Akaretler’de bir ‘hayalet’ geziniyor
Eserlerinde zanaat, edebiyat, tarih ve felsefeyi araştırmacı bir deneycilik içinde buluşturan sanatçı ve akademisyen Çağrı Saray son dönem eserlerini erken dönem modernizme yön vermiş Fransız aydın Baudelaire’den emanetle edindiği “Rooms of Spleen” / “Sıkıntı Odaları” başlığı ile İstanbul Beşiktaş’taki tarihi Akaretler sıra evlerde hizmet veren Vision Art Platform’da sunuyor. Sanatçı 7 Kasım’a kadar devam edecek sergide izleyiciyi farklı temalı odalarda türlü keşiflere çağırıyor. Saray yapıtlarına çıkan yolların kavramsal haritalarını Milliyet Sanat’la paylaştı.
EVRİM ALTUĞ
evrimaltug@gmail.com
Sanatçı ve akademisyen Çağrı Saray’ın “Rooms of Spleen” isimli kişisel sergisi, İstanbul Akaretler tarihi sıra evleri 35. binada Hayrinnüsa Taşyar Savaş öncülüğündeki ekibiyle hizmet veren uluslararası güncel sanat kurumu Vision Art Platform’da açıldı.
7 Kasım’a kadar izlenecek olan ve açılışına 100’ü aşkın sanatçı, akademisyen ve davetlinin katıldığı etkinlikte Saray, galerinin iki katına farklı başlıklar içinde yayılan ‘Odalar’ında sunduğu son dönem eserlerini sanatseverlerin beğenisine sunuyor.
Sergi, Fransız aydın Charles Baudelaire’in ‘Paris Sıkıntısı’ / ‘Spleen de Paris’ (1869) tarihli, ölümünden sonra derlenen ve modernizm ile ilgilendirilmiş manzum düzyazı şiirlerini içeren ‘kült’ kitabına referansla “Rooms of Spleen” adını alıyor.
Eserlerinde zanaat, anı, belge, anıt, kopya, asıl, kavram ve imge ilişkisi ile özyaşamöyküsel unsurlara araştırmacı bir yaklaşım içinde yer veren 1979 doğumlu sanatçı Saray çoğaltma, özgünbaskı, fotoğraf, yerleştirme ve desen ile yerleştirmeden oluşan bir harmanla karşımıza çıkıyor.
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Temel Eğitim Bölümü Öğretim Üyesi olarak görevine devam eden, bugüne değin 15’in üzerinde kişisel sergi açarak çok sayıda grup sergisi ile yurt dışı etkinlikte yapıtlarını sergilemiş bulunan sanatçı sergisi vesilesiyle Milliyet Sanat’ın da sorularını yanıtladı.
Çağrı Saray
Serginiz çalışmalarınızın 'nefes alıp verebildiği' bir 'salon sergisi' duygusu da yaratıyor. Zamanın gittikçe daraltıldığı, mekânın giderek sayısallaştığı, mobilize edilip unutkanlaştırıldığı günümüzde sergilerin izleyici tarafından hangi avantaj ve dezavantajlarla tecrübe edildiğini yorumlamanızı rica edebilir miyiz?
Sergi diğer yaptığım sergilere kıyasla farklı mediumları daha az kullandığım, desen ve resmin daha baskın olduğu bir sergi. Bunu, ben bir salon sergisi olarak nitelendirmesem de Vision'nın mekânı mimari olarak böyle bir atmosferin oluşumuna katkı sağlıyor olabilir özellikle de giriş kattaki bahçeye açılan oda.
Açıkçası ben izleyici olarak görmekten keyif aldığım sergiler yapmaya çalışıyorum. İzleyicinin sergiyi mümkünse tek başına gezmesini, tekrar ve tekrar gezip duyumsadıkları ve hissettikleri üzerinden işlerle ilişki kurmasını ve belki de en son serginin içeriğini ve metnini okuyarak sergiyi yeniden deneyimlemesini arzu ediyorum.
Zaman değişiyor, sergileme pratikleri de değişiyor, tüketim alışkanlıkları da. Diğer yandan da hepimiz kendi iç dünyamızda kendi zamanımızı yaşıyoruz. Sanat üretirken sergileme pratiği bağlamında zamanın ruhuna uyum sağlamak gibi bir derdim yok. Ortak dertler, ortak sıkıntılar zaten bu işlerin kökeninde mevcut. İzleyiciyi bu sergiye çekecek olan da bu. Serginin genel olarak kolay okunabilir bir sergi olduğunu düşünüyorum.
Çağrı Saray, “Ars¸ınlamak denizden eve 282 adım”, 2025
Sergi adını hangi kavramsal gerekçeye borçludur? Kariyerinizdeki ön ve arka projelere ne açılardan yaslanmaktadır?
Serginin adı “Rooms of Spleen”, bunu özellikle “Sıkıntı Odaları” olarak Türkçeleştirerek kullanmamayı seçtim çünkü buradaki ‘spleen’ kelimesinin kendine ait bir orijini ve anlam olarak spesifik bir karşılığı var. ‘spleen’ tek başına sıkıntı kelimesini karşılamıyor, sıkıntı kelimesi gündelik dildeki kullanımı açısından anlam olarak çok kapsayıcı. Diğer yandan sıkıntı anlamıyla ‘spleen’in diğer dillerdeki karşılıkları da çeşitlilik arz ediyor ve bence birbirini tam olarak karşılamıyor.
Bu sergi için hem ‘spleen’ ile ilgili olarak hem de sıkıntıyla ilgili olarak çok okuma yaptım. ‘Spleen’ kelimesini ilk önce Baudelaire referansıyla hatırlamak kaçınılmaz, Le Spleen de Paris'ten dolayı.
Ancak sergi metninde de anlattığım gibi; ‘spleen’ Baudelaire'ci veya Benjamin'ci modern insanın sıkıntısı olmasının yanı sıra aslında insanlık tarihi kadar eski bir kavram. Dini kitaplardan 20. yüzyıl felsefesine kadar farklı görünümleri olan, aslında çok kişinin kafa yorduğu, kimi zaman da tanımsız, isimsiz olan bir durum.
Kierkegaard bunu bir hiçlik olarak görüyor ama seçilmişlere ve soylulara mahsus diyerek, Heidegger ise ‘spleen’i kendi kavramı olan Dasein'le ilişkilendiriyor, Kraucauer ise bugünün dünyasındaki pozisyonumuza ilişkin bir sıkıntıdan bahsediyor. Hepsi aslında ‘spleen’e farklı açılardan yaklaşan, birbirlerinden farklı, ama aynı bütünü tamamlayan bakış açıları sunuyorlar. Edebiyat da bir o kadar büyük katkı sağlıyor bu kavrama.
‘Spleen’ üzerine çalışmaya bir önceki sergim Horror Vacui'den hemen sonra başladım. O sergideki ‘boşluk’ kavramı beni ‘spleen’e ulaştırdı diyebilirim. Bu yüzden bu iki sergi arasında duygusal bir bağ olduğunu ve bu serginin diğerinin bir tür devamı niteliğinde görülebileceğini düşünüyorum.
Çağrı Saray, “Atölye”, 2025
Bir sanatçı olarak mimari ve kültürel hafızayı, kişisel izlenimle bütünleştirdiğinizi, desene olan sadakatinizle özellikle gezgin ressamlara Monet, Van Gogh, Gauguin veya nicesine hürmet ettiğinizi düşünebilir miyiz ?
Bu oldukça enteresan bir soru. Tüm desen çalışmalarımı bu tespitle ilişkilendiremem ama “Bellek Mekânları” ve “Unutmanın Eşiği” gibi serilerdeki hafıza mekanlârının içeriği bağlamında, evet, ilişki kurmak mümkün.
Çağrı Saray, “Bellek Mekânları, Galerie Vivienne”
Benim bizzat bu mimari yapıları tek tek bulup, bu yapıların karşısında eskizler yapmış olmam ve zaten bu serilerde yaptığım haritaları da düşündüğümde, tüm bu süreç; bu yapıları tespit etme, tavaf etme, hatırlama ve keşif rotaları oluşturmak üzerine. Yani bu bağlamda evet, ben de dolaşmak, yürümek, keşfetmek ve bu dinamiklere dayalı sanat pratikleri anlamında benzer yöntemlere sahip sanatçıları çokça araştırdım.
Modernliği halen aktif bir süreç olarak görüyorsanız, bu serginizde Türkiye Cumhuriyeti'nin modernlik seviyesi size göre, bilhassa sergi kurgusunu biriktiren 'Tema' / 'Odalar' bağlamında anarsanız, hangi yönleriyle analiz veya tenkit edilmektedir ?
Sergide buna ayrılmış bir oda var. İsmi ‘Coğrafya’. Burayı ben bir ‘bekleme odası’ gibi düşündüm. Buradan geçmeden yolunuza devam etmeniz imkânsız olduğu için. Burada artık hantallaşmış, hareket kabiliyeti azalmış bir dizi temsil bulunuyor. Metal-hareketsiz bayraklar, dalgalanan siyah bayrak sekansları, Emin Barın'ın tipografisiyle Anıtkabir'deki Gençliğe Hitabe ve diğerleri... Bu odadaki işler benim eski işlerime atıfta bulunan, ne yazık ki bir türlü eskimeyen söylemler. Eski bir röportajda söylemiştim sanırım: "Bu topraklarda yaşayan ve üreten bir sanatçının apolitik işler üretme lüksü ne yazık ki yoktur," gibi bir cümleydi. Bu hâlâ böyle.
Çağrı Saray, “Gençliğe Hitap”
Çağrı Saray, “İki bayrak”
Sanat üretim yolculuğunuzda, kutsal ve kişisel arasındaki gerilimle daha ne kadar başa çıkacaksınız? Temsiliyet sorumluluğu, size ne yönlerden baskı kurmaktadır? Bu sanat dilinize nasıl bir zenginlik veya kısırlık katmaktadır?
Her sanatçı için bir üretim dizgesi söz konusudur. Bir anda başka konular, başka kavramlar üzerine çalışmak nasıl gerçekleşiyor, bunu çok anlayabilen biri değilim ben. İzlediğim ve devamını getirmeye çalıştığım bir akış var, bu yüzdendir ki, benim üretimlerinde "şaşırtıcı" veya "beklenmedik" şeyler çok ender gerçekleşir. Herkesin hayata dair ideolojiniz demeyelim, ama bir bakışı ve yönelimleri vardır. Bunlar zamanın ruhuna göre eğilip bükülmez, ancak başkalaşabilir, dönüşebilir. Ben de bu coğrafyada yaşayan her bir bireyin sırtında taşıdığı ağırlığı her zaman hissediyorum. Sizin “temsiliyet sorumluluğu” diyerek nitelendirdiğiniz ağırlıktan bir kaçış veya bunu yok saymak gibi bir durum mümkün değil.
Çalışma biçiminizdeki grafik mükemmeliyet ve hijyen, şeylere gösterdiğiniz bereketli kuşku için de önemli bir imge yatağı halini alıyor. Bu aşamada devasa desenlerinizde önemli bir işçilik / zanaat vurgusu yer alırken, biriciklik, kusura saygı, tekrarın tekrar olmadan tekrar yaratması gibi kavramsal tartışmalar, serginizde görselliğe bütünlük katıyor. Bu açıdan eserlerinize giden yolda, fotoğrafını da çektiğiniz özyaşamöyküsel unsurlar hangi ölçeklerle tayin ediliyor ?
O unsurlar her seferinde kendiliğinden ortaya çıkıyor. Biraz önce de bahsettiğim gibi, bir akış var. Bu akışın içerisinde sanatçı olarak bazı kararlar alıyorsunuz; neyi dahil edeceğiniz ve neyi dışarıda bırakacağınıza ilişkin. Bu hem çalıştığınız kavramla ilgili hem de oluşturmaya çalıştığınız anlatıyla.
Grafik veya resimsel mükemmeliyetçiliğe ilişkin de bir iddiam olmadı hiçbir zaman, benim jenerasyonumdan da sonraki jenerasyondan da işçilik ve zanaat anlamında çok iddialı işler yapan sanatçılar var zaten. Ben sadece belli işler veya sergiler bunu gerektiriyorsa buna biraz daha özen gösteriyorum.
“Bellek Mekânları” çizimleri hatırlamaya dair bir obsesyon üzerine kurulu olduğu için tekrara dair bir vurgu ve yoğun bir çizgisel efor içeriyor. Öte yandan daha önceki sergilerimi takip edenler bilirler, buluntu bir fotoğrafı bir iğneyle duvara iliştirmekle zanaat olarak aylarca çalışılmış bir çizim arasında benim için bir hiyerarşi söz konusu değil.
Çağrı Saray, “Dantel”, 2025
Sergideki “Bir Sanatçı Nasıl Isınır?” veya “Dış Cephe” gibi düzenlemelerinizle, kara mizah da varlığını yine azaltmıyor. Sanat eserinde ciddiyet size ne ifade ediyor? İzleyici / ötekine karşı ne gibi bir mesuliyet içine giriyorsunuz?
Açıkçası ciddiyet üzerine pek düşünmedim. Humor ya da mizah dediğimiz şey, ürettiğim bazı işlerde varsa eğer, kendiliğinden oluşmuştur. Aslında kara-mizah bu ülkede yaşayan insanlara hiç yabancı değil elbette. Ama ben bunu mizah değil de bir şeyi başka bir şey üzerinden işaret etmek-okumak gibi algılıyorum ve böyle ele almaya çalışıyorum. Bu bağlamda saydığınız işler izleyiciye karşı mesuliyet değil, izleyiciyle bir ilişki kurma biçimi. Tabii ki oradaki olası bir mizah, ancak burada yaşayanlar veya bu ülkenin dinamiklerine ve tarihine vakıf olan bir izleyici kitlesi tarafından anlaşılabilir. Diğerleri için ise, belki bu bir eğretileme olabilir ki, bence bu da gayet iyi bir çözümleme yöntemi sunuyor.
Çağrı Saray, “Bir sanatçı nasıl ısınır”, 2025
Siyasal duruş olarak Anarşi, ya da sanat tarihsel duruş olarak 'Minimalizm' veya 'Sovyet Konstrüktivizmi' ile 'DaDa' vb. referanslarınız sayılabilir mi?
Bunlar bazı referanslar elbette. Ama doğrudan şu veya bu demek veya bir ideolojiye direkt işaret etmek, bence sanatın sunduğu veriler ve bu veriler ışığında gerçekleşen bilgi alışverisini ve ilişkilenme olasılıklarını sınırlandıran bir söylem olur. Nihayetinde bir sanatçı olarak işleri paylaşıma sunduğunuz kitle, sadece sizinle aynı ideolojiye sahip insanlar değil ve olmamalı.
Bu soruyu sıkıntı kavramının sergideki tezahürü üzerinden şöyle de örneklendirebilirim; Vision’nın alt katında yer alan anlatı, ilk bakışta nostaljik çağrışımları olan bir oda, fakat aslında bir yerinden edilme, bir tür yersiz-yurtsuzlaşma hikayesi.
Üst kattaki Coğrafya odası ise, sadece geçmişin tortusunu taşıyan imgeler değil, aslında Kracauer’in ‘radikal sıkıntısı’nı akla getiren, içinizdeki ateşi koruyan ve harekete geçiren bir farkındalığın izlerini taşıyor.
Diğer odadaki mekân çizimlerinin seçimi de toplumsal hafızayı yeniden inşa etmek üzerine kurulu. Yani işlerin okumasını dikkatle yaparsanız, zaten bu işleri üreten kişinin dünya görüşünü anlamanız çok da zor olmasa gerek.
Klasik ve çağdaş arasındaki varlık gerilimine geri dönecek olursak “Annemin Koltuğu”, “Anane Sehpası” veya “Babamın Koltuğu” gibi tasvirlerinizin, öz yaşam öyküsellikleri ile psikolojik birer tasvir çabası sayılabilmesi doğru olur mu?
Psikolojik birer tasvir demek de aslında bir yorumlama. Bu resimlerin referansları oldukça açık. Sonuçta iki koltuk ve bir sehpa görüyorsunuz, ancak bu resimlerin isimleri doğrudan bir kaynağa işaret ediyor. Ben bu doğrudan referansların dışında özellikle galerinin giriş katındaki anlatının bir parçası olarak bu imgeleri yerleştirdim. Yani onlar bana eşlik eden mobilyalar, bir zamanlar yaşadığım ve terk etmek zorunda kaldığım mekânların temsilleri.
Çağrı Saray, “Babamın koltugu”, 2025
Aynı zamanda sanat eğitimi vermektesiniz. Yeni neslin sanata üretim, algı ve yorum bağlamında yaklaşımı konusundaki gözlem ve kaygılarınız nelerdir?
Yeni jenerasyonun tüketim alışkanlıkları gibi algılama ve etkileşime girme pratikleri de epey farklı. Bir de onlardan önceki nesle kıyasla çok sabırsızlar. Hızlı sonuç almaya yönelik bir beklenti var.
Ama onları hemen yargılamamak ve anlamaya çalışmak önemli, okuldaki görevim de zaten bunu gerektiriyor. Yaşadığımız ülkenin gerçekleri ortada. Nerede ve hangi şartlarda yetişirseniz, o yönde şekillenirsiniz; tüm alışkanlıklarınız ve hayata bakışınız da öyle. Sadece hızlı sonuç alma beklentisi sanat üreten bir kişi için iyi bir özellik olmayabilir, çünkü ne yazık ki iyi şeyler zaman alıyor.
Diğer yandan yeni neslin bir olayı, bir durumu aynı anda çok farklı yönleriyle algılama yeteneği var, bir önceki nesilde biraz da deneyimden kaynaklanan tek yönlü ve sert bakışın aksine. Ben bunu değerli buluyorum, elbette bunun yararlı ve işlevsel biçimde kullanılabilme potansiyelini varsayarak.
Çağrı Saray, “Yanacaklar”, 2023
Pek çok karma sergide de işlerinizi paylaşmaktasınız. Bu tecrübeler arasına katılan işleriniz, sizdeki tabirlerini ve değerlerini, ilgili kalabalık sergilerde hiç dönüştürüyor, tazeliyor veya 'hiç böyle okumamıştım,' diye eritiyor mu ?
Elbette bu bazen oluyor. Ben çoğunlukla grup sergilerinde küratörlü bir sergi olsun ya da olmasın serginin içeriğine göre yeni iş üretmeyi seviyorum. Tabii ki işiniz hangi kurgunun parçası haline geldiyse ve hangi işlerle yan yana gelerek bir söylem üretiyorsa, o oranda yeni okuma ihtimalleri de ortaya çıkıyor. Grup sergilerinde sevdiğim ve beni besleyen, bana katkı sağlayan da bu yan yana gelişler, beklenmedik sürprizler veya beklenmedik çarpışmalar.
Serginin ikinci katındaki, Charles Baudelaire / Paris Sıkıntısı referanslı,Paris çıkışlı "Bellek Mekânları"nı güncellemek isteseniz, bu hangi kent, edebi metin ve mekânları odağında mümkün olurdu ?
Baudelaire ve Benjamin'in Paris'i bu sergi bağlamında kaçınılmaz mekânlardı. Çünkü ‘spleen’ kavramı kendi adıyla buradan doğuyor. Foucault'nun Sarkacı'na ev sahipliği yapan Pantheon, Benjamin'in “Pasajlar”ındaki Galerie Vivienne ve Paris komününün karşısındaki gücün sembolü haline gelmiş Sacre Coeur. Bir güncelleme değil, ama bir kenti daha çalışmak isteseydim, burası 80’lerdeki Berlin olurdu. Buna kısmen 2018'deki “Berlin Üzerindeki Gökyüzü” isimli sergimde bir anlamda başlamıştım. Peter Handke de sergimdeki yol göstericiydi.
Çağrı Saray, “İtiraf 2”, 2023
'Basit' ve 'sıradan' sayılan, ancak kişisel hikâyenizde başat anı ve değerlere karşılık gelen nesne ve durumlara gösterdiğiniz bu odaklanma ısrarı, bir sanatçı olarak sizin üretim tarzınız sayılabilir mi?
Muhtemelen öyle. Hatırlamaya ilişkin obsesyon zaten beni ben yapan şeylerden biri. Ben sergilerimi, hatırlamaya yönelik izleyiciye bir davet olarak görüyorum. Burada elbette değerli olan; bu davetin neyi hatırlamaya yönelik bir davet oluşu.. Ben son iki sergimde biraz daha otobiyografik bir kanaldan ilerledim, ama bu sergide de toplumsal hafızaya işaret eden çok sayıda iş var.
Sıkıntı ve spleen’in sayısız görünümleri ve tezahürleri var. Ben bu sergiden çıkan bir izleyicinin spleen’in boğucu etkisini deneyimlese de bir umutla mekandan ayrılmasını arzu ediyorum. Yukarıda da bahsettiğim, kor halindeki ateşin hala sönmediğini hatırlayarak.
Bilgi: https://www.visionartplatform.co/hakkinda
