Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Bir İstanbul anlatıcısına veda MARİO LEVİ
Şubat 2024

Bir İstanbul anlatıcısına veda MARİO LEVİ

İstanbul’a olan sevgisini yazdıkları ve anlattıklarıyla okuruna aktaran Mario Levi 31 Ocak’ta yaşama veda etti. Arkadaşı Sibel Oral, Milliyet Kitap’a Levi’nin ardından, onun yazdıklarını ve yaşadıklarını hatırlatmak için yazdı.

SİBEL ORAL

Yıllar önce telefonda ona ilk merhabadan sonra kurduğum ilk cümle “Kitaplığınızı karıştırmak ve ‘okur’ Mario Levi ile tanışmak istiyorum,” olmuştu. Son cümlem değil ama kasım ayında ona “Sevgili Mario, haberlerini aldım, geçmiş olsun. Güzel zamanlar, kitaplar bizi bekler,” diye yazmışım, sonra bir röportaj yaptık “İçine sindi mi” diye sormuş, “Çok içime sinen bir röportaj oldu,” diye yazmıştı. Son cümlem cenazesinde omuzlar üzerinde taşınıp toprağa verilirken oldu: “Teşekkür ederim Mario…” Şefkatli bakışına, yumuşak sesine, saygılı duruşuna, emeğin kıymetini bilmesine, bunca çiğlikle örselenmiş bu zamanda iyi bir insan oluşuna, tevazusuna, sabrına, yazdıklarına ve hatta okuduklarına… Yazının başında belirttiğim yıllar önce kitaplığınızı karıştırmak istiyorum talebime “Ev çok dağınık,” diye yanıt vermişti, evet dağınıktı. Evi dağıtan dünya kadar kitaptı, dünyası buydu. İşime gelmişti, sebebi ziyaretim zaten yazar değil, yazar olmadan önce okur olan Mario Levi’yi tanımaktı.

O zamanlar Yeldeğirmeni’nde ‘onun sevdiği İstanbul’dan kalan yüksek tavanlı, koca demir kapılı bir apartman dairesinde oturuyordu. Kaçıncı kat hatırlamıyorum ama heyecanla tırmandım merdivenleri, kapı açıldı, karşımda birazdan büyük bir yazar gibi değil de arkadaşım gibi konuşacak hatta “Abi zaten…” diye cümlesine devam edecek Mario; yanında ondan önce tanıdığım kendisi gibi yazar olan Ece Erdoğuş Levi, adını Sait Faik’ten ilhamla alan köpeği Sanço ve onun hiç durmayan kuyruğu… “Ama çok dağınık,” dediği evinin her yerinde LP’ler, defterler, kalemler ama en çok dolma kalemler ve tabii kitaplar. Dağılıp saçılmanın en güzel halini yaşıyordu salon. O zaman Haydarpaşa duruyor, Beyoğlu lokumcularla dolmamış, ada vapurları görece daha tenha, herkesin sabrı ve umudu hâlâ kendini koruyor, vasat kelimesini cümle içinde bu zamana göre daha az kullanıyoruz. Ben o gün okuduğum, yazar Mario Levi’nin evinde ilk kez onunla konuşuyor ve o dağınıklığın tarihi içinde ilk kitaplarını okuyan Mario Levi’yi arıyorum. Evinden, büyüdüğü evden başlamak istiyorum konuşmaya, anlatıyor: “Şaşıracaksın ama benim büyüdüğüm evlerde kitaplık yoktu. İki ayrı evde büyüdüm ben. Biri anneannemle dedemin evi; pikaptan tangolar dinlenen, Fransızca konuşulan bir ev… Orada birkaç tane popüler Fransızca kitap vardı. Biri ‘Paris’in Esrarları’ romanıydı hatta. Diğer ev ise annem, babam ve babaannemin evi. O daha Osmanlı bir evdi. Radyodan Münir Nurettin Selçuk çalar ama ikisinde de kitaplık yoktu.”

İLK KÜTÜPHANESİ

Şaşırıyorum, şimdi ara ki bulasın okur Mario Levi’yi, neyse ki çok gecikmiyor. 13 yaşında kendi kütüphanesi oluşmaya başlıyor. Fransız okulunda okuduğu için ilkin Fransızca kitaplar okuyor, ilk kahramanı Jean Valjean. “Sefiller”le birlikte Victor Hugo giriyor hayatına, sonrasında Marcel Proust ve arkasından gelen bir itiraf: “Tüm ciltlerini okumadığımı itiraf edeyim, üç cildini okudum ama o bile yetti beni etkilemeye…” Voltaire’den, Virginia Woolf’tan, Stefan Zweig’dan, Albert Camus’den bahsediyor. Stefan Zweig’ın eski baskı “Dünün Dünyası”nı elime alıyorum, “Ben bu kitabı çok kez okudum,” diyor.

Benim de ara ara yeniden okuduğum kitaplar olduğunu ama bunun bir nedeni olduğunu söylüyorum. Mario’nun da nedeni var. “Dünün Dünyası”nı kendini kötü hissettiği zamanlarda okuyor ve her seferinde de şu cümleyi kuruyor kendine: “Mario kendini bu kadar önemseme, bak neler yaşamış başkaları, ne acılar çekmiş. Düşün intiharından önce yazdığı son kitap. O kitaptaki yıkıklığı, naifliği, kendini sürgünde hissetmesi beni çok etkilemiştir… Bazen düşünüyorum; kitap seçimleri mi bir kaderdir yoksa kaderiniz mi sizi o kitaplara götürür… Bilmiyorum.”

YAZININ DEVAMINI MİLLİYET KİTAP EKİNDE OKUYABİLİRSİNİZ.