başlığını taşıyor. Kurum dile getiriliyorsa da vurgu ‘içgörü’ kavramında. O da karmaşık bir olgu. Sanatçının, küratörün, mekanın ve izleyenin farklı şekillerde tezahür eden içgörüleri ve mekan algıları var. Kurumu bu gerçekle bütünleştirmeye çalıştım. Freud-Bachelard-Hegel çizgisinde bir okuma benimki. Freud’un tekinsizliği, Bachelard’ın mekan-bellek-imgelem ilişkisi, Hegel’in mimarlık planında mekanı tinin ifadesi olarak tanımlaması yol gösterici. Özellikle Bachelard’ın imgelem anlayışı benim için önemli. İçgörü, bu sergide tahayyül etmek anlamındadır. O mekâna giren herkes imgelemiyle girdi ve o mekanı imgelemi (imajinasyonu) aracılığıyla plastik gerçekliğine hatta üst ve öte gerçekliğine taşıdı. Kurum bu bağlamda mevcut değil ama tarih-bellek ilişkisi de başka bir realite. 150’ye yakın sergi, 1500’e yakın sanatçıdan söz ediyor. Sergi, bu ‘kütleyi’ bir bütün olarak kapsıyor. Son derece de önemli bir birikim ve üstünde uzun süre çalışmamız gereken bir geçmiş var o sergide. Güncel sanatta geçmiş daima şimdidir. Sergi mekân ve bellek politikalarının kesişiminde biçimleniyor.
 
Sergi metninde vurguladığınız ifade ile güncel sanatın bir dil olduğunu ve suskun kalamayacağını bu sergiyle gerek fotoğraflar, gerek videolar ve makalelerle deneyimliyoruz. Ama bu birikimin görkemi de ürkütücü diyorsunuz. Bunu biraz tartışabilir misiniz?
 
İşte değindim, muazzam bir birikimden söz ediyoruz. güncel sanat bir reddediş, isyan, başkaldırma, tepki, muhalefet, karşı-çıkma, politika alanıdır. Onu öncesinden ayıran bu nitelikleridir. Ama özel bir dildir. Rönesans sanatının kendisine özgü gizleri vardır ama özgül bir dil değildir, farklı bir dildir. Duchamp sonrasında sanat özel bir dile dönüştü. ‘Anlamanın’ yolu o dili öğrenmektir. Güncel sanat andığım özelliklerini sergilemek için o dili geliştirdi. Sonucu gereksinmeler tayin eder. O dil son otuz yılda, çok özgün bir zaman diliminde nasıl teşekkül etti sorusunu yanıtlamaya çalıştım bu sergiyi kurgularken. Bir kurum bağlamı söz konusuydu, onun sınırları belirleyiciydi ama vurguyu doğru şekilde oluşturursam sergiyi kendi dışına çıkarabileceğimi düşündüm, tam da bunu yaptım. 30 yılın birikimi şimdi Türkiye’deki güncel sanat tarihinin bir dışavurumu, mihenk taşı. Ayrıca bir noktaya özel önem verdim. 2000’lerden önceki on yılda gerçekleştirilen sergilerin, işini gösteren sanatçıların ifade ettiği anlamın ve uzantısı olduğu zihin durumunun ortaya konması. Çok önemli bir noktaydı. Sanırım sonuç bize her şeyin bir başka şeyle, her tarihin bir başka tarihle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Kanıtlıyor.
 
 
30 yılda 100’ün üzerindeki sergi ve yarışmayı hatırlayan bu birikim, akla kurumu eleştiren ‘ATSANAT’ deneyimini de  (https://www.politikyol.com/atsanat-sergisinden-gunumuze/ ) getiriyor. 
 
MSGSÜ Sanat Tarihi Bölümü’nden Prof. Osman Erden’in yakın zaman önce bize yeniden bir köşe yazısında anımsattığı bu girişimin, sizdeki yorumları 2024 eşiğindeki Akbank Sanat adına neler olabilir?
 
Çok önemli, çok değerli, çok değerli bir girişimdi. Çok yakın dostum Komet’i tüm yaratıcılığı, tüm coşkusu, tüm isyan duygusuyla birlikte büyük bir özlemle anıyorum. O sergi Türkiye’deki sanat-devlet ilişkisine dönük çok güçlü bir karşı çıkış ve muhalefetti. Osman Erden de otuz yıl sonra çok yerinde olarak yakalamış ve yazmıştı. İktidar-sanat kaçınılmaz ve daima ters bir ilişkidir. Ekleyecek fazla bir şey yok. Yanlışa yanlış demek erdemdir. Zaman her şeyi ayıklıyor. 30 yıl önce de o tepkiyi gösteren bir birikimin olması sevindiricidir. O çaba bugün de geçerli ve bugün de işlevsel, yol gösterici. Zaman kurumları da eğitiyor.
 
Sergi özellikle Türkiye’de sanat eleştirisi ve gazeteciliğine dönük 30 yıllık bir sondaj da ortaya koyuyor. Bilge Karasu’dan Ali Akay’a, oradan Kıymet Giray ile sizin  kaleminize, Necmi Sönmez’den değerli Canan Beykal’a, Akbank Sanat sergilerinin ‘sanat tarihi okuma ve yazma’ pratiğine katkısını nasıl yorumluyorsunuz?
 
Karar noktası olarak! Çünkü Türkiye’de sanat tarihi henüz yok. Etrafta dolaşan sanat tarihi kitaplarına, onların kristalizasyonu olan monografilere bakın. Ansiklopedik, wikipedia bilgisi dışında hangisi bir sorunsal etrafında kurgulanmış? Envanter dökümünden öte giden çalışma herhalde çok az. Oysa sanat tarihi Winckelmann’dan bu yana Bruckhardt’tan bu yana benim öğrencisi, izleyicisi olduğum October grubundan bu yana sorunsallara boğuşmaktır. Yeni kuşak bunu yapıyor. Eğer yapıttan çok felsefecileri sevmeyi bırakırlarsa daha da ileri gidecekler. Bu sergi bize bahsettiğim doğrultunun, senin değindiğin perspektifini aktarıyor. O saydığın isimleri çok çoğaltabiliriz. 
Bazı insanlar, 1990’larda bile sorunlar, kavramlar üstünde düşünüyordu. Hatta 1960’ların ortasına 1970’lere kadar geri gider o çaba. Serginin en önemli katmanı tam da budur. İşaret ettiğin için özellikle teşekkürler.
 
 
Serginin taşıdığı gökkuşağı temasıyla izleyiciyi bir tür enformatik atmosfer içinde bilhassa mukayeseli bir seyahate zorluyorsunuz. Kalıcı ve geçici olanı sınayan bu yoğunluğu, sosyal medyaya aynı görsel tasarım ile transfer etmek, kurumun tüm kataloglarını erişilebilir kılmak olası mıdır?
 
Sergi tasarımının başarısı Bülent Erkmen’indir. Bence de çok etkileyici, meselenin özünü kavramanın ötesine ona yeni yorumlar ve boyutlar sağlayan bir yaklaşım. Bölmelerin önceki sonraki sergilerle vurgulanan sergiyi bir arada izleme olanağı vermesi, ‘hücre-tefekkür’ ilişkisini açık mekanla birleştirmesi, tekil-çoğul karşıtlığını çözümleyici bir anlayışla ele alması eksiksiz, kusursuz ve çoğaltıcı. Kendisine müteşekkiriz. Çağın ne büyük yaratıcılarından biridir. Geçen yılki Günümüz Sanatçıları 40. Yıl sergisini de aynı yaratıclıkla tasarlamıştı. Ben de o tasarım hakkında uzun bir yazı yazmıştım: ( https://www.k24kitap.org/her-sey/bulent-erkmenin-kirk-kapili-oda-tasarimi-ustune-3814 )  İçgörü kavramını, mekân plastiğini de ayrıca üst aşamaya taşıyor bu tasarım.
 
Diğer konu benim dışımda ama katılıyorum. Bugünün dünyası sanal dünya.
 
Tüm katalogların o mecraya taşınmasındaki zorunluluğa yürekten katılıyorum.
 
Bilgi: https://www.akbanksanat.com/sergi/bir-icgoru-mekani-akbank-sanat-ve-30-yil