Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » ''Leylâ'm, merhametsiz ömrüm...''
Ekim 2013

''Leylâ'm, merhametsiz ömrüm...''

Ahmed Arif'in Leylâ Erbil'e gönderdiği mektuplardan oluşan "Leylim Leylim", büyük şairin sürgün günlerini, yaşadığı siyasi baskıyı, içsel dünyasını ve en çok da aşkını ortaya koyuyorSerpil Gülgün

Seyredenler bilir, Robin Williams’lı “The Final Cut"ta, daha ana karnındayken kişinin hayatını baştan aşağıya kaydederek mahremiyeti tümüyle sıfırlayan çipleri yerleştirmek dünyayı bir salgın gibi kaplar. Önce, varsıllar ile doğmamış çocuklarına yerleştirir çipleri. Sonra, bütün herkes... Çip kaydeder, kaydeder, derken ecel saati çalınca da devreye montajcılar girer. Kaydedilen hayatı bir film gibi izler, kesip biçer, yeniden kurgular, cenaze töreninde hayatılarını ekrana yansıtırlar.
Böylece, veda edersiniz sevdiklerinize.
Gelecekte bu olur mu bilinmez, olmasın da ayrıca, fakat şu da bir gerçek ki biyografisiz, otobiyografisiz bir hayat kurak ve çorak bir hayat. Şüphesiz, anılar ya da mektuplar, eksiklidir. Ne geçmişi, ne ilişkileri, ne de karakterleri bütünüyle aydınlatırlar. Olsa olsa ip uçları verirler. Ya da, daha iyisi, tek bir yandan, gönderenin merceğinden yansıtırlar, türlü polemik ve spekülasyona zemin hazırlasalar da. Zamanın ruhunu solursunuz, vs., vs...
Ama gene de, iyi ki diyorsunuz, "Leylim Leylim - Ahmed Arif’ten Leylâ Erbil’e Mektuplar’ı okurken. Erbil, Arif’in tek taraflı olan aşkının kanıtı mektuplarını korumuş, ilk başta, ayak diretmişse de sonunda yayımlamasına izin vermiş diyorsunuz. Hemen ardından da 1950’ler Türkiye’sine dönüyorsunuz. Nasıl bir Türkiye’dir peki bu Türkiye?
Meşhur 1951 tevfikatın yapıldığı Türkiye’dir.

“Şairsin, deha gizleyen bir şair...”

Daha doğrusu, 1951 tevfikatının üzerinden topu topu üç yıl geçmiştir. Ahmed Arif, sürgündedir. Bismil’dedir. âşıktır. Sait Faik henüz sağdır. Çok değil, 5 Mayıs 1954 tarihli mektubun üzerinden bir hafta bile olmadan Sait Faik ölecek, Ahmed Arif, “Leyla, merhametsiz ömrüm,” diye seslendiği Erbil’e, “Canım, ben Said’i senden çok önce tanıdım. Şairsin, deha gizleyen bir şair," diye yazacak, şöyle devam edecektir: “Korkunç üzüntülere kapılman, bundadır. Ben Sait’i sevdim... Sanırım, Sait de arkadaş ve artist olarak yalnız beni sevebildi. Bu, onun sözüdür. Ve ben onu 10 yıllık bir acayip merhabalar ve gecelerden sonra tokatladım. Haydar’a da söyledim, şimdi de söylüyorum, pişman değilim. Onu bundan sonra da seveceğim. Ve onu, bence, malum bazı taraflarından ötürü bundan sonra da gayri insani bulacağım. Bu işte, yani ölümünde, senin hiçbir ama hiçbir- günahın, kusurun ve hatan yok. Onu cemiyetimizin rezil ve taşlaşmış kayıtsızlığı, sağırlığı, korkaklığı, berbat şarapları, her biri korkunç birer zehir olan Şark yemekleri öldürdü.”

Döneme tanıklık

Özetlersek, mektuplar, Ahmed Arif’e, “Hasretinden prangalar eskittim” dizelerini yazdıran aşkı değil, o aşkın içine gizlenmiş bir Türkiye’ye, dönemin entelektüel ve sanat ortamına, ilişkilerine, çekememezliklerine ve elbette, baskılarına tanık olmayı vad ediyor okuruna. Bu arada, şu notu düşmekte fayda var: '78 gençliğinin alamet-i farikalarında biri parkaysa, diğeri Ahmed Arif’in siyah zemine basılı “Terketmedi sevdan beni,/ Aç kaldım, susuz kaldım, hayın, karanlıktı gece, Can garip, can suskun,/ Can paramparça... / Ve ellerim, kelepçede,/ Tütünsüz uykusuz kaldım,/ Terk etmedi sevdan beni“ dizelerinin basılı olduğu posterlerdi. Ahmed Arif, tek kelimeyle gençliğini '80 öncesinde yaşayanların kült şairiydi. Efsanesiydi. Kuşkusuz, bu yüzden bu kuşak için mektupların anlam ve önemi daha bir farklı olacaktır.