Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » “Her kurgu bir gerçeği yansıtıyor”

“Her kurgu bir gerçeği yansıtıyor”

“Her kurgu bir gerçeği yansıtıyor”18 Mart 2024 - 05:03
Yazar, editör ve eğitmen Özlem Çetinkaya’nın alışılmışın dışında bir anne kız hikâyesi anlattığı yeni romanı “Anne Çiçekleri” Düşbaz Kitaplar’dan çıktı. Çetinkaya ile yeni romanı hakkında konuştuk.
Özlem Çetinkaya’nın duru anlatımıyla Anne Çiçekleri, çok sıradan görünen anne kız ilişkilerinin derinlerde oluşturduğu yolları, o yolların karanlıklarını, iniş çıkışlarını fark etmenin hikâyesi. Bu hikâye bize hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, gerçeklerin çok daha derinde olduğunu anlatıyor. Acıma ile şefkatin farkına varmamız için bize bir perde aralayan hikâyede kadının kendisine ve yaşama dair keşifleri, her kesik yarası gibi önce can yakıyor ama bir yandan da kendisine ve çevresine merhem oluyor.
 
Çetinkaya, içten, şefkatli ve gerçekçi üslubuyla, akıcı bir anlatımla kaleme aldığı Anne Çiçekleri’nde yaşlı ve hasta bir anneyle kızı arasındaki sevgi-nefret ilişkisini ve yaşanan yüzleşmeleri psikolojik çözümlemelerle ele alırken okurlarını gerçek sevginin iyileştirici gücüyle sarıp sarmalıyor.
Çetinkaya ile yeni romanı hakkında konuştuk.
 
 
“Anne Çiçekleri” birçok duyguyu aynı anda hissedebildiğiniz, inişlerin çıkışların olduğu bir roman. Biraz oluşum sürecinden bahsetsek… Sizi bu hikâyeyi yazmaya nasıl karar verdiniz ve bizler, “Anne Çiçekleri”yle nasıl buluştuk?
 
Bu hikâyeyi yazma kararım bir süreç içinde gelişti. Kendi içimde yaşadıklarım, bir türlü dile getiremediklerim, ayıplanmaktan çekindiğim şeylerin bana özel olmadığını fark etmemle daha da büyüdü ve bir gün kendiliğinden başladı. Zaten her şey öyle değil mi? Doğmak için bir zaman bekliyor, koşullar birbiri ardına diziliyor ve uygum ortam geldiğinde kendiliğinde ortaya çıkıyor. Kendi durduğum yerden anlamakta zorlandığım, kalbimi acıtan toplumsal gerçeklere karşı da bir farkındalık oluşturma ihtiyacı duydum. Bunun kibirli bir yerden duyulmasını istemem, amacım sadece kendi bütünleşme yolculuğumda sorduğum soruları başkaları ile de paylaşmak. 
 
“Anne Çiçekleri”nin dili o kadar doğal, akıcı ve samimi ki. Eminim okurların çoğu da merak etmiştir benim de merak ettiğim bu konuyu. Ana karakterimizin de ismi de Özlem. İşlediğiniz tema kişisel deneyimlerinizden mi yoksa çevrenizdeki gözlemlerden mi oluştu? Kitaptaki Özlem’le benzeyen ve ayrışan noktalarınız var mı acaba?
 
Dili doğal, akıcı ve samimi bulmanıza çok memnun oldum çünkü bunun için gerçekten emek sarf ettiğimi söyleyebilirim. Bunun için içinden geçtiğim duyguların, temas ettiğim gerçeklerin içinde kalabilmek, onları duyabilmek, yargısız ve tarafsız dinleyebilmek için göstermeye gayret ettiğim bir çaba metnin dilini bu yöne çevirdiyse ne mutlu bana.
 
Ana karakterin ismi de Özlem, çünkü hepimiz bir şeyi özlüyoruz ve arzuluyoruz. Bu anlamda hikâyeye çok hizmet edeceğini düşündüm. Ve aslında temalarda da ortak bir insanlık hali içindeyiz hepimiz. Nefret, öfke, kıskançlık, korku gibi görmezden gelmeye gayret ettiğimiz, kendimizde olmasını istemediğimiz duygular her birimizde var. Kimimizin sınırları fiziksel tacizle ihlal edilirken, kimimiz kendi beklentilerimiz, arzularımızın peşinde sınırlarımızı ihlale açık hale getiriyoruz. Aslında her birimiz yaşamda kalmak için bir strateji geliştiriyoruz. Dolayısı ile hiç kimsenin hiç kimseyi yaşadıklarından dolayı yargılamaya hakkı yok aslında. Bu kadar uzun sözün kısası tema kişisel deneyimlerim ve gözlemlerin bir harmanı. Her kurgu bir gerçeği yansıtıyor. 
 
Kitaptaki Özlem ile en çok benzeyen tarafımız merak ettiği şeyin peşine düşmek. Benim kendimle ilgili farkındalık geliştirmem, duygularımla temas etmem kitaptaki karakter kadar cesur bir yerden başlamadı. Özlem, duygularımı kabul etmemde, onlardan kaçmamamda bana da ilham oldu diyebilirim. Bir de tanımların ötesine geçebilmeyi öğretti Özlem bana çünkü bu hikâyeye kadar ben kavram ve tanımların sınırları içinde kamaya çok daha müsait bir yapıya sahiptim ki bu da bakış açımı oldukça daraltıyordu. 
 
Hikâyenizde kullandığınız mekân ve atmosfer seçimlerinin hikâyeye olan katkısını nasıl değerlendirirsiniz?
 
Okuyucu hikâyenin içine almakta mekân ve atmosferin önemli olduğunu düşünüyorum. Kendimde bir romanı ya da bir metni okurken beş duyuma hitap ettiğinde çok daha fazla kendimi sahnenin içinde bulabiliyorum. Hikâyenin içinde gezerken bir ayağın yere basması iyi geliyor bana. O yüzden topraklanması, zihnin dağılmaması için özellikle yer verdiğim unsurlar var sahnelerde. Duyularla ve bedenle temas hayatla doğru bir yerden temas etmeyi ve orada gerçekten olanı anlamaya vesile oluyor. 
 
 
Anne-kız ilişkisini işlerken karakterlerinizin içsel çatışmalarını yaşıyor gibi hissediyoruz. Bazen boğazımız düğümleniyor, bazen nefes alırken zorlanıyoruz ve Özlem’e öfke duyuyoruz. Siz romanı yazarken bu duygularla nasıl başa çıkabildiniz?
 
Okurken yazara öfke duyabildiyseniz ne mutlu bana. Düşbaz Yayınları’ndan sevgili Cansu Canseven de; “Okurken o kadar öfke duydum, duyguları o kadar gerçek yaşadım ki o yüzden bu kitabı yayımlamak isteriz,” dediğinde de çok memnun olmuştum. 
 
Yazarken bu gibi sert duygularla nasıl başa çıktığımın cevabı yaşamın içinde bu gizi zor duygularla nasıl temas ettiğim ile çok yakından ilişkili aslında. Uzun zamandır zihnin eğitilmesi üzerine çalışıyorum. Bu konuda çok kıymetli öğretmenlerim var. 
 
Duyguyu üzerime almıyorum, duyguyla temas ediyorum, onu anlamaya, onu duymaya, ihtiyacını dinlemeye gayret ediyorum ama bir deri gibi üzerime geçirmiyorum. Merakla çocuğunun derdini dinleyen bir anne gibi dinliyorum onları sadece. Bu duygu nereden doğdu? Hangi düşünceler bu duyguya kaynak oldu? Hangi temaslarla oluştu? Hangi ihtiyacı dile getiriyor? 
 
Duyguyu itmeden çekmeden, içinde kalarak, merakla onu incelediğinizde zihinde çok büyük kapılar açılıyor ve gerçekte olanla temas anlayışı da beraberinde getirmeye başlıyor. 
 
“Anne Çiçekleri”ndeki ana karakterimiz Özlem, eşiyle olan ilişkisinde de istediği mutlulukta değil; annesiyle olan ilişkisinde ise hep bir öfke hakim. Sadece annesinin sevgisizliğinden mi böyle hissediyor Özlem? Yoksa özellikle ikili ilişkilerde bu kadar öfkeli olmasının başkanı nedenleri mi var?
 
Bir yerde öfke varsa korku da vardır. Özlem öfkeli değil aslında, Özlem korkuyor. Yalnız kalmaktan korkuyor, yok olmaktan korkuyor, birçoğumuz gibi… Özlem’in öfkesi ne annesine ne de eşine aslında. Oradaki yansımaları, gölgeleri göremediği için öfkeli.  Ve bir de tanımlarının içine kendisini hapsettiği için öfkeli. Sevgiyi kendi tanımlarının çerçevesinde almaya inat ettiği için… Oysa tanımları bıraktığında başka bir gerçekle karşılaşabilir. İnandığımız, doğru bildiğimiz şeyleri bırakmak kolay değil ama mümkün. Bunu yaptığımızda hem kendimizle ilişkimizde hem diğerleri ile ilişkimizde bir zincir kıran olmak mümkün. Bunu da asi bir yerden değil, anlayıştan yapmak mümkün.
 
“Anne Çiçekleri”ni okurken birçok kişi kendi ilişkileriyle de yüzleşecek ve mevcut olan öfkelerin kaynaklarını sorgulayacaklar. Okurlar olarak bizler bu öfke durumumuzla ve gerçeklerle nasıl yüzleşebiliriz?
 
Biraz önce bahsettiğim gibi öfkenin altında yatan sebeplere bakabiliriz. Öfke genellikle korkudan doğuyor. Bu korku ile yüzleşmek ve onun gerçek olup olmadığını sorgulayabiliriz. Korku ve kaygı birbiri ile çok karıştırılıyor. Şu anda, varsaydığım tehlike var mı gerçekten? 
 
Trafikte biri önümüze kırıyor ve öfkeleniyoruz. Hakkımı aldı, sınırlarımı ihlal etti… En derine baktığımızda fark ediyoruz ki önümüze kıran kişi bize engel oldu. Oysa biz eve gidip rahatlayacaktık, gevşeyecektik. Amacımız gevşemek ve rahatlamaktı ama olmadı, engel çıktı karşımıza. Peki, eve gittiğimizde gerçekten rahat bir ortamla karşılaşacağımızın garantisi var mı? Yok. Niyetim gevşemekse koşullardan bağımsız bunu yapabilirim. Şunu söylemek istiyorum, o öfke beni gevşemeye götürmeyecek. 
 
Öfke doğduğunda onu reddetmeden ve beslemeden onunla temas edebilme kasını geliştirmek önemli. Bu da gözlemleme kası ile gelişebiliyor. Bir de “öfkeliyim,” diye öfkeyi kişiselleştirmek yerine, “burada bir öfke var, bakalım neye benziyor, ne söylüyor?” demek etkili yollardan biri. Söylendiği kadar basit mi? Değil ama pratikle mümkün. 
 
Okurlarınızın anne-kız ilişkileri üzerine romanınızdan çıkarmalarını umduğunuz önemli mesajları bizimle paylaşmanızı istesek?
 
Suçlamalar, beklentiler, tanımlar yerine olanı kabul etmek, olanla samimiyetle yüzleşmek, birbirimizi duymak, duymak istediğimiz şeyde ısrarı bırakıp gerçekten söylenileni duymak…  Bunların sadece anne kız ilişkilerinde değil tüm ilişkilerde geliştirici ve yapıcı unsurular olduğunu düşünüyorum, elimden geldiğinde deneyimliyorum.
 
Bakış açısını değiştirmenin bir zincir kıran olduğunu da söyleyebilirim. “Annem gibi olmak istemiyorum,” diyen çok kadın duydum. Dikkati anneden çekip bu arzunun köküne inmek çok daha şifalandırıcı ve çözümcü. Çok yoğun isteme ve istememe hali bir arzudan kaynaklanıyor ve bu arzular mutluluk yerine acıyı körüklüyor aslında. Dolayısı ile bu arzunun kaynağına inmek önemli.
 
Yazarlık, editörlük, eğitmenlik ve otelcilik gibi farklı alanlarda nasıl denge kuruyorsunuz ve bu alanlar arasında nasıl bir etkileşim gözlemliyorsunuz?
 
Her biri insana ve gözleme ilişkin alanlar… Ve her birinin merkezinde sadelik ve samimiyet var. Dolayısı ile hiçbiri birbirinden ayrı değil benim için.  Her biri benim için farkındalık alanı ve beni cömertçe besleyen alanlar. 
 
Merak, gözlem ve doğru değerlendirme alanı. 
 
Burada ne oluyor? 
Neye ihtiyaç var? 
Fazlalıkları nasıl bırakabilirim? 
Nasıl daha iyi duyabilirim? 
Elimdeki kaynakları en verimli şekilde nasıl kullanabilirim? 
Her biri bu soruları, dolayısı ile yaşamı anlayabilmek adına bana sonsuz hizmet ediyorlar. Minnettarım. 
 
“Anne Çiçekleri” ardından yeni bir kitabın hazırlığı başladı mı? Gelecek projeleriniz hakkında okuyucularımızı bilgilendirebilir misiniz? Okurları neler bekliyor?
 
Bir roman bittiğinde bir süre yazmam sanırım diyorum ama olmuyor. Tramola sonrasında da “Anne Çiçekleri” tohumu atılmaya başlamıştı. 
 
Şimdi yeni bir projenin daha tohumu atıldı. Yine bir kadın hikâyesi olacak gibi duruyor. Yazının farkındalıktaki gücünü anlatmayı istiyorum çünkü yazıyı ve yaşamı birbirinden ayrı görmüyorum. Yazıda tıkandığımız yerler yaşamda da tıkandığımız yerler. Nerede tıkanıyoruz ve bu tıkanıklığı açmak için neye ihtiyacımız var? 
 
Fotoğraflar: Canan Aşık