"Ashura'nın ne sorusu bitiyor ne de sorumlulukları"
"Ashura" Etimesgut Belediye Başkanı ve Etimesgut Kent Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Erdal Beşikcioğlu’nun öncülüğünde, Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran’ın eş sanat yönetmenliğinde düzenlenen 2. Uluslararası Kent Tiyatro Festivali kapsamında bir kez daha seyircilerle buluştu. Biz de Avkıran çifti ile "Ashura"nın 21 yıllık yolculuğunu konuştuk.
Ferdi Çetin
cetinferdi@yahoo.com
Anne tarafı Selanik göçmeni, baba tarafı Afrika’dan Mustafa Avkıran'ın. Övül Avkıran'ın ise baba tarafı Selanik, anne tarafı Makedon... 2004'ten bu yana sahneledikleri "Ashura" ise tam 21 yıldır yollarda. Tıpkı kendileri gibi yolda olmayı, göçü anlatıyor. Bedeni, sesi ve müziği aynı dramaturjik örgüde buluşturarak Türkiye’de çağdaş sahne diline önemli katkı sağlayan işlerden biri olan "Ashura" uzun bir aradan sonra seyirciyle buluştu Uluslararası Kent Tiyatro Festivali kapsamında. Oyun da onlar da 21 yılda evrildi, kayıplar yaşadılar... 30 yıldır hayatı paylaşan ikili ile "Ashura"nın yolculuğunu ve bugün onlara ne söylediğini konuştuk.
Övül & Mustafa Avkıran. Fotoğraf: Fethi İzan
"Ashura" fikri nasıl doğdu, sizi bu işi yaratmaya yönlendiren ilk duygu veya imge neydi?
Mustafa Avkıran: Yola çıkışımızın üzerinden o kadar zaman geçti ki bir toz bulutu var arkamızda, hâlâ dağılmayan, gittikçe kararan ama anlatayım… Benim anne tarafım Selanik göçmeni, baba tarafım Afrika’dan… Mısır mı Etiyopya mı bir muamma ama babamın ana tarafı da yörük, Karakeçili oldukları söyleniyor. Övül’ün baba tarafı Selanik, ana tarafı Makedon. Bütün çocukluğumu göç ederek geçirdim, babam Astsubaydı çünkü ve sadece bir kamyonun arkasına sığacak kadar eşya ile hep yolculuk ettik. Bir gün Selanik göçmeni anneannem ölünce, zorunlu göç üzerine düşünmeye başladım. Kaybolanlar, hatırlananlar, resmi tarihin bize öğrettikleri, öğrenmek zorunda olduklarımız, unutturulmaya çalışılsa da sözlü tarihin kuvveti. Neyse… Oyunun ilk cümlesi "Anneannem için," oldu. Anneannemden başlayarak, koskoca bir Osmanlı'dan Cumhuriyet'e evrilen Türkiye oldu yoğunlaştığım alan. Bu topraklardan gidenler, zorla yerinden yurdundan edilenler, kaybolanlar, kaybedilenler… Oradan başladık.
Müzik, hareket ve ses arasındaki dramaturjik ilişkiyi nasıl kurguladınız?
Mustafa A.: Bu Övül Avkıran ile 1995 yılında başladığımız ortaklığın en olgun işlerinden biri oldu. Katman katman her şey. Oyunda resmi tarihin dili olan oyuncu kendi içinde fırtınalar yaşarken sözlü tarihin taşıyıcıları bütün canlılığı ile şarkılar, türküler, ninniler, ağıtlar söylüyorlar. Konuşması yasaklanan ya da konuşmayı reddeden ise bütün bu zenginliğin içinde resmi tarihin diliyle oyunlar kuruyor. Bu oyunu kuranlar oyunun yönetmenleri aynı zamanda, bir kadın ve bir erkek ve de karı koca. Çatışma noktaları da barışıklıkları da hep aynı yerde, sahnede. Hiçbir şarkı, hiçbir türkü tamamlanamıyor, hep eksik, hep yarım. Hep göç… Arıyorlar hep ve arkada bırakıyorlar hep, taşıdıkları sadece kendileri, kendi sesleri, dil dedikleri.
"Ashura"da sözü geri çekip sesi ve bedeni merkezine alan bu yaklaşım sahne dilinde nasıl bir biçim kazandı?
Mustafa A.: En temel karar müzisyenlerle çalışmak oldu. Bir oyuncu değil, bir müzisyen. Oyun değildi aradığımız, oyuncu değildi ve çok kritik bir karardı bu. Aktaracağımız meselede sahne dilini oluşturan Övül Avkıran ve dramaturjiye karar veren Mustafa Avkıran arasında bir yol vardı ve bu yola başlangıçta Sema Moritz ve İhsan Kılavuz sonrasında da Levent Güneş katıldı. Cumhur Bakışkan ise işin orkestrasyonu aşamasında çok büyük katkıda bulundu. Azalttık her şeyi, sözü, hareketi, ışığı ama yerine o kadar güçlü melodiler, o kadar güçlü sesler koyduk ki artık bize sadece doğru malzemeyi seçip onları kullanma kararı kalmıştı. Hareket sahasını biz oluşturmuştuk ve saha yıllar geçtikçe daha da berraklaşıp, billurlaşıyor.
Övül Avkıran: Çalışmalara başladığımız zamanki itkimi hatırlıyorum. Kürtçenin konuşulmasının yasak olduğu zamanlar. Tam 21 yıl önce. Bu hikâyeyi nasıl anlatmalıyız ki tüm önyargıları, bildiğimiz kodları bir kenara koyabilelim. Gerçekleri eğip, bükmeden olduğu gibi serip duyularımızla, duygularımızla baş başa kalalım. Resmi tarih bilgileri bizim yorumladığımız bir şey değil, gerçek kabul edilen. Sözlü tarih ise yani şarkılar, türküler aracılığı ile dışa vurulmuş duyguların, durumların nesilden nesile aktarımı. Başka söz yok. Yok, çünkü başka söze gerek yok. Yok, çünkü kafaları karıştırmaya, tartışma yaratmaya gerek yok, ihtiyacımız olan o değil. Yok, zaten tehlikeli. Peki, gösterim dili nasıl olmalı? Sakin, yalın gerektiği kadar hareket. Göç eden bir ekip. Oradan oraya konan. Su kenarlarından yürüyen. Birbirine tutunan, birbirinden güç alan ama kendi hikâyelerini taşıyan. Her bedenin kendi dramaturjisi ile sahnede var olarak bütüne katıldığı, her bir izleyicinin zihnine hikâyesine dokunmaya çalışan bir estetik anlayış. Bizim işlerimiz için yazılmış, hep tekrar ettiğimiz cümle 'politik ve poetik'. Belki biçim için bunu söyleyebilirim.
Sahne, kostüm ve ışık tasarımında benimsediğiniz yalın estetik anlayışı nasıl tanımlarsınız?
Övül A: Bu bir göç hikâyesi. Benim anneannem de ailesiyle Makedonya'dan göç ederken bir baskın sonrası sadece yanlarına ne alabildilerse onlarla kaçmışlar. Yani varlıklarını, sahip olduklarını bırakıp taşıyabildiklerini alıp canlarını kurtarmışlar. Dolayısıyla bizim hikâye anlatıcılarımız da sahnede sadece sandalyeleri, heybeleri, enstrümanları ile hareket ediyor.
Mustafa A.: Yol arkadaşlarımız gitti birer birer… Hepsini saygı ve özlemle anıyoruz her gün. Ali Cem Köroğlu, şişeleri bulup üzerine kırmızı çaputları bağladığı gün dünyamız değişti. Canımız Yüksel Aymaz her temsilde ışığı kendisi yönetti gidene kadar. Bizi bir ışık çerçevesine kilitledi ve dedi ki "Buradan dışarı çıkış yok. Ancak buranın içinde hareket edebilirsiniz." Süzülmüş, birbirine inanan ve yıllardır birlikte üreten bir ekibin işidir "Ashura" başarısının sırrı belki de bundandır. Ayrıca Selim Sesler, Engin Yörükoğlu… Işıklar içinde uyusunlar. Hepsinin katkısı sonsuzdur "Ashura"ya.
Ortak yaratım sürecinizde sahne ve dramaturji kararlarını nasıl paylaştınız?
Övül A: Her işte değişiyor bu. "Ashura"nın masa başı çalışması çok uzun zaman aldı. Şarkıların, türkülerin toplanması. Onların elenmesi. Belki de ön çalışması en uzun süren işimiz oldu. Bu sürecin lideri Mustafa'ydı. Sahne üzeri çalışmalarına başladığımızda ben bu ön çalışmalarda biriktirdiğim ve süzdüklerimle, hikâyeyi anlatacak olanların bilgisi ile rolü devir aldım. Ama bu o kadar organik bir süreç ki keskin hatları yok. Bazen birimizin bir lafı tüm aksı değiştirebiliyor.
Mustafa A.: Çok uzun bir yolculuk bu. 1995-2025. Tam 30 yıl birlikte yol yürümek. Kolay mı, çok kolay. Yoldaşınız var çünkü, sizi hiç yalnız bırakmayacak, yanlış yapmanıza mâni olacak. Sizinle gülecek ve de ağlayacak. İnancı paylaşan. İki yönetmen, iki müzisyen, iki koreograf, iki dramaturg ve de en önemlisi, iki tasarımcı. Konuşulmayan rol paylaşımlarımız var. Kâh birimiz önde diğeri arkada. Kâh yan yana… Kahkahayla ama hep eğlenerek. Sinirlensek de umudumuz tükense de hep sevgiyle çıktık içinden.
"Ashura"yı bugünün seyircisiyle buluşturmak sizin için nasıl bir yeniden düşünme alanı açtı?
Mustafa A.: "Ashura"nın ne sorusu bitiyor ne de sorumlulukları. Bir sahne dili var, benzersiz. Bir meselesi hâlâ kanayan bir yarası var. Biz bu işe kalkıştığımızda Kürtçe yasaktı, hâlâ Kürtçe bir mesele… Küçük bir anekdot; yıllar önce "Ashura" oyunlarının birine çok genç bir kadın geldi ve oyundan sonra ağlarken bulduk onu ve sorduk "Niye?" Cevabı çok etkileyiciydi, "Babam Kürt, ben çocukluğumdan beri İngilizce öğreniyorum ve Kürtçe öğrenmeyi hep reddettim ama bu akşam karar verdim yarın Kürtçe öğrenmeye başlayacağım." Bu kadarı bile yeter bize. Bir de biz "Ashura" oynamaya başladığımızda bir çocuğumuz olacağı aklımızda bile yoktu ve bugün bir oğlumuz var, şimdi 10 yaşında. Bizimle göç ediyor o da… Ne büyük bir eksiklikmiş çocuk, göç yolunda. Umudu ona taşıyoruz bir taraftan da onu çok yormadan.
Övül A.: Çok soru sordurdu, çok yeni cümleler kurdurdu bana. 21 yıl önce bu hikâyeyi anlatan Övül'ün birikimleri başkaydı. Bugün bu hikâyeyi anlatan Övül'ün birikimleri başka. 21 yıl önce sahip olduğum bedenle bugün sahip olduğum beden de başka. Ekibimiz için de elbette geçerli bu. Her birimiz kendi hayatlarımızda uzun yollar yürümüşüz, saçları ağartmışız. Değişen dünya düzeni içinde konumlanmaya, konmaya, konduğumuz yerde durmaya çalışıyoruz. Bir seyircimiz Instagram’da festival hesabına epeyce yazmış, bir de şöyle demiş "Keşke Övül Hanım'ın yerine tüy gibi bir dansçı olsaymış," diye. Yazanın bir erkek olduğunu ama son derece nazik ve samimiyetle yazdığını anlayarak okudum. Oyunların da bir yaşam hikâyesi vardır. Bazı oyunların daha çok vardır çünkü bu bilgiyi de içine katarlar oyunun. 21 yılda oyunumuz ve oyuncuları yol almışlar. Bir çocuk olmuş, büyümüş, oyuna dahil olmuş. Oyun değil gerçek. Oyuna dahil olsun, yürümeyi öğrensin diye. Yeni dünya düzeninde farklı dilleri, kültürleri, dinleri anlayabilsin diye... Yeniden seyirci ile buluşmak daha çok şeyi sordurdu bana. "Ashura" bir daha oynadığımızda aynı ama başka olacak.
Bugünden baktığınızda, "Ashura" sizin için müzik, beden ve ritüel ilişkisine dair nasıl bir deneyim vadediyor?
Mustafa A.: Kendimize ve izleyicimize, rahatça içinde yüzecekleri bir su vadediyoruz, boğulma tehlikesi olmayan, iyileştirici, şifalı bir su.


