Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Defter kayıtlarında saklı Osmanlı'yı çıkardı

Defter kayıtlarında saklı Osmanlı'yı çıkardı

Defter kayıtlarında saklı Osmanlı'yı çıkardı27 Temmuz 2016 - 09:07
Önceki gün aramızdan ayrılan dünyaca ünlü tarihçi Prof.Dr. Halil İnalcık’ın en çok vurgulanması gereken yönü, devlet istatistiklerini okuyarak Osmanlı Devleti’nin sosyal hayatının resmini çizebilmesiydi
SELAY SARI
 
Osmanlı tarihi çalışmalarını siyasi ideolojilerin ve öğretilerin yönlendirmelerinden bağımsız bir konuma getirmeye hayatını adamış, bu ideal doğrultusundaki araştırmaları ve yayınlarıyla uluslararası alanda bir referans isim olmuş, Türkiye Cumhuriyeti'nin ortaya çıkardığı en büyük değerlerden Prof.Dr. Halil İnalcık, önceki akşam aramızdan ayrıldı. Bir asırlık yaşamı boyunca belgelerdeki hakikati bulmaya ve o hakikati paylaşmaya ant içmiş İnalcık, ülkemizde ve dünyada tarihi ete kemiğe büründürmeyi, ona can vermeyi başaran sayılı isimlerden oldu.
 
Halil İbrahim İnalcık, çarlık döneminin sonlarına gelen Rusya'daki asimilasyon politikaları sırasında 1905'te Kırım'dan Osmanlı topraklarına göç eden Seyit Osman Nuri Bey ile bir Nakşibendi şeyhinin torunu, deniz binbaşı Seyit Mehmet Efendi'nin kızı olan Bahriye Hanım'ın ilk çocuğu olarak İstanbul'da dünyaya geldi. Resmi kayıtlarda doğum tarihi olarak geçen 26 Mayıs 1916, İnalcık'ın kendiyle ilgili belki de en büyük kurgusuydu; Emine Çaykara ile nehir söyleşisinin yer aldığı 'Tarihçilerin Kutbu' kitabına göre, annesinin "Sen doğduğun zaman İngilizler Haydarpaşa Garı'nı bombalıyordu" ifadesine dayanarak aslında 1918 doğumlu olduğuna inanıyordu. Mayıs ayı içinse Fransız şair Alfred de Musset'nin 'Mayıs' adlı şiirinden ilham almıştı.
 
"Bu çocuk okumayacak"
 
Asimilasyondan kaçıp geldiği geçiş dönemi İstanbul'una da ayak uydurmakta zorlanan babası Osman Nuri iflas edince Mısır'a kaçtı, İnalcık da annesi ve kız kardeşi Kamile ile Ankara'ya yerleşti. Gazi İlkokulu'nu tamamladıktan sonra, kendi ifadesine göre "Haylaz bu çocuk, okumayacak" diyen annesi Bahriye Hanım tarafından 1929'da Sivas Muallim Mektebi'ne yatılı olarak yerleştirildi. Bahriye Hanım neyse ki kehanetinin ne kadar yanlış çıkacağını görme şansını erkenden bulacaktı. Sivas'ta sıkıntılı geçen yatılılıktan sonra Ankara'daki Gazi Muallim Mektebi'ne alındı, oradan da daha sonra Ankara Üniversitesi'nin kadrolarını oluşturacak isimlerin eğitim verdiği Balıkesir Necati Bey Muallim Mektebi'ne geçti. Abdülbaki Gölpınarlı ve Nusret Kürkçüoğlu'nun aralarında bulunduğu hocalardan ders alarak 1935 yılında mezun oldu. Tarihe ilgisi de Balıkesir'de somutlaştı. Hürriyet gazetesinden Güliz Arslan'a verdiği röportajda meslek ve alan seçimini şöyle açıklıyordu: "1935’ti sanıyorum, Balıkesir Muallim Mektebi’nde okurken kütüphaneden bir kitap aldım; Hasan Âli Yücel’in ‘Goethe’si. O bana çok tesir etti. Ben de bir misyon benimsedim. Arkadaşlarım Hititoloji, Sümeroloji gibi ilimlere önem veriyordu. Ben eskiçağa girmedim. 'Bizim asıl tarihimiz Osmanlı’dır, kendimi Osmanlı tarihine vereceğim' dedim."
 
Fuad Köprülü.
'Annales' ekolünün takipçisi
 
Bu amaçla mezun olduğu yıl kurulan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne kaydoldu. O dönem, bugün liseye kadar her eğitim seviyesinde müfredatı etkisi altına alan Türk Tarih Tezi'ni oluşturan isimlerden ikisi, Fuad Köprülü ve Şemsettin Günaltay, aynı zamanda hem milletvekili hem de DTCF'de öğretim üyesiydiler. İnalcık, bu isimlerden özellikle Türk Tarih Tezi'ni 'romantik milliyetçi' sözleriyle eleştiren Köprülü'nün etkisinde kalmış olmalı ki, çalışmalarında istatistiklerin, belgelerin, arşivlerin söylediklerini ideolojilerin sözlerinin önüne koydu.
 
Liseyi bitirirken benimsediği misyon, çabuk öğrenme yeteneği ve doğru eğitimcilerle birleşince, İnalcık 27 yaşında doçentlik unvanı aldı. 1942'de tamamladığı 'Tanzimat ve Bulgar Meselesi' adlı doktora tezinde Bulgar meselesine dair padişah fermanlarını incelemiş, ancak bu belgelere o dönem yaşamış Bulgar aydınlarının ve rahiplerinin hatıralarının, gazetelerin, yabancı gezginler ve elçilerin gözlemlerinin de katılmasının da önemini vurgulamıştı. Kullandığı ve bahsettiği kaynaklar, tarihi yönetimin en üst katındaki birkaç isim dışında hiçbir olgu ve şahsın etkilemediği bir süreç olmaktan çıkarıyor, ona tabiri caizse bir 'gövde', bir arka plan veriyordu. O tarih yazım anlayışı, kendisini o dönem Fransa'da ortaya çıkmış 'Annales' ekolüne yakınlaştırdı.
 
Timaş Yayınları, İnalcık'ın çalışma masasının fotoğrafını sosyal medyada paylaştı.
 
Tarih zanaatkârı
 
İnalcık'ın belki de en çok vurgulanması gereken yönü, istatistiklerden bir dünya yaratabilmesiydi. Bir bilgisayarın 0'lar ve 1'lerden üç boyutlu modellere ulaşabilmesi gibi, İnalcık da devlet istatistiklerini okuyarak Osmanlı Devleti'nin yapılanmasının resmini çizmeye çalışıyordu. Onun ve hem çağdaşı hem de öğrencisi tarihçilerin çabalarıyla defter kayıtları, kadı sicilleri bu topraklarda yaşayan halkların günlük yaşamına ışık tuttu, 'ecdad'ımızı üç boyutlu hâle getirdi. Kendisiyle birlikte de çalışmış Prof.Dr. Cemal Kafadar'ın deyimiyle 'tarih zanaatkârlığı' yapıyordu İnalcık ve ortaya çıkardığı renkli dünya, o dünyanın arkasında yatan emeğin çoğunlukla görmezden gelinmesine sebep oldu. O yüzden bir kez daha vurgulamamız gerekir ki, İnalcık'ın zanaatkârlığı, Osmanlı tarihinin normalde karanlıkta kalacak birçok yönünün ortaya çıkmasına vesile oldu.
 
2009'da Yalova'da İnalcık'ın da katıldığı
bir sempozyum düzenlendi.
Söğütlüleri kızdıran iddia
 
İnalcık'ın Türk Tarih Tezi'ne karşı koyduğu iddiaların en ünlüsü, Osmanlı Beyliği'nin 1299'da bugün Bilecik sınırları içindeki Söğüt'te değil, Osman Gazi'nin 27 Temmuz 1302'de Bizans İmparatorluğu kuvvetlerine karşı kazandığı Bafeus/Koyunhisar Muharebesi sonucunda kurulduğuydu. İnalcık ilk verinin kaynağı Aşıkpaşazade'nin, olaylardan 100 yıl sonra yaşamış olması ve günümüze kalmayan bir kaynağı kullanmasından hareketle, Osman Gazi'nin çağdaşı Bizanslı vakanüvis Georgios Pachymeres'in yıllıklarını dikkate almayı tercih etmiş, Bafeus'un Yalova civarında olması gerektiğini de bizzat kendisi yöreye giderek tespit etmişti. 1993'te yayımladığı makalede yer alan bilgi, Yalova'ya 2000'li yıllarda intikal edebildi; şehrin girişine konulan “Osmanlı Devleti’nin kurulduğu Yalova’ya Hoşgeldiniz” yazısı da Söğütlüleri kızdırdı.
 
Bir soy 'yaratmak'
 
Söğüt-Yalova ikileminden bahis açılmışken, İnalcık'ın Osmanlı hanedanının soyunun Oğuz Han neslinden Kayı Boyu'na dayandırılmasına karşı öne sürdüğü tezden söz etmemek olmaz. İnalcık'a göre Kayı boyu, Timur'un varisi Şahruh'un egemenlik taleplerine karşı padişah II. Murat'ın kendi soyunun meşruluğunu göstermek için 1440'ta vakanüvisi Yazıcızâde Âli'ye yazdırdığı 'Tevarih-i Al-i Selçuk'ta yer alan bir bilgiydi, öncesinde hiçbir kaynakta geçmiyordu. Murat'ın oğlu Fatih Sultan Mehmet de bu bilgiyi savaş toplarının üzerine Kayı damgası vurdurarak sürdürdü.