Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Kalbini susturamayan Tezer Özlü 80 yaşında
Eylül 2023

Kalbini susturamayan Tezer Özlü 80 yaşında

“Yaşamın Ucuna Yolculuk” yapan Tezer Özlü 10 Eylül’de 80 yaşına girdi. Biz de bu vesileyle hem Özlü’nün yaşamını hem de ondan bağımsız düşünülemeyecek yazma ve düşünme biçimlerini hatırlamak istedik.

ZEYNEP SIMPSON

1952’de İstanbul’a gelen bir kız düşünün. O güne dek babasının işi sebebiyle bir şehirden diğerine sürüklenmiş. Kütahya, İzmir, Bolu. Kendi tabiriyle Türkiye’nin kasaba hayatını tatmış, hatta okula da Bolu’nun Gerede ilçesinde başlamış. Derken İstanbul. O yılların İstanbul’u başka tabii. Özlü’nün “Çocukluğun Soğuk Geceleri”nde hatırlattığı nostaljik detaylar: Sobalı evler, bakkallar, veresiye, Atlas Sineması, sütçüden alınan süte benzemeyen, ‘kaynatılmadan içilen’ pastörize süt, misafirin eline dökülen kolonya, kitap okuyan, ders çalışan her çocuğa verilen altın öğütler: “Işık soldan gelmeli, kitap 35-40 cm uzakta olmalı…” Bu kız çocuğu, o ışıkta “Sisler Bulvarı”nı okuyor. Attila İlhan misali kalbini susturamadığı da o günleri anlatışından belli.

Tezer Özlü’nün kaleminden okuduğunuzda, ailesinin ağabeyi Demir’i şımarttığı izlenimine kapılıyorsunuz. Demir Özlü, İstanbul Erkek Lisesi’nde okuması için önden İstanbul’a gönderilmiş. Tezer Özlü annesiyle Gerede’de, geride kalmış. Acımasız bir dürüstlükle yazıyor o günleri. Acımasız bir dürüstlükle yaşadığı hissine kapılıyorsunuz. Ailesine bakıyor, “Bütün küçük burjuvalar gibi, sorumlulukların zorunluluğu ile bağlılar birbirlerine. Her sabah ve her gece öylesine sevgisiz ki,” diyor. Ağabeyinin kendi odasının olmasından yakınıyor. Ağabeyinin kendisini anlamamasından yakınıyor. O yaşamdan yakınıyor. Daha ilk sayfalardan belli, bu kız gitmek istiyor. O evden gitmek istiyor, o kentten gitmek istiyor.

VURUCU SAHNELER

Gidemiyor tabii çünkü daha çocuk. Duramayan biri için -ki kendisinin “Yaşamın Ucuna Yolculuk”ta bağıra bağıra söylediği bir şey bu- gidememek kadar boğucusu yoktur. Onu Avusturya Kız Lisesi’ne yazdırıyorlar. Rahibeler, sabah ayinleri, Almanca derken Anadolu’dan sonra kültür şokunun dik âlâsı. Çıkışsız bir hayat olmasa da zor bir ergenlik dönemi geçiriyor. Belki de o yüzden “Çocukluğun Soğuk Geceleri”nin ilk sayfalarında heyecanlı çocukluk anılarından ilk intihar girişimine atlıyor. “Ölüm düşüncesi izliyor beni. Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur, yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni kendimi öldürmeyi denemeye iten bir kaygı,” diye yazıyor. Özlü’nün en sevdiğim özelliklerinden biri bu. Olayları kronolojik sırayla aktarmıyor. Bir giriş, gelişme, sonuç var ama aradaki bağı kurmak için bulmacayı, duyguların tetiklediği çağrışımları çözmeniz gerek. Bir sahneden diğerine atlıyor, diyaloglar birbirine karışıyor. Okurun ne anlayacağını umursuyor mu, şüpheliyim. Bir öyküden yola çıkıyorsunuz, nereye varacağınız size kalmış. Kitaplarının güzelliği de harika cümleler kurabilme becerisinden değil, asgari sayıda cümleyle anlattığı sahnelerin vuruculuğundan, kendini ifade edişindeki samimiyetten ve bence onun da özünde yatan umursamazlıktan, dobralıktan geliyor. Bir de mahrem denen şeyleri konuşma, yazma cesaretinden. Özlü’nün kafasında tabu, anılarında da sansür yok.

SIĞINACAK BİR LİMAN

Fakat bir karanlık var. Hangi şehirde olursa olsun çok uzun süre duramıyor. Kaçıyor ama her neden kaçıyorsa gittiği yere de götürüyor olacak ki bir türlü sığınacak güvenli bir liman bulamıyor. Avusturya Lisesi ve Almanca öğrenmenin açtığı kapı sayesinde Almanya’ya gidiyor. Aldığı eğitimin kendisini geliştirmektense beynini saçma sapan şeylerle doldurduğunu düşünüyor. Doğal olarak liseyi bitirmenin bir manasının olmadığına karar verip Avrupa’da kalıyor. (Gerçi daha sonra babasının ısrarıyla açıktan İstanbul Erkek’i bitirecek.) Burada tekrar eden bir motif var. Önce kendisine hayatı zehredenin ailesi olduğunu, sonra okul olduğunu, ardından toplum olduğunu, kültür çatışması olduğunu düşünüyor. Her seferinde de kaçarak çözmeye çalışıyor sorunu ama teşhis hatalı olduğundan çözüm de işe yaramıyor. Adalet Ağaoğlu’nun kardeşi Güner Sümer ile tanışıp bir bakıma aile evinden kurtulmak için onunla evlenmesi de aynı kısır döngünün versiyonlarından. Yazar bir tür cehennemmiş gibi bahsediyor ilişkilerinden. Adam yüzünü okşamaya kalktığında “Ellerin sigara kokuyor, yaklaşma,” diyor. Adam annesiyle tanıştığında, “Elleri terli, ben eli terlenen adamla nasıl evleneceğim?” diye soruyor. Yanında bir erkek olmadan uyuyamadığından onunla kaldığından bahsediyor. Başka bir erkekten hamile kalıyor. Önce anlayış gösteren, karanfiller getiren adam, sonra bunu sorun ediyor. Bu tutarsızlık yüzünden adama kızıyor kadın. Aldatılmak istediğinden bahsediyor. Bir de alkolik olduğundan. Birbirlerini suçlayıp duruyorlar. Evlilik dediği bu cehennemin mimarının kendisi olduğunu kabullenmiyor. Yabancıları iyi anlıyor. Yakınındakileri ise çözemiyor.

Yazının devamını Milliyet Kitap ekinde okuyabilirsiniz.