Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Edebiyat » Hem otoriter hem adil bir baba: Baba Hakkı

Hem otoriter hem adil bir baba: Baba Hakkı

Hem otoriter hem adil bir baba: Baba Hakkı 13 Aralık 2017 - 12:12
Futbol tarihinin bugün benzerine rastlanmayacak en aykırı figürlerindendi Baba Hakkı. Sahada adaleti sağlayan, hem otoriteyi hem şefkati futbolla buluşturmasıyla efsaneleşen hakkında bir çok mit anlatılan bir kahraman.
UĞUR UGAN
 
Beşiktaş'ın değilse bile Beşiktaşlılığın kurucusu sayılabilecek bu unutulmaz figür Rıdvan Akar ve Sevecen Tunç'un kaleminde biyografik bir çalışmaya dönüştü.  Beşiktaş'ın Mimarları serisinde yayımlanan Baba Hakkı kitabı İnkılap Yayınları tarafından okurlarla buluştu.
 
Sıkı bir Beşiktaş taraftarı olması ile bilinen gazeteci Rıdvan Akar ile Baba Hakkı özelinde 'Beşiktaşlılık duruşu' diye tabir edilen geleneği konuştuk.
 
Uğur Ugan: Kitapta girişinde şöyle bir ifade var; Galatasaray'ın  'taçsız kral', Fenarbahçe'nin  'ordinaryüs' Beşiktaş'ın ise  'baba'ları vardır. Beşiktaş'ın sahip olduğu değerler nasıl bir geleneğe yaslanıyor? Bir gelenek var ve onun üzerine mi değerler kuruluyor yoksa bir takım değerler üzerine figürlerin oluşturduğu bir gelenek mi var?
 
Rıdvan Akar: Her kurum kendi değerlerini yaşatıyor. Bir statü olarak 'ordinaryüs' ya da 'kral olmak' o kulübün kendi değerleriyle özdeşleştirilebiliyor.  Hep bir farklı elit statü arayışı içerinde olmasını gerektiriyor. Beşiktaşlılar bunu Baba Hüsnü'den itibaren babalık müessesiyle özdeşleştirdiler. Bizim de kitapta vurguladığımız şey o babalık müessesesin yarattığı değerlerdir. Baba hem şefkati, hem otoriteyi hem dürüstlüğü hem liderliği hem haysiyeti hem inatçılığı hem direngenliği kendi içersinde barındıran kavramlardır. Beşiktaşlılar da kendi farklılaştırdıkları insanlara o statü ile seslenmişler.
 
O babalardan 'en babası' ise Baba Hakkı. Bu kitap bir serinin ilk kitabı mı?
 
Biz ilk olarak Süleyman Seba-Beşiktaş'ın Dervişi'ni yazdık. O birinci kitap bu ikinci oldu. Sevecen Tunç'la birlikte umut ediyorum ki Şeref Bey'i yazacağız. Şeref Bey'in futbol şubesinin kurucusu olması ve 'feda' kavramıyla özdeşleşmiş olması sonrasında Baba Hakkı'nın futbolculuğu ve futbol sahasına koymuş olduğu inat, liderlik, hırs, azim ve dürüstlüğü ve Süleyman Seba'nın bir yönetici olarak Beşiktaş'a kattığı değerler. Bunlar aslında bizim 'Beşiktaş duruşu'  diye nitelendirdiğimiz aksın 3 ana gövdesini oluşturuyor.
 
 
Kronolojik bir sırayla gitmiyor yani.
 
Geriye doğru bir kronolojiyle gitti. Çünkü Süleyman abiyle hayatta olduğu dönemde bu kitabı yapmaya başladık. Baba Hakkı uzun ve ayrıntılı bir araştırma konusuydu. Anladığım kadarıyla Şeref Bey en zoru olacak. Gerek ölüm tarihi gerek eski Türkçe'den yeni Türkçe'ye geçiş döneminin çok kısa bir periyoduna tekabül ediyor oluşu dolayısıyla Osmanlıca kaynaklara bakılması gerekiyor. O aksı tamamlamak amacıyla Beşiktaş'ın mimarları serisinin üçüncü kitabı Şeref Bey olacak.
 
 
"BİR SEMT BEŞİKTAŞ'LA NEFES ALIP VERİYOR"
 
Beşiktaşlı olmayı diğerlerinden ayıran nedir?
 
Aslında Beşiktaşlı olmayı diğerlerinden ayıran çok özel bir fark yok. Böyle bir şeyin varlığını iddia etmek diğer takım taraftarlarına haksızlık olur. Türkiye'de genellikle aileden gelen ya da akıl baliğ olmasıyla tercih edilen bir şey. Benim Beşiktaşlılığım da öyle. Ben Beşiktaşlı bir ailenin çocuğu değildim ama Beşiktaş semtinde büyüdüm.
 
Aileniz Beşiktaşlı değil miydi?
 
Babam 3. Lig maçlarında hakemlik yapan bir astsubaydı. Yani futbol bizim ailemizde evimizde çok fazla konuşulurdu. Babam taraftar olma duygusundan uzak bir insandı. Ben bu semtin atmosferinde büyüdüm. Benim Beşiktaşlılığımda semt kültürü vardır. Semtin Beşiktaş'la nefes alıp vermesi, mutluluğu, mutsuzluğu, huzuru, kederi Beşiktaş'la yaşıyor olması önemli bir etkendi. Biliyorum ki bütün taraftarlar takım taraftarlığını bir üst kimlik olarak benimsemişlerse mutlaka buna bir takım ulvi anlamlar yüklemek isterler. Bizim de Beşiktaşlılığa yüklediğimiz anlam ve değerler Beşiktaşlı duruşu diye tabir ettiğimiz değerler. Biz bu değerleri takımın sembol isimlerinde ararız. O insanların kişiliğiyle özdeşleşen ve onlardan bize intikal eden değerlerdir. Bu değerler bugün Beşiktaş kulübü tarafından "efendilik" olarak tabir edilen aslında tevazu, fair play, rakibe saygı, dürüst olmak ve ünlü 'şerefinle oyna hakkınla kazan' diye tabir edilen kavramlardır. Bu kavramlar farklı dönemlerde farklı Beşiktaşlı semboller tarafından içselleştirilmiş ya da geliştirilmiştir. Örneğin Süleyman Seba'nın 'şerefli ikincilik' kavramıyla 'şerefiyle oynayıp hakkıyla kazanma' arasındaki bağ son derece önemlidir. Dolayısıyla Beşiktaş bizim için bir semt takımıdır. Tevazuyu ve dürüstlüğü barındırır biz de onun için Beşiktaşlıyız.
 
 
 
"İKONLAR ŞEKİL DEĞİŞTİRDİ"
 
Futbolda eskiden Baba Hakkı gibi önder figürlerin etkili olduğunu görüyoruz ve takımlar oyuncularla özdeşleşmiş. Şimdi ise yenilgide de zaferde de hep hesaplar takımlara kesiliyor. Bu bağlamda futbol eskisi kadar büyük ikonlar çıkarmıyor mu artık?
 
Tabii sadece onların kişisel özellikleriyle ilgili değil aynı zamanda diğerkâmlıklarıyla da ilgili. Bu sadece Beşiktaş'ın ikonlarına özgü değil, Fenerbahçe'nin Galatasaray'ın ikonları da o dönemde üç otuz paraya büyük bir amatör ruhla sadece ve sadece renklere duyulan aşkla özdeşleştiriliyorlar. Nasıl ki bugün taraftar olarak takım değiştirmeniz çok olanaklı değilse bir futbolcunun da başka renk formayı giymesi de benzer bir duyguyla karşılanıyor. Bugün ikonlar hala var ama sadece başarılarıyla ve kazandıkları parayla ölçülebilen değerler. Oysa o dönemin  ikonları aidiyet duygularıyla fedakarlıklarıyla ön plana çıkan isimlerdi. İkonlar var ama şekil değiştirdi.
 
Futbolun oynanış tarzı o dönem daha ilkeldi şimdi daha kollektif oynanıyor denilebilir mi?
 
Kesinlikle öyle. Baba Hakkı kitabında da yer verdik ünlü bir Harbiye maçı vardır. İlk yarı 3-0 Beşiktaş gerideyken Baba Hakkı soyunma odasına girer ve "Eğer bu maçı kazanmazsanız tren biletlerini yırtarım yürüyerek dönersiniz" der. Bütün futbolcular bunu Baba Hakkı'nın yapacağını bilir. Fakat ikinci söylediği şey önemlidir; "Size gelen topları bana atın bu maçı alacağız" der. Maça çıkarlar Baba Hakkı 4 gol atar. Maç 6-3 biter. Beşiktaş kazanır. Yani düşünün ki topları Baba Hakkı'ya atıyorlar o da vurup gol yapıyor. Taktik var mı? Bilinen tek taktik bu. Çok farklı bir ekol ama ağızlarda bıraktığı tat bugün bile çok değerli.
 
O dönemin futbolunda teknik direktörlerden çok kaptanlar mı ön plandaydı?
 
Baba Hakkı bugün çok kullanılmasa da futbolcu-antrenör. Bir yandan oynuyor bir yandan da sahadaki antrenör. Takımı istediği gibi yönlendirip, istediği gibi değiştirme imkanına sahip. Bu öylesine bir güç ki futbolcular olağanüstü çekiniyorlar. Çünkü yanlış yaptıklarında onları tribüne kadar kovalayan ya da kırmızı kart gördüklerinde Baba Hakkı'ya dönüp 'çıkalım mı' diye soracakları büyük bir otorite.
 
 
 
O dönemin Türkiye'sinde bir abilik-babalık ya da tabiri caizse kent kültürüne sirayet etmiş bir "külhanbeylilik" var. O külhanbeyliliğin sahaya yansıması olabilir mi Baba Hakkı'nın tavrı? Bugün böyle bir şey olsa eleştirebilirdik belki de...
 
Külhanbeyliğine hangi değerleri atfettiğiniz önemli. Baba Hakkı sahada adil bir adam. O kadar adil ki rakip takım Beşiktaş'ın karşısında çok kötü bir oyun oynuyorsa o rakip takımın kaptanını çağırıp 'taraftarlarınıza layık top oynayın' diye onları uyarabilen bir adam. Şeref Bey ve Hüsnü için de geçerli bu durum. Onların adalet duygusuna duyulan bir güvenin eseriydi bu. Aynı zamanda Baba Hakkı bir otorite, bir lider, öfkelendiğinde durdurulamayan bir adam, takımını ateşleyen bir amigo. Ayrıca kriminal bir vakası da yok.
 
Tribünlere dönüp cinsel organ gösterdiği iddiası doğru mu?
 
Biz böyle bir şeye rastlamadık. Bir şehir efsanesi. Yalnızca Yanni'yi tribünlere kadar kovaladığı doğru. Yanlış bir iş yaptığı için taraftarların içine kadar kaçar Yanni. Taraftarlar da Baba Hakkı'ya 'yapmış bir hata' denilince o da döner.  Bugün futbol sahalarında rastlamadığımız farklı bir ikon. Futbol tarihinin en kendine özgü örneklerinden biri. 
 
"BUGÜN BÖYLE BİR FİGÜRE İHTİYAÇ YOK"
 
Bir dönem Baba Hakkı'ların dönemi ondan sonra Yusuf Tunaoğlu'nu görüyoruz. 80'lerde Rıza'ları biliyoruz. Fakat 2000'li yıllara gelindiğinde Beşiktaş'ta bu ekole uyan bir futbolcu tipi yok. Bu vasfa sahip olan son Beşiktaşlı kimdi?
 
Benim kanaatim İlhan Mansız. Gençlerbirliği maçında kaşı patlamış haldeki hırsı, inanılmaz bir motivasyonu unutmuyorum.
 
Bugün öyle bir ikon yok mesela veya Beşiktaş'ı öyle bir ikona özdeşleyemiyoruz...
 
Taraftarın istediği bir şeydir bu. Beşiktaş'ta oynadığı dönemde Egemen'e böyle bir rol biçildi. Egemen sahaya kaybetmeme direncini yansıtan bir isimdi. Egemen onu hakedebilecek karakterde bir insan değildi ve olmadı. Fakat tabii ki olsa her takım böylesi isimlerle anılmak ister. Fenerbahçelilerin ağzında Emre Belözoğlu'nun bıraktığı tat vazgeçilmezdir.
 
Bugünün futbolunda sahada adaleti sağlayacak bir figüre ihtiyaç var mı?
 
Günümüz futbolunda yok. Hiçbir futbolcu kendisinden daha lider bir futbolcunun varlığını istemez. Günümüzde futbol egolar üzerinden yönetilen bir şey. Hocaların becerisi o egoları bir takım oyununa dönüştürüyor olması. Dolayısıyla böyle bir figüre ihtiyaç yok. Olsaydı takım oyununu atomize eden bir güç olurdu.
 
Kitapta çok güçlü bir insan hikayesi var. Okurken gözümde bir sinopsis canlandı. Baba Hakkı'nın hayatı bir film olabilir mi?
 
Bence olabilir. Çünkü çok güzel ve romanesk bir hayatı var Baba Hakkı'nın. Özellikle beni en çok etkileyen dönemi 1910 ile 1930 arasındaki dönem. Düşünün ki babası Çanakkale'de şehit olmuş, Balkan Savaşı ile aile göçmüş, İstanbul işgal altında, Kuleli Askeri Lisesi öğrencisi bir çocuk işgal altında kapatıldığı için Beşiktaş'ta sokaklarda kağıttan top oynuyor. Hakikaten oldukça sinematografik bir dönem. Baba Hakkı'nın hayatının tiyatro yapılmak istendiğini biliyorum.
 
Sizin sıkı bir Beşiktaşlı olduğunuzu biliyoruz. Çocukken ilk kahramanınız kimdi?
 
Yusuf Tunaoğlu'ydu. Gerek aykırı yaşam tarzı gerek sahada bir sihirbaza dönüşmesi ve kalın vücudunu bir balet kadar zarif bir biçimde kullanması bana göre çok etkileyiciydi. O zaman Beşiktaş semtine gelirlerdi Şöhretler Kıraathanesi'nde oyun oynarlarken biz küçük perdelerin arasından onları izlerdik. İkinci kahramanım ise bugün kendisini tanıma şerefine erdiğim ve her zaman kişiliğine duyduğum hayranlıkla andığım Niko Kovi'dir.