Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Müzik » "Umut müziğimizde belirleyici kelime"

"Umut müziğimizde belirleyici kelime"

"Umut müziğimizde belirleyici kelime"28 Mayıs 2018 - 02:05
Yedinci albümleri için stüdyoya giren Pinhani, geçtiğimiz günlerde "Kendinden Usandırma" isimli bir single yayınladı. Yeni albümün müjdecisi olan bu single ve grubun müzikal yolculuğu üzerine Sinan Kaynakçı ve Selim Aydın ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

İHSAN DİNDAR - İstanbul

 

Geçtiğimiz haftalarda tekliniz yayınlandı. Öncelikle hayırlı olsun. Tekli yayınlama fikri ortaya nasıl çıktı?

Selim: Aslında şu anda biz yedinci albümümüzün çalışmalarına başlamış bulunuyoruz. "Kendinden Usandırma" adını taşıyan tekli de o albümde yapmaya başladığımız parçalardan biriydi. Biraz heyecandan diyelim, bir şeyler paylaşmak istedik. Albümün habercisi de denilebilir. Tabii albümün ne zaman çıkacağı şu an için belli değil. Hâlâ demolarla uğraşıyoruz. Ama en azından bir albümün geldiğini haber veriyoruz.

 

Sinan: Bunun tabii şöyle bir sebebi de var. Altıncı albümümüz bir türkü albümü. Dinleyicilerin birçoğu endişeliydi. Menajerimiz böyle bir endişe olduğunu söyledi. Biz de insanların kariyerimize o şekilde devam etmeyeceğimizi anlamaları için böyle bir şey yaptık. Albüm Şubat’ta çıktı. Bu da Mayıs başında. Normalde tekliyi belki sonbaharda çıkarırdık. O yüzden öne çektik. Şimdi hatta bir tane daha yayınlayacağız. Ama yazın mı olur sonbaharda mı ona daha tam karar veremedik. Şu an bile demo kaydımızı yapıp geldik. Bayağı yoğun sürüyor.

 

 

Dünya genelinde albüm satış rakamları hızla düşerken dijital platformlarda büyük bir artış var. Siz bu değişim konusunda ne düşünüyorsunuz?

Selim: Aslında biz yaş olarak albümlerin çok sattığı o döneme yetişmiş kişiler değiliz.

 

Sinan: Ben dinleyici olarak yetiştim. Ekmeğini de yedim. Satışını da yaptım hatta. 14-15 yaşlarında tezgahtar olarak pek çok kaset sattım. Tarkan, İbrahim Tatlıses, Sezen Aksu gibi isimleri çok satardık.Tırlarca albüm gelirdi.

 

Selim: Bizim kariyerimizin başlangıcı mp3 indirme dönemine denk geliyor. Çok da bir karşılaştırma yapamayız. Dinleyici olarak baktığımda iyi ve kötü yanları var. Müzisyen olarak da iyi ve kötü yanları var. Müziğe ulaşmak kolaylaştı. Ama değeri azaldı. Şarkının belki 30 saniyesini dinleyip geçiyor. Eskiden benim harçlığım iki kaset almaya yetiyordu. Onları aldıktan sonra kapaklarını inceliyordum. Başa alıp tekrar dinliyordum.

 

Sinan: Biz konser veren bir grup olduğumuz için bizi olumsuz etkilemez. Aksine belki de olumlu da etkileyebilir. Keşke albümden beş kuruş kazanmasam ve tüm Türkiye’ye dinletebilsem. Hatta bütün dünyaya dinletme imkanım olsa elimde avucumda ne varsa verebilirim. Çünkü bu çağda insanın kendisi tanıtabilmesi, dinletebilmesi en zor olan.

 

 

Pinhâni olarak siz, zaten çok konser vermeyi tercih eden bir grupsunuz. Bu biraz da sizin felsefenizle de alakalı. Bu enerjinin kaynağı nedir?

Sinan: Yaptığımız işin bir işe yaramasını seviyoruz. Biz istesek her hafta bir yerde çalar, kazanırız. Ama bunun insanlara bir faydası yok. Gittiğimiz şehirlerde konser sonrası insanlarla konuşuyoruz. Çocuklar bunun ilk konserleri olduğunu söylüyor. Bu çok iyi bir şey. Bir zamanlar Haluk Levent böyleydi. İnsanlar hayatlarında ilk kez bizim konserimiz. İlk kıvılcımı biz çakıyoruz. Bence bu her şeyden daha önemli. Biz bunu aynı zamanda diğer müzisyenleri de kamçılamak için yapıyoruz. Mekanları, organizatörleri cesaretlendiriyoruz.

 

 

Gittiğiniz yerlerde mekan sorununu nasıl çözüyorsunuz?

Selim: Gittiğiniz yere göre değişiyor. Nasıl ayarladığınızla alakalı. Bizim kendi organize ettiğiniz konserse bir kafede oluyor. Mümkünse bir belediye salonunda.

 

Sinan: Bu kadar çok konser olmasının sebebi bizim kendi zorlamamız. Organizatörlere söylüyoruz, onlar da oralarda olabildiğince büyük salonlar ayarlamaya çalışıyor. Bu bir kafe ya da kültür merkezi olabiliyor. İnsanların buralara konser vermek için gitmemelerinin birkaç nedeni oluyor. Kafelerin ses sistemleri yetersiz olabiliyor ya da oteller kötü oluyor veya salonların kiraları yüksek. Böyle sorunlar var. Biz tüm bu sorunları sineye çekerek hallediyoruz. Ses sistemin İstanbul’dan taşıyoruz. Ufak çaplı bir ses sistemimiz var. 300-400 kişiye yetecek kadar bir şey. Ses sistemini bu gittiğimiz yerlere kendimiz götürüyor ve kuruyoruz. Otel seçmiyoruz, mekan seçmiyoruz, sahne seçmiyoruz.

 

 

"Bunun başka bir yolu yok"

Peki bu idealizminizin sebebi nedir?

Sinan: Açıkçası biz de yapmazsak hepten olmayacak.

 

Selim: Biz bir de bir hedef koyuyoruz. Kaç yerde konser vereceğiz diye bir hedef belirliyoruz. Bunun başka bir yolu yok.

 

Sinan: İlginç olan Anadolu’da mekan kiralarının fahiş fiyatta olması. İstanbul’da bu çoğu zaman cüzi bir oran. Hepsinde değil ama bazı yerlerde zaten konserlere pek sıcak bakılmıyor. Koltuklara zarar gelecek vs diye. Bizden fahiş kiralar isteniyor. Biz o fahiş kiralara da göğüs geriyoruz. En azından oralarda çalmış oluyoruz. Zarar etmedik ama kâr etmeden çıktığımız çok şehir oldu. Muş, Bingöl, Van ve Adıyaman gibi yerlerde para kazanamasak da çaldık.

 

 

Son olarak yayınladığınız türkü albümüne gelmek istiyorum. Çok öncesinden planlı bir şey miydi bu? Nasıl ortaya çıktı?

Selim: Bu albümü yapmaya başlamadan önce zaten konserlerde türkü çalıyorduk. Albümdekilerin çok büyük çoğunluğu da konserlerde çaldıklarımız.

 

Sinan: Olabildiğince farklı yörelerden olmasını istedik bu türkülerin. Ama çok da zorlamadık. Çünkü bir yerde işin içine “hangi türküye ne koyabiliyoruz?” da giriyor. Doğru düzgün söyleyebiliyor muyuz? Çalabiliyor muyuz? En iyi çalabildiklerimiz içerisinde olabildiğince farklı yerlerden olsun istedik. Renkli bir albüm olsun istedik. Anadolu’nun motifleri yer alıyor. Tabii on türkülük bir albümde tüm renkleri sergileme imkanı yok. Mesela bu türkü albümünün bize getireceği birkaç şey var. Biz türküleri konserlerde zaten çalıyoruz. Diyelim ki siz, Diyarbakır’daki konserimize geldiniz. Bizim orada çaldığımız türkülerden bir tanesi bir Diyarbakır türküsü. Ama çok da bilinen bir türkü değil.  Diyarbakırlı dinleyicimiz albümü dinlediyse o türkü zaten hemen yakalayacaktır. Artık onu hafızasına yazmıştır. Ondan ziyade biz yurt dışında da konser veriyoruz. Oralarda Türklerin dışında pek katılım olmuyor. Ama oranın yerlileri arasında arkadaşlarının vesilesiyle gelenler oluyor. Memnun da ayrılıyor. Seviyorlar yaptığımız müziği. Yurt dışında zaten etnik unsurlara daha çok ağırlık veriyoruz. Oradaki Türkler de bunu daha çok seviyor. Biz esasen şunu düşündük. Yabancılara bizim kendi parçalarımızı sevdirmemiz çok zor. Çünkü kendi parçalarımız Avrupa müziğinin Türkçe hali aslında. O adamı tam olarak çekecek bir şey değil. Türkü kavramı yurt dışında tanınan bir şey değil. Fado gibi Flamenko gibi değil. Bu kadar bilinmeyen bir şeyin altının çizilmesi gerektiğini düşündük. Hem de böylece seyirciyle farklı bir bağ kurarız. Kemençe, tulum bağlama onların ilgisi çekiyor. Tereciye tere satmış oluyorsun diğer türlü.

 

 

Yaptığınız müzik genellikle melankolik ve hüzünlü olarak tanımlanıyor. Bu yorumlara katılıyor musunuz? Yoksa bunu üstünüze yapışan bir şey olarak mı görüyorsunuz?

Selim: Bunun böyle olmasında illa ki bizim payımız vardır. Bunun bir nedeni de genelde bilinen şarkılarımızın o tarz olması. Yine onda da bizim payımız vardır. Biz daha çok itiyoruzdur o şarkıları.

 

Sinan: Ya da bizim halkımız daha çok seviyor o tür şarkıları.

 

Selim: Evet, yani ayıklıyor da olabilirler. Yoksa ben müziği melankolik veya neşeli diye ayrılmasını sevmem. Bu konuda çok daha saçma sapan tabirler var biliyorsunuz. Duygusal şarkı, hareketli şarkı. Duygusal olduğu yerde duruyor, hareketli gidiyor… Hareketli de duygu yok sanki. Yine de bizim albümlerimizi bölmek isterseniz yarı yarıya diyebiliriz.

 

Sinan: Biz aslında tek kelimeyle bizim müziğimizi tanımlamak için melankoli yerine umudu tercih ediyoruz. Umut bizim müziğimizde çok daha belirleyici bir kelime. Şarkıların %99 umut var. Bu da Türk müziğinde çok yüksek bir oran. Biz ailelerimizden hep destek gördük, yer üstündeydik. Zıplaması daha kolaydı. Dolayısıyla umut bizde hep yüksektir. Başlarken bir sıfır öndeydik. Babam kasetçiydi. En olmadı babamın dükkanında satardık kasetlerimizi. Hatta yaşıtlarıma göre on sıfır öndeydim. Gençlerin en garibanı bile şimdi müziğe erişebiliyor. Şartlar eşitlendi gibi. 2001’de Radyo Eksen’de çalışmaya başlamıştım. Oranın arşivinden daha iyi bir arşive sahiptim. Zaten o yüzden çağırmışlardı beni. Şimdi o arşivimin bir bölümü hala durur. Başkası benim imkanlarıma sahip olsaydı dünya çapında bir yıldız olurdu. Ben basketbolcu olacaktım, olmadı. Bari bu yöne gidelim dedik.

 

ihsan.dindar@milliyet.com.tr