Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » İyilik ve kötülük üstüne
Şubat 2014
İyilik ve kötülük üstüne
Laurent Gounelle'in romanı, başkahramanı filozofun, hayatının aşkının ölümünden sorumlu tuttuğu kabileden intikam almak için Amazon Ormanları'nın en derin ve karanlık yerlerine gitmesini konu alıyor
Bir adam düşünün... New York Üniversitesi’nde felsefe dersleri veriyor ve ansızın üstüne çöken, hayatını karartan derin bir acı ile başa çıkmaya çalışıyor. Bir adam düşünün... İlk aşkı, tutkuyla sevdiği karısını yitirmenin ruhunda açtığı yaranın henüz iyileşmediği bir adam. Kendisini bir başına bırakıp toprağa karışan karısının yasını tutan bir adam...
Başa dönecek olursak bu adam, sevdiği kadını birkaç hafta sonra dönmek üzere, Amazon Ormanları’na uğurlar. Yağmur Ormanları'nın derinlerinde yaşayan yerli kabileleri inceledikten sonra dönmesi gereken sevgilisinin yerine, ölüm haberi ile yetinmek zorunda kalır. Bir de bu adama, karısının ölümü bir hikaye ile bildirilir. Hikaye ise aşağı yukarı şöyle bir şeydir: Uygarlıktan uzak, neredeyse çıplak yaşayan ilkel yerliler, genç adamın karısını ayinleri esnasında kurban etmiştir. Bu bir hikayedir kuşkusuz. Üstelik kolaylıkla inanılan cinsten bir hikaye... Üstüne kocaman bir intikam planı oturtulsa ve bu hikaye, planın ağırlığını kaldıramayıp çökse de durum böyledir.
Öfke, kin, intikam
Adam filozoftur, ama kendisine anlatılan bu saçma hikayeyi olduğu gibi kabul eder; sorgulamaz. Düpedüz inanır. Filozoflar da inanır... Aslında, teoride kabileyi çok iyi tanır. Bu tür insanların ne yapıp ne yapamayacaklarını çok iyi bilir. Ama, gene de inanır. Yas, tuhaf bir süreç değil midir zaten?
İçi öfke, kin, intikam hissiyle doludur. Canı acımıştır ve can acıtmak ister. Kısasa kısas ister, ama mantığı çarpıktır. Çünkü kısas istediği insanların değerleri ile kendi değerleri farklıdır. Hem de epeyce farklı. Onun canını yakan olgular, karşısına alacağı bu insanlara hiçbir şey ifade etmez. Bir intikam olasılığı varsa eğer, doğa ile uyumlu yaşayan bu halkın o eşsiz uyumunu bozmakla mümkündür ancak. Filozofun intikamını mümkün kılmak için bu topluluğa dayatacağı sistem, elbette en iyi bildiği sistemdir. O da kendi içinde yaşadığı sistem... Batı’nın o kıyıcı, bölücü, ayırıcı, şüpheye düşüren, köleleştiren erkek egemen sistemidir bu.
Filozof toplumu nasıl yoldan çıkaracağı, ne oranda yozlaştıracağı, nerede hasta kılacağı üstüne düşünür. Nasılsa elinin altında düşüncelerini sınırsız bir yaratıcılıkla hayata geçiren harika bir uygulayıcı da vardır: Roberto Krakus.
Bütün hücreleri ile hasta bir adamdır Roberto Krakus. Kötülük tarafından ele geçirilmiştir. Işık sızdırmaz bir karanlığa sahiptir. Krakus, topluluğu hizaya getirmek için açgözlülükle, vahşice işe koyulur. Kendi karanlığını herkese bulaştırır.
Ters köşe
Yazarın annesine ithafı ve “Her günü son gününmüş gibi yaşa; telaş etmeden, her anın farkına varıp kendin olarak,” alıntısıyla açılıyor roman. Alıntı, Marcus Aurelius’tan elbette.
Birinci bölümde okur, New York Üniversitesi’nde felsefe dersleri veren Sandro ile tanışıyor. Onun derin acısına tanık oluyor.
İkinci bölümde ise Şaman olmak için henüz hazır olmadığı halde bedenini bırakan ustasını endişe ve hüzünle uğurlayan Eliante ile tanışıyor. Üçüncü bölümde Amazon yolculuğu esnasında, Yağmur Ormanları’nın derinliklerinde kaybolmaması için, filozofa rehberlik eden Roberto Krakus, Alfonso, Marcus ve Gody’den oluşan takım hakkında bilgiler bulunuyor.
Kitap, bir solukta okunan sürükleyici, okuyanı merakta bırakan ve düşündüren bir roman. Bir kişisel gelişim kitabı, roman formu içine yedirilebilir mi? Okur, yaşadığı toplumun hastalığını fark edebilir mi? Edebilirse, bu nasıl gerçekleşir? Toplum hastalanmışsa eğer, tedavisi var mıdır? (Kemal Tahir’in bir sözünü hatırladım. Yanılmıyorsam "Devlet Ana"da geçiyordu: “Et kokarsa bir şey değil, tuz kokarsa ne etmeli?”) Doğa ile uyumlu, mutlu bir hayat sürmek mümkün müdür?
İlkel(!) diye etiketlediğimiz insanlar gerçekten ilkel midir? Ya da aslında ilkellik nedir? Gounelle yine okurunu ters köşeye yatırıyor.
