İyi ki doğdun 'tuhaf bir yazar' LEYLA ERBİL
Bülent Usta
Bilen bilir, pandemi olmadan evvel, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde etkinlikler olur, filmler gösterilirdi. Özellikle 10 - 15yıl evvel, epeyce hareketli bir yerdi. İşte o etkinliklerden biri Leylâ Erbil’in 75. Yaşını kutlamak için yapılmıştı 21 Ocak 2006’da. Bilkent Üniversitesi ve Yazarlar Sendikası’nın iş birliğiyle “Tuhaf Bir Yazar: Leylâ Erbil’de Etik ve Estetik” başlığında bir sempozyum gerçekleştirilmişti.
Leylâ Erbil o sempozyumda kısa bir konuşma yapmıştı ve o konuşmada söylediği sözler, kendisi ve edebiyatıyla ilgili pek çok şeyin özeti gibiydi: “Teşekkür etmek zor bir şey. Bunca cömert insana nasıl teşekkür edilir... Nasıl ödenir bunca zahmetleri... Hele benim gibi üniversitelerden, disiplinlerden kaçmış, onları insan avlama, insan tanıma yeri olarak kullanmış bir yazar için...Üniversiteye gidişimin asıl sebebi ‘Çıplak Tarih’ adlı kitaptaki yazımda da belirttiğim gibi insana olan merakımdı. Bu merak bugün bile yiyip bitiriyor beni.(...) Gördüğünüz gibi rahatsızım. Hastalığımın adı Langerhans. 1800’lerde bulunmuş çok nadir bir hastalık. Kadınlarda milyonda bir rastlanıyormuş. Nedeni bilinmeyen bir hücre hastalığı. Ama ben nedenini biliyorum, dünyaya gelmemle birlikte karşılaştığım, ömrümce seyretmek zorunda bırakıldığım vahşet, haksızlıklar, insanlığın ödediği bedel...işte bu. Nasıl Baudelaire’i çıldırtan kapitalizm dedilerse, beni hastanede ki acı ve mutsuzluk. Hepinizi kucaklıyorum. Herkese candan teşekkürlerimi sunuyorum.”
Langerhans hastalığından dolayı 19 Temmuz 2013’te aramızdan ayrılmıştı. İnsana duyduğu merak, haksızlıklar karşısında gösterdiği direnç, hiçbir disipline sığdırılamayacak duruşuyla o sempozyumun adında da yer aldığı gibi “Tuhaf Bir Yazar” dı Leylâ Erbil, tuhaflığı onun sahiciliğinin ve güzelliğinin bir ölçüsüydü sanki. “Tuhaf Bir Kadın” ve “Tuhaf Bir Erkek” adlarıyla romanları da vardır. Baudelaire’i anarak kendisini öldüren şeyin izlemek zorunda kaldığı vahşet ve haksızlıklar olduğunu söylerken de eserlerinde ele aldığı konuların kaynağını gösteriyordu bir bakıma.
TAŞRA DERGİLERİNDE ŞİİRLER
Leylâ Erbil, edebiyat tarihimizin en önemli dergilerinden biri olan Seçilmiş Hikâyeler’ de ilk öyküsünü yayımladığı 1956’dan, 2013’te yayımlanan son romanı “Tuhaf Bir Erkek” e kadar, toplamda üç öykü “Hallaç” (1959) ,“Gecede” (1968), “Eski Sevgili” (1977); yedi roman “Tuhaf Bir Kadın” (1971), “Karanlığın Günü” (1985), “Mektup Aşkları” (1988), “Cüce” (2001), “Üç Başlı Ejderha” (2005), “Kalan” (2011), “Tuhaf Bir Erkek” (2013) ve üç tanede “Tezer Özlü’ den Leylâ Erbil’e Mektuplar” (1995), “Düşler Öyküler” (1997), “Zihin Kuşları” (1998) adlı mektup ve denemelerinden oluşan kitaplarını yayımladı. Bu 13 kitaplık külliyatıyla edebiyat tarihimizi derinden etkilediğini, pek çok genç yazara ilham verip avangart eserlerin önünü açtığını söylemek yanlış olmaz. Zaten hakkında yazılanlara şöyle bir bakınca bile, şiirden romana pek çok önemli tartışmanın Leylâ Erbil’in eserlerine referans verilerek yapıldığını görürüz.
Leylâ Erbil, 12 Ocak 1931’de İstanbul’da, Fatih’te dünyaya geldi, üç kız kardeşin ortancası olarak. Annesi Emine Huriye Hanım, babası vapur baş makinisti Hasan Tahsin Bilgin idi. Leylâ Erbil’in en bilindik ve etkileyici öyküsü “Vapur ”un babasıyla bir ilişkisi olduğu düşünülebilir. Zaten ailedeki bütün erkekler denizci, kaptan... Fatih’te oturdukları konak yanınca, ki o yıllarda İstanbul’un yangınları meşhur, aile Beşiktaş’a taşınır. Leylâ Erbil, Esma Sultan Okulu’nda ilkokula başlar, sonra da Beşiktaş Kız Ortaokulu’nda öğrenimine devam eder. Liseye önce Beyoğlu’nda gider, sonra Kadıköy Kız Lisesi’nde okur, çünkü aile Beşiktaş’tan Caddebostan’a taşınmıştır. Leylâ Erbil’in ortaokul yıllarında edebiyata merak saldığını, lise yıllarında taşra dergilerinde şiirlerinin yayımlandığını biliyoruz. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü okur. Üniversitede okurken ilk evliliğini yapar ve okulu bırakır. Bir yıl sonra boşanıp okuluna döner. Bu ilk evlilik ve boşanma serüveninin, onun hayatını etkileyecek önemli olaylardan biri olduğunu mektuplarından anlıyoruz.
SAİT FAİK'LE TANIŞMASI
Yine tam da o yıllarda kendisi için bir başka dönüm noktası gerçekleşecek ve Sait Faik ile tanışacaktır. Bir söyleşinde bu tanışmanın kendisinde nelerin değiştirdiğini şöyle anlatır: “Ben onunla tanıştığımda (1953 sonu 1954 başı olmalı) hayranlığım doruktaydı. Utana sıkıla kendi şiir ve hikayelerimi okudum. Şiirlerimi eleştirdi, hikayelerimi övdü. Alıngan, sinirli, dürüst, utangaç, alabildiğine alçakgönüllü bir adam… Yüreklendirdi beni; ben de kararımı düzyazıdan yana koydum. Oysa aynı yıllarda Ahmed Arif şiirde ısrar ediyordu.” Ahmed Arif’in değil Sait Faik’in önerisini tercih ederek öykü ve romana yönelse de şiir yok mudur hiç anlatımının o zengin çağrışımsal ve derinlikli yapısında? Aslında şiirden beslenerek kendi öykü ve roman dilini şekillendirdiği söylenebilir rahatlıkla. Sait Faik’in de Ahmed Arif’in de Leyla Erbil’e âşık olduğu söylendi hep, sonradan Ahmed Arif’in Leylâ Erbil’e yazdığı aşk mektupları da yayımlandı.
İLK KİTAP VE ÖDÜL HEYECANI
Leylâ Erbil, soyadını alacağı Yüksek Mühendis Mehmet Erbil ile evlenir 15 Mayıs 1955’te. 11 Mayıs’ta Sait Faik yaşama veda eder. Yine kimseye haber vermeden çarçabuk bir evlilik gerçekleştirir, ailesine sorup danışmadan. Leylâ Erbil için, ikinci evliliğiyle birlikte Ankara dönemi başlar, Ankara’ya yerleşir. Ankara’da Nezihe Meriç’le, Vüs’at O. Bener’le, Can Yücel’le, İlhan Berk’le, Orhan Peker’le ve daha pek çok dönemin önde gelen şair, yazar ve ressamlarıyla dostluklar geliştirir. Ankara’da çalışmaya da başlar. Devlet Su İşleri’nde, çevirmenlik ve sekreterlik yapar. 1957’de İzmir’e taşınırlar, dört yıl sonra da yeniden İstanbul dönemi başlar Leylâ Erbil için. Artık yazdığı öyküler Papirüs, Türk Dili gibi pek çok dergide yayımlanmaya başlar, üretken bir sürece girer.Ve ilk öykü kitabı “Hallaç”da 1961’de yayımlanır. Aynı yıl, kızı Fatoş da dünyaya gelmiştir. 196768 yılları arasında Zürih’e taşınırlar ve oradaki konsoloslukta çalışır. Burada yeni öykü dosyası için hazırlıklara başlar ve arkadaşı Metin Eroğlu ve Nurer Uğurlu’nun da desteğiyle 1968’de “Gecede” isimli öykü kitabı çıkar. Kitabı, Sait Faik Öykü Armağanı yarışmasına gönderir. Sait Faik ile dostluğundan dolayı bu ödülü çok önemser ama ona vermez jüri. Orhan Kemal ve Faik Baysal arasında paylaştırılır ödül. Leylâ Erbil çok üzülür bu duruma ve bir daha hiçbir ödüle katılmayacağını ilan eder... Ünlü “Vapur” öyküsünde bu kitaptadır.
KAYIPLAR VE ACILAR
1969’da babasını kaybeder yazar ve kendisini bütünüyle yazmaya verir. Bu arada çeşitli sendika ve organizasyonlarda görevler alır, Türkiye Sanatçılar Birliği’nin ve Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kurucularından olur. 1971’de ilk romanı “Tuhaf Bir Kadın” ı yayımlar. Filiz Aygündüz, 2004’te yayımlanan Radikal Kitap’taki yazısıyla bir haritasını çıkarmıştır bu eserin: “Maddenin en katı hali evden sokağa uzanan. Sokaktan eve dönen. Tekrarlı bir bunaltı. Ev toplumun içinde, toplum evin. Birbirlerinin mikro ve makro iz düşümleri...Ne orada ne burada olabilen ‘kadın’. Hiçbir yere sığmayan bir kimlik, kadınlık. Her yönüyle ve eksiksiz, uzun, acılı bir şiirin satır dökmüş dizelerinde. İnebilir mi kadın içine, en derinine ‘en tuhaf’ yanlarına? Gördüğünün ne kadarı gerçektir ne kadarı halüsinasyon? Bilebilir mi? Roman hem üslubuyla hem de tartışmaya açtığı başlıklarla çokça tartışılırken 1977’de “Eski Sevgili” adlı öykü kitabını yayımlar. Annesi Emine Huriye Hanım Alzheimer hastalığına yakalanınca “Karanlığın Günü” adlı bir romana başlar, 1980’de annesinin ölümüyle sarsılır yazar. O günlerde yazdığı roman,ancak1985’te basılır.Annesinin ölümünden sonra yaşadığı en acı olay ise, romanının yayımlanmasından bir yıl sonra, 18 Şubat 1986’da Tezer Özlü’ nün ölümüyle yaşanır. 1977 yılının kanlı 1 Mayıs’ına birlikte katıldığı yazar arkadaşı Tezer Özlü’ nün ölümü, Leylâ Erbil’deki öfkeyi ve acıyı dahada derinleştirir, hem içinde hem de eserlerinde...
NOBEL ÖDÜLÜ’NE ADAYLIK
Sonrasında peş peşe diğer eserleri yerlerini almaya başlar. Leylâ Erbil için sempozyumlar düzenlenir, sosyopolitik pek çok olayda öne çıkan bir figür halini alır. 1988’de yayımlanan “Mektup Âşkları”ndan sonra 2001’de“Cüce” adlı romanı yayımlanır ve PEN tarafından Nobel’e aday gösterilir o günlerde. “Üç Başlı Ejderha” (2005), “Kalan” (2011) ve “Tuhaf Bir Erkek” (2013) romanları çıkar sırasıyla. Leylâ Erbil, hayata gözlerini yumduğu 2013’te, PEN Öykü Günü Bildirisi’nde şöyle yazar: “1954-55 yılları olmalı. Taksim’e doğru ilerliyoruz, Galatasaray Lisesi önlerindeyiz ve Onat’la (Kutlar) yan yana düşmüşüz, Türk edebiyatını nasıl yenileştireceğimizi tartışıyoruz. Ben, insanları anlatmakta yetersiz kalan bu dili, bu kalıpları değiştireceğimi söylüyorum. Onat’sa ‘Bende o dili madrigallere dönüştüreceğim…’ diyor. Bu ülkede düşünceyi doğrulukla açıklamak, gerçekleri ortaya dökmek, ‘kendi için varlık olma’ durumu, hayatını ortaya koymakla eşittir. Ataerkil dünyanın kadına biçtiği rol bilinç dışı belki ana rahminden başlayarak algılanıyor. Cinsiyet ayrımını ilkin bilinçsiz de olsa yaşıyorsunuz. Çok yakıcı bir şey , aşağılanma! Bu durumun dışına çıkma, özgürleşme, birey olma ,‘ kendi için varlık’ olma şansı, çok sayıda eril kategorileri aşmaktan geçiyor. 1960’larda televizyon evlere girdiğinde biraz daha demokrattı bilgi, şimdi ise insanlar arasındaki uçurum büsbütün derinleşiyor. Neredeyse eş dili konuşmaz oluyoruz. Medya daha da devleşip, denetimsiz bir boyuta vararak, dünyamızı bir baştan bir başa, Medeia’nın alevden giysisiyle kaplayacaktır. Önerilen ödünü; ünü, gücü, saltanatı görmezden gelebiliriz diyor gibiyim zaman zaman. Bir yazar gücü ne yapsın ki! Gerçek yazar güçten de ünden de utanır; nasıl bir dünyanın kendisine onu sunduğunun bilincindedir. Halkın bildiği ise hüzünden çok ıstırap, çile, kahır ve zulümdür. Bir yazarın yaşadıklarıyla sanatının birbirini yalancı çıkarmaması, iyi bir sanat ürününün ölçülerinden biridir. Tek ölçü olmasada…” Leylâ Erbil, o bildiride bir tür kâhin gibi olacakları önceden bildirir sanki ve yazın yaşamının başlangıcından sonuna o tutarlı yapısının temel ilkelerini de gösterir. O bildirinin devamında “İnsan yaralıdır,” diye söze başlar ve yazarken asla okuru ya da eleştirmenleri düşünmediğini, kendi dilini, metnini yaratmaktan başka bir kaygısı olmadığını anlatır. Aslında bu sözler, kendisinden sonra gelecek kuşak için bir tür miras gibi anlaşılabilir, ünü, parayı ya da başka bir şeyi umursamadan kendi dilini ve metnini yaratmanın bu hayattaki en önemli amacı olduğunu... Belki de biz buna, ‘kendini gerçekleştirme’ de diyebiliriz. Leylâ Erbil bunu yaptı. Acı ve mutsuzluğu göze alarak, yaralı ve hasta gördüğü insanlığın karanlığına bakmaktan sakınmayarak...
