Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Direnişin sesi Arthur Miller 100 yaşında
Ekim 2015

Direnişin sesi Arthur Miller 100 yaşında

Arthur Miller, 20. YY. Amerikan edebiyatının en önemli figürlerinden birisi. Drama alanında verdiği çok sayıda eserle dönemin Amerikan tiyatro geleneğinin oluşturulmasında çok önemli rol oynamış bir yazar. Aynı zamanda yaşadığı dönemin sembolleri arasında gösterilen, her daim dikkat çeken bir zihne sahip olmuş, sosyal bir figür. 17 Ekim 1915 yılında dünyaya gelen Arthur Miller’ın bugünlerde 100. doğum günü kutlanıyor. Bu vesileyle ABD'li yazarın klasik niteliğine kavuşmuş yapıtlar, komünizm tartışmaları altında geçmiş bir sosyal yaşam ve (tabii ki) Marilyn Monroe ile yaşadığı aşkla dolu hayatını hatırlıyoruz...
EKREM BUĞRA BÜTE
 
Arthur Miller, çocukluk ve gençliğini belki de izlerini hayatı boyunca taşıyacağı bir dönemde, 20. YY.'ın başlarında, ABD’de geçirdi. 1915 yılında Harlem, New York’ta dünyaya geldi ve daha bebekken I. Dünya Savaşı’nı, 14 yaşında bir gençken Büyük Buhran’ı, 20'li yaşlarında II. Dünya Savaşı’nı gördü. Hayatı boyunca Soğuk Savaş ikliminde yaşadı. Refah, kriz, savaş ve buhran anlarını deneyimledi. Miller hem tüm bu yaşadıklarını hem de orta sınıf Amerikalı bir Yahudi ailenin çocuğu olmayı, yapıtlarının çeşitli katmanlarına sızdırmış bir yazar. Dolayısıyla tüm bunları Miller’ı okurken zihin açıcı birer kılavuz olarak görmek mümkün.
 
Miller’ın babası Avusturyalı bir Yahudi göçmendi. 1929’daki Büyük Buhran’a kadar ailenin ekonomik durumu iyiydi ama bu dönemden pek çokları gibi Miller ailesi de epey zarar gördü. Dolayısıyla Arthur da küçük yaştan itibaren çalışmak durumunda kaldı. Üniversite için Michigan’a taşınan Miller, burada ilk olarak gazetecilik, daha sonra İngiliz edebiyatı okumaya karar verdi. İlk oyunlarını da bu dönemde yazmaya başladı. “No Villain”, yazarın ilk oyunu olarak bilinir ve bu dönemde yazılmıştır. Oyunun oldukça beğenilmesi ve Avery Hopwood Ödülü’ne değer görülmesi Miller’ın yazarlık kariyeri açısından önemli bir dönüm noktası olarak görülebilir. Miller bu dönemden itibaren oyun yazarlığı yapmaya başladı. Kariyerinin ilk dönemlerinde radyo oyunları yazıyor ve çeşitli işlerde çalışıyordu.
 
II. Dünya Savaşı, dönemin birçok insanı gibi Miller için de bir anlamda dönüm noktası oldu. Miller, bir sakatlığı nedeniyle askerlik görevinden muaf tutuldu ve bu sayede 1940 yılında ilk kez yazdığı bir oyun sahneye kondu. “The Man Who Had All the Luck”, “No Villain”ın ardından Miller’ın yazdığı ikinci büyük eser olarak görülecekti. Onun ardından gelen “All My Sons”la birlikte Miller’ın Broadway’deki repütasyonu tamamlandı. O artık, dönemin en önemli oyun yazarlarından biriydi.
 
1949 yılında yazdığı ve hemen Broadway’de sahnelenen “Death of a Salesman” (Satıcının Ölümü) ise Arthur Miller’ı dünyaca ünlü bir yazar haline getirecekti. Oyun o yıl alanının büyük ödüllerinin tamamını kazandı. Tam 742 kez sahnelendi ve muazzam bir başarı kazandı. O dönemden itibaren günümüze kadar oyun Broadway’de dört kez daha sahneye koyulacak, 1985 yılında başrollerini Dustin Hoffman ve John Malkovich’in paylaştığı bir yapımla sinemaya uyarlanacak ve dünya çapında ün kazanacaktı. “Death of a Salesman” günümüzde 20. YY. Amerikan edebiyatının en önemli tiyatro oyunlarından biri olarak gösterilen, klasik niteliği kazanmış bir yapıt olarak tanınıyor. 
 
'Muhteşem' birliktelik
 
Miller "Death of a Salesman"in ardından dünyaca ünlü bir yazar oldu. Bunun ötesinde, önemli bir sosyal figür haline geldi. Kimilerine göre ABD’nin en büyük yazarları arasındaydı ve çok seviliyordu. “A View from the Bridge” ve “A Memory of Two Mondays”in aralarında olduğu meşhur oyunlarını bu dönemde yazdı. Ancak Miller’ı belki de günümüzde halen önemli bir Hollywood figürü haline getirecek gelişme 1956 yılında gerçekleşti. O gelişmenin adı Marilyn Monroe idi. Miller ve Monroe, 29 Haziran 1956 günü evlendi. İki yıla yakın bir süre evli kalmalarına rağmen ilişkileri günümüzde halen dönemin en dikkat çeken ve en çok merak edilen ilişkilerinden biri olarak anılıyor. Zira söz konusu olan Marilyn Monroe'ydu. Olay o dönem büyük bir coşkuyla karşılandı, Norman Mailer’ın daha sonra “Muhteşem Amerikan Beyni Muhteşem Amerikan Vücudu’yla evleniyor” sözleriyle tanımlayacağı bu ilişki, Amerikan basını tarafından adeta sömürü malzemesine dönüşecekti. İkilinin yaptığı her şey, gittikleri her yer takip edilecekti. Yaklaşık iki yıl süren bu ilişki halen Hollywood tarihinin en dikkat çekici ilişkilerinden biri olarak görülür, buna hiç şüphe yok. Marilyn, Miller’dan boşandıktan bir buçuk yıl sonra, oldukça genç bir yaşta intihar etti. İşte bu durum, ikilinin birlikteliğini her daim göz önünde ve hatırda tutmaya yetti.
 
Sonrasında Miller, Marilyn için yazdığı (ve daha sonra pişmanlığını da belirteceği) “The Misfits” (bu film aynı zamanda Marilyn’in son sinema filmi olarak da tanınır) filminin çekimleri sırasında tanıştığı fotoğrafçı Inge Morath ile evlendi ve bu evlilikten iki çocuk sahibi oldu. 
 
“The Crucible” vakası
 
Arthur Miller söz konusu olduğunda, sıklıkla konuşulan bir diğer konu ise (Marilyn Monroe kadar heyecan yaratıcı olmasa da) Miller’ın komünist görüşlere sahip olup olmadığıydı. Bu durum, Miller’ın 1953 yılında kaleme aldığı “The Crucible” oyununun sahneye konmasıyla ortaya çıktı. Miller, bu oyununda 1692 yılında ABD'de  yaşanan “Salem cadı mahkemeleri” olayını anlatıyordu. Ancak sorun, Miller’ın oyunu dönemin McCarthy'ci anti-komünist kuşkuculuğunun bir alegorisi olarak yazmasıydı. Oyun büyük yankı uyandırdı. Miller, komünistlikle suçlandı. Soğuk Savaş döneminin meşhur anti-komünist devlet organı Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi (HUAC - House Un-American Activities Committee) Miller’a özel bir ilgi gösterdi. Pasaport alması engellendi. Özel mahkeme tarafından duruşmaya çağırıldı ve cezaya çarptırıldı. Arthur Miller, dönemin meşhur 'kara listesi'ne alınmıştı.
 
“The Crucible” vakası olarak da bilinen olaylar zinciri, Miller’ı hayatı boyunca rahat bırakmayacaktı. Bununla birlikte oyun, Miller’ın en ünlü yapıtları arasında yer alacak ve dünya çapında birçok kez sahnelenecek, hem sinemaya hem operaya uyarlanacak ve sayısız başarı kazanacaktı. Burada dikkat çekici olan başka bir husus da Miller’ın oyunlarının 1969 yılında Sovyetler tarafından da tamamen yasaklanmış olmasıydı.
 
Miller’ın sol ve toplumcu görüşlere sahip olduğu elbette biliniyor. Zaten yapıtlarında da bunun izlerini görmek gayet mümkün. Brecht tiyatrosu onun yapıtları konuşulurken daima tartışma konusu olur. Miller’ın eserlerinde sıklıkla uğradığı toplumcu temalar bununla ilişkili görülebilir. Öte yandan Miller’ın komünist olup olmadığı tartışmalarının Soğuk Savaş döneminin ayrıştırıcı ve keskin diline kurban gittiği de bugün açık bir şekilde görülebiliyor.
 
Arthur Miller, 2005 yılında, 89 yaşında aramızdan ayrıldı. Yapıtları yaklaşık 70 yıl gibi muazzam bir süreye yayıldı ve yalnızca Amerikan edebiyatına değil, tüm dünyaya etkileri dokunan işlere imza attı. Çoğu tiyatro oyunu olmak üzere sayısız eser verdi, çok fazla sayıda ödüle layık görüldü. Yaşamının son günlerine kadar da üretmeye, yazmaya devam etti. Miller, yazdıkları, üretkenliği, işine saygısı ve Amerikan edebiyatına verdikleriyle 20. YY.'ın en önemli ilham figürlerinden birisi olmayı halen sürdürüyor. 
 
Alt-orta sınıf hikayecisi
 
Miller’ın yapıtları bilhassa Soğuk Savaş döneminde yazıldı, sahneye koyuldu ve seyircisiyle buluştu. Dolayısıyla kendisinin edebi dünyasını düşünürken bu özel dönemi, dahası, bu özel dönemin Amerikan toplumundaki yapısını göz ardı etmemek gerekiyor. Miller, sosyal gerçekçi bir arka planı her daim kullandı, ancak yapıtlarında psikolojik, bireysel temaları ön planda tuttu. Dolayısıyla toplum ve birey arasında bir tür denge gözeten, bir bütünün parçaları arasında gidip gelen eserlere imza attı. Bu anlamda, bireyin hikayesini anlatmış ancak onu toplumsal yükleriyle ele almış, 'gerçek' karakterler üretmiş bir anlatı üstadıdır Arthur Miller. Ayrıca, Miller’ın yapıtlarında hem Henrik Ibsen gerçekçiliğini hem de Bertolt Brecht dışavurumculuğunu gözlemek mümkündür.
 
Öte yandan Miller, Amerikan alt-orta sınıf hikayelerini anlatan bir kuşağın mensubu olarak da görülebilir. Amerikan ailesi, oyunlarında her daim önemli bir rol oynamıştır. Aile bağlılıkları, roller, aidiyetler, değerler sıklıkla ön plandadır ve Miller buradan doğan ilişkileri ustalıkla işler. Örneğin “Death Of a Salesman”de bu değerlerden kopuş, büyük bir yankı uyandırmış ve fazlaca ilgi çekmiştir.
 
Miller, Eugene O'Neill ve Tennessee Williams ile birlikte bir anlatı geleneğinin temel isimleri arasında gösterilir. “Death of a Salesman”le birlikte O'Neill’in “Long Day's Journey Into Night” ve Williams’ın “A Streetcar Named Desire” oyunları 20. YY. Amerikan tiyatrosunun üç temel drama eseri olarak tanınır. Bununla birlikte bilhassa Miller ve Williams, dönemin Broadway dünyasında iki temel yazar figürü olarak boy gösterdi ve ikili arasında daimi bir karşılaştırma süregeldi. Kimileri tarafından savaş sonrası Amerikan dramasının Romulus ve Remus’u olarak gösterildiler ve her daim sosyal (ve cinsel) yaşantılarıyla sıklıkla gündemde kaldılar. Zira Williams’ın eşcinselliği, Miller’ınsa Marilyn Monroe ile olan ilişkisi basın nezdinde yazarların yazdıklarından çok daha fazla ilgi gördü her zaman.
 
"Bütün gece sadece birbirimize baktık"
 
Miller, hayatı boyunca birçok oyun yazdı. Oyunları Amerikan kültür tarihinde adı sıklıkla geçecek kadar büyük beğeni kazandı. Tony ve Pulitzer ödülleri kazandı, Oscar’a aday oldu ama onu dünya çapında, en azından magazinel bağlamda bu denli ünlü (ve spekülasyona açık) yapan Marilyn ile olan ilişkisiydi. Haklarında kitaplar yazıldı, filmler çekildi. Her şey bir yana, ilişkileri her daim merak edildi. Hâlâ da merak ediliyor.
 
Rivayete göre Arthur Miller, Marilyn Monroe ile “As Young As You Feel” adlı filmin setinde tanışmıştı. Monroe bir gece kulübü sahnesi için oradaydı. Çekim bittikten sonra Marilyn, Miller ve arkadaşı Elia Kazan’ın yanına geldi, ellerini sıktı. Temsilcisi Johnny Hyde’ın ölümünün ardından hâlâ üzgündü. Miller, o ânı yıllar sonra yazdığı otobiyografisi "Timebends"da şöyle anlatacaktı: “Durduğum yerden, metrelerce uzaktan, beyaz ışığın karşısında yandan gördüm yüzünü, başının üstüne topladığı saçlarıyla. O an gözlerini kuruladığı siyah bir dantelin altında ağlıyordu. El sıkıştığımızda vücudunun hareketinin sarsıntısı benimkisiyle ivmelendi.”
 
Yaklaşık bir hafta sonra, ikili bir ev partisinde tekrar karşılaştı. Norman Mailer’ın "Marilyn" biyografisinde Marilyn’in ağzından şöyle aktarılıyor o an: “(…) ‘Ağaca çarpmak gibiydi,’ diyor Miller için. ‘Yani  çok ateşin varken serin bir içecek gibi. Ayak parmağımı görüyor musun, bu parmağı? İşte oturdu, ayak parmağımı tuttu ve neredeyse bütün gece sadece birbirimizin gözlerine baktık.’”
 
İşte bu her şeyin başlangıcıydı. Ardından Miller bir mektup yazdı ve 20. YY.'ın en sansasyonel aşk hikayelerinden biri başlamış oldu. Telefonlar, yazışmalar bir süre devam etti. Tarih 1950 yılının sonlarını gösteriyordu. Miller evliydi. Monroe ise bundan birkaç yıl sonra efsane beyzbol oyuncusu Joe DiMaggio ile kısa bir evlilik yaşayacak olsa da daima Miller’ı düşleyecekti. İkili arasındaki birliktelik karşılıklı boşanmaların ardından resmiyete kavuştu ve 29 Haziran 1956 tarihinde evlendiler. İki gün sonra ise Miller’ın Yahudi kökenlerine uygun, dinî bir tören yapıldı.
 
ABD’nin en büyük sinema ikonlarından birinin, ülkenin en büyük yazarlarından biriyle olan evlilik öyküsü böyle başladı. Birçoklarına göre Miller’ın orta sınıf farkındalığı, kanaatkârlığı, sakinliği ve (Marilyn’in etrafındaki onlarca erkekten farklı olarak) kendisini bir varoluş sebebi olarak arzuluyor gibi gözükmemesi Marilyn’i etkilemişti.
 
Marilyn’in düşünüldüğü kadar aptal, Miller’ın da düşünüldüğü kadar 'ince ruhlu' olmadığı artık bilinen, konuyla ilgili klişeleşmiş bilgiler. Miller, orta sınıf bir Yahudi aileden geliyordu ve Büyük Buhran’ı yaşamıştı. Kendisine yetmek üzere gelişmiş bir zihnî yapısı vardı ve kanaatkârdı. Çoğu insan onun bu durumunu sıkıcı, sert bulsa da belli ki Marilyn için pek böyle değildi. Beri yandan, muhtemelen bu sert ve utangaç adamın dünyasına Marilyn Monroe olağanüstü bir vaziyet olarak doğmuştu. Miller’ın dışarıdan görünen naifliğine Marilyn bir kapı açıyordu, buna şüphe yok. Ayrıca Miller’ın bu durumu, yazdıklarını etkileyecek olumlu bir faktör olarak görmüş olması da olası. 
 
Yaşamak için yazdı
 
Arthur Miller ve Marilyn Monroe, söz konusu olduğunda herkesin emin olduğu tek bir şey var sanırım, o da birbirlerine gerçekten âşık oldukları. En azından etrafa yansıyan enerji bu şekildeydi. Miller’ın Monroe ile olan ilişkisiyle alakalı çok fazla konuşkan olmadığı bir gerçek. Ancak 1964 yılında kaleme aldığı “After the Fall” oyununun Marilyn ile ilişkisine göndermeler taşıdığı da biliniyor. Birçokları tarafından yazarın en kişisel eserlerinden biri olarak görülen bu oyunda Maggie karakterini Marilyn’in personasından ayrı düşünmek neredeyse olanaksız. Dolayısıyla Quentin karakteri de sıklıkla Miller’ın kendisiyle özdeşleştirilir. Oyunun bir kısmında, Maggie kendisine “Başka erkekler bana gülerdi ya da alelacele yatağa atmaya çalışırdı,” dediğinde Quentin’in seyirciye doğru söyledikleri tüm bunların tatlı bir özeti gibi: “Evet! Her şey çok açık -saygınlık onunla yatmaya çalışmadığım içindi! Onun ‘değerine’ hürmet olarak yorumladı bunu, bense sadece korkmuştum! Tanrım, ne riyakârlık!”
 
Arthur Miller, 1958 Ağustosu’nda Harper's dergisine verdiği bir mülakatta, sonradan çok meşhur olacak şu lafı söylemişti: “Bir oyunun yapısı her zaman kuşların nasıl yuvaya döndüğünün hikayesidir.” Miller hayatı boyunca yazdı, yaşamak için yazdı. Sosyal, politik ve cinsel yaşantısı her daim göz önünde olmuş olsa da o yazmaktan, yazar olma halinden hiç vazgeçmedi. Tarihin gördüğü en üretken oyun yazarlarından biri olarak yaşadı ve yaşamının son aylarına kadar yazmaya, üretmeye devam etti. Hâl böyle olunca insan düşünmeden edemiyor. Herhalde onun da yuvası, yazdıkları ve yarattıklarıydı. Sürekli olarak ona dönüyor, onda yaşıyordu. Muhtemelen yolda gördüklerini de seyirciye ve sahneye anlatıyordu…
 
Türkçede Arthur Miller
 
Miller’ın kitapları Türkçede Mitos Boyut Yayınları tarafından yayımlanıyor. Toplam altı kitabı var. Üstelik çevirileri de Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol ve Ülkü Tamer'in aralarında olduğu isimler tarafından yapılmış. Ancak bunun yanında Miller’ın Türkiyeli yayıncılar tarafından büyük bir ilgiye mazhar olduğunu söylemek zor. Yazarın düz yazı alanında vermiş olduğu eserleri Türkçede okuma şansımız bulunmuyor. 1945 yılında yazdığı "Focus" adlı romanı, "The Misfits"in novella versiyonu, çok sayıdaki kısa öykü kitapları ve başta "Timebends: A Life" adlı otobiyografisi olmak üzere edebiyat dışı alanda verdiği eserlerin de Türkçe çevirileri bulunmuyor. Bu durum çoğunlukla yazarın birlikte anıldığı Eugene O'Neill ve Tennessee Williams için de, yazar hakkında yazılmış biyografi kitapları (2010 yılında yayımlanan Christopher Bigsby’nin kaleme aldığı kapsamlı biyografi bunların ilk akla geleni) için de geçerli.
 
Bunların yanında Türkçede Arthur Miller’la ilgili bilgilere Marilyn Monroe kitaplarından ulaşmak mümkün. Bu yıl içerisinde Everest’ten yayımlanan (ve bu yazıda da sıklıkla başvurulan) Norman Mailer’ın elinden çıkma "Marilyn" biyografisi, Arthur Miller’ın hem edebi hem de kişisel dünyasına epey bir kısım ayırmış durumda. Ayrıca (belki yorucu bir sahaf mesaisini gerekli kılabilir ama) İletişim’in eski efsane dizilerinden “Aşklar ve Çiftler” içerisinde yayımlanmış "Marilyn Monroe-Arthur Miller" da bu ikilinin en taze ve en sarih şekilde anlatıldığı metinlerden biri olma özelliği taşıyor.
 
Dünyada 100. yıl etkinlikleri
 
Miller’ın 100. yılı bu ay içerisinde dünyada çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Dünyanın dört bir yanında düzenlenen tiyatro festivallerinde Miller’ın çeşitli oyunları farklı dillere uyarlanacak ve sahneye konulacak. Ayrıca ekim ve kasım ayları boyunca çoğunlukla New York’ta düzenlenen konuşma, konferans ve sempozyumlarda Miller ve yapıtları anılıyor olacak. 16 Kasım günü Broadway’de gerçekleştirilecek bir gecelik anmanın ise bunların en dikkat çekeni olması bekleniyor.