Milliyet Sanat »Milliyet Kitap » » Ve perde kalktı
Ekim 2014
Ve perde kalktı
Agatha Christie'nin "Ve Perde İndi"sinin bittiği yerden Sophie Hannah'nın devam ettirdiği "Monogram Cinayetleri"nde dedektif Hercule Poirot ilginç cinayetler, çözülmesi güç olan ip uçlarının peşine düşüyor.
Levent Özata
“Hercule Poirot öldü,” diye yazıyordu 6 Ağustos 1975 tarihli New York Times gazetesinin manşetinde. Ölümü kendi araştırdığı vakalarda olduğu gibi, karanlık ve kuytu köşelerden çıkan kimliği belirsiz bir katilin elinden değil, senelerdir en yakın yoldaşı olan, yaratıcısı Agatha Christie’nin kaleminden olmuştu. 39 yıl önce ‘perde inmişti’ Poirot’un üzerine. Adeta “Ben öldükten sonra ne yapar bir başına?” endişesinden kendi ölümünden bir kaç ay önce kırmıştı kalemini, son Poirot romanı "Ve Perde İndi"yi yayımlayarak. Sonrasında Christie ile Poirot kendi cehennemlerinde buluştular mı bilinmez ancak Poirot’nun önceleri ağır bir Fransız aksanıyla 'imkansız' diye sesleneceği proje, Agatha Christie Vakfı ve bizzat vakfın başkanı, Christie’nin torunu Matthew Prichard’ın onayı ve teşvikiyle, Sophie Hannah’nın kalemiyle kitapçılarda.
Üç insan, bir kitap
Hatırlamayanlar için Hercule Poirot Belçikalı emekli bir polis memuru. Emeklilik yıllarını Belçika’daki köyünde ya da güneşli ve sıcak Côte D’Azur kıyıları yerine yazları bile sıcaklığı 25 dereceyi zorla geçen ve günlerce süren yağmurlarıyla ünlü Londra’da geçirmeyi tercih etmiş. Belki böylesi daha eksantrik olduğu için emekli maaşıyla yetinmeyip, ekmeğini dedektiflikten çıkaran her Belçikalı kadar obur, bıyıkları yukarı kıvrık hafif göbekli ama fit bir adamdır. Agatha Christie her ne kadar onu “Can sıkıcı, çekilmez ve ben merkezci” diye tanımlasa bile birçok okur onun bu özelliklerini en güçlü yanları olarak görüp, onu bağrına basmıştır.
Christie’nin hayatı ise kahramanı kadar puslu değil. İngiltere’nin varlıklı ailelerinden birinin kızı olarak 1890’da doğdu Agatha Christie. Her ne kadar Mary Westmacott adıyla altı tane aşk romanı yazmış olsa bile bütün dünya onu altmış altısı roman olmak üzere yüzlerce irili ufaklı dedektif hikayeleri ve polisiyeleriyle tanıdı. Guinness rekorlar kitabına göre en çok satan romancı. Romanları 103 dilde iki milyardan fazla satmış. Torununa göre İncil ve Shakespeare kitaplarından sonra en çok onun kitapları baskı yapmış. Kimilerine göre çok zeki, kimilerine göre bu romanları yazdığı için gözü kanlı bir katil. Kesin olan polisiye denince akla gelen ilk isim.
Bu bahsedilen kalemin yerini almak, onun isminin altına kendi adını yazdırmaya karar vermek kolay olmasa gerek. Herald Scotland’a verdiği röportaja göre kendisi de “Obsesif bir Agatha Christie hayranı” olan Sophie Hannah, iş onun bıraktığı yerden yazmaya gelince önce derin bir endişe ve korkuya kapılmış. 1971 Manchester doğumlu yazar, şimdiye kadar birçok polisiye ve psikolojik gerilim romanının üstesinden hakkıyla gelmesi, sonuncusu geçen sene olmak üzere aldığı ödüller ve onlarca yıllık Agatha Christie okurluğu yolunu aydınlatmış olmalı ki korkularından çabuk sıyrılıp mesihvari bir şekilde yeniden canlandırmış Hercule Poirot’yu (Ya da belki de Poirot'nun ölümünü görmezden gelmiş).
Cinayet-cinayet-cinayet üçgeni
Kitap 1920’lerde kimsenin ortalarda pek gözükmediği sakin bir perşembe akşam üstü Pleasant’s Café’de başlıyor. Hercule Poirot çok da alışkanlığı olmamasına rağmen kahvesini yudumlarken çevredeki garsonların dedikodularını dinliyor. Tam o sırada kapıdan giren Jennie’nin endişeli şaşkınlığı, en kuytu masaya oturup sürekli birinden saklanmak istercesine kapıya bakışı gözünden kaçmıyor elbette. Poirot burnunu sokmasa olmaz; gidiyor sakince Jennie’nin masasına. Havadan sudan konuşmak da olmaz, kadına ‘yüksek yerlerde tanıdıkları’ olduğunu, bu kadar endişelenmesine gerek olmadığını anlatsa bile nafile, Jennie’nin ağzından çıkan kelimelerin yegane meali: “Beni öldürecekler!”
Aynı akşam üstü olanlar bununla sınırlı değil. Londra’nın hatırı sayılır otellerinden birinde üç cinayet aynı anda işleniyor. Ayrı odalarda bulunan üç ceset. Hepsi de aynı şekilde yatağa yatırılmış, dillerinde birer monogram. Kitabın anlatıcısı, Scotland Yard dedektifi Edward Catchpool bu noktada hayatımıza giriyor. Bulduğu cesetler kafasında bazı anılar canlandırsa bile bir süre onları bastırmayı seçiyor. Poirot da Jennie’yi ona tanıtmak için yanına getirince olağan polisiye örgüsü kurulmaya başlıyor. Catchpool, Poirot’yu biraz ukala ve fazlasıyla sinir bozucu bulsa bile birçokları gibi zekasına olan hayranlığını gizlemeyi başaramıyor.
Bu kadar ünlü bir yazarın en az kendi kadar ünlü karakterini yeniden yorumlamak ve yorumlarken de eskisine birebir bağlı kalmak kolay değil, Hannah’ya sorarsanız, o kadar da zor olmamış, “Zaten çoktan Poirot’yu yazabilecek noktadaydım,” diyor. Haklı da. İşin hakkından o kadar iyi gelmiş ki bazen yazarın Hannah mı, Christie mi olduğunu karıştırır duruma geliyorsunuz. Hangisini yazar olarak tahayyül ederseniz edin, bir polisiyeden istediğiniz her şeyi bulacaksınız "Monogram Cinayetleri"nde. İlginç cinayetler, iyi örülmüş bir takip, efsanevi ve kurnaz bir dedektif, şüpheci ve mızmız bir yardımcı... En sevdiği kahramanın mezardan çıkıp gelmesini isteyenler için birebir.
