Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » BASE 2025'ten 'Sınırlar/Olasılıklar' manifestosu

BASE 2025'ten 'Sınırlar/Olasılıklar' manifestosu

BASE 2025'ten 'Sınırlar/Olasılıklar' manifestosu28 Kasım 2025 - 05:11
Türkiye'nin dört bir yanından genç sanatçıları bir araya getiren ve dokuzuncu edisyonu 26-30 Kasım tarihleri arasında ziyarete açılan BASE'in nabzını tuttuk.
Yazı ve Fotoğraflar: Suzan Somalı Sönmez
ssomalisonmez@gmail.com
 
26-30 Kasım tarihleri arasında her gün ücretsiz olarak ziyarete açık olan BASE 2025, genç sanatın enerjisini İstanbul’un merkezine taşıyor. 
 
BASE 2025’in ana sponsoru Trendyol Sanat. Etkinlik, Bilgili Sanat iş birliği ve The Ritz-Carlton Residences İstanbul ev sahipliğinde gerçekleşiyor. Ayrıca Jumbo, Kale Tasarım ve Sanat Merkezi (KTSM) ve TEB Özel Bankacılık co-sponsorlar arasında yer alıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ de kamusal destek sağlıyor.
 
"Bunca önemli kurum el verince de tabii ortaya harika bir organizasyon çıkıyor. Yeni kuşak sanatçıların dünyasına bakış açısı sunan etkinliğin küratörü Derya Yücel, vizyoner bir yaklaşımla bu yılki çerçeveyi “Sınırlar/Olasılıklar” kavramı üzerine kuruyor. Sergiye 36 şehir ve 43 üniversiteden 151 genç sanatçı katılıyor."Küratör Derya Yücel, BASE 2025’in odağını "Sınırlar/Olasılıklar" temasıyla belirlerken, genç sanatçıların sadece dışsal değil, içsel eşikleri de sanat yoluyla nasıl aştığını anlattı.
 
Sınır, bir kapanma değil, bir eşiktir
 
Küratör Derya Yücel, "Sınırlar/Olasılıklar" temasının, genç sanatçıların üretimlerindeki ortak duyarlılıktan doğduğunu belirtiyor. Yücel'e göre bu tema, sadece coğrafi veya politik değil, bireysel ve toplumsal deneyimlerde de karşımıza çıkıyor:
 
“Benim küratöryel bakışımda sınır bir kapanma değil, bir eşiktir. Her eşik ise yeni bir bakışın, yeni bir sözün ve yeni bir ihtimalin başlangıcıdır.”
 
 
BASE 2025 Küratörü Derya Yücel
 
Gerçeklikten hayal gücüne uzanan motivasyon
 
Yücel, günümüz genç sanatçılarının sınırları aşma motivasyonunun iki temel kaynaktan beslendiğini vurguluyor:
 
“Sanatçıların sınırları aşma motivasyonu bence iki kaynaktan geliyor. Deneyimledikleri gerçeklik ve kurdukları hayal gücü. Bugünün gençliği ekonomik sıkışma, kimlik tartışmaları, kent yaşamının baskıları ve gelecek belirsizliği gibi çok katmanlı sınırlarla zaten iç içe yaşıyor... Aşmak istedikleri sınır, sadece dışsal olan değil kendilerine ait içsel eşikler de.”
 
Bu bağlamda sanat, genç sanatçılar için yalnızca bir ifade aracı değil, aynı zamanda bir nefes alma ve dönüşüm yaratma alanı haline geliyor.
 
Eşit ve görünür bir başlangıç alanı
 
BASE’in sanat ekosistemindeki kritik rolüne değinen Yücel, platformun en büyük katkısının fırsat eşitliği yaratmak olduğunu ifade ediyor:
 
“BASE’in Türkiye’deki sanat ekosistemine en büyük katkısı, genç sanatçılar için eşit ve görünür bir başlangıç alanı yaratması. Farklı şehirlerden, farklı üniversitelerden gelen üretimleri aynı zeminde buluşturarak genç sanatçıların profesyonel hayata adım atmasını kolaylaştırıyor.”
 
Ayrıca, BASE'in küratöryel metodolojisinde önce işlerin geldiğini ve temanın sanatçıların üretimlerinden şekillendiğini belirterek, "Bu kadar güçlü ve çeşitli üretimi, mekânın fiziksel sınırları içinde en adil ve en görünür şekilde bir araya getirmek benim için her yılın en büyük mesaisi," diyor.
 
Gelecek vizyonu: Küresel diyalog ve erişilebilirlik
 
Yücel, BASE'in gelecek vizyonunda uluslararası iş birliklerinin önemine dikkat çekiyor. Bu yıl Romanya'dan genç sanatçıların katılımıyla başlayan sürecin, BASE'in uluslararası bir diyaloğa açılması için kritik olduğunu belirtiyor:
 
“BASE’in önümüzdeki yıllarda daha da açık, erişilebilir ve uluslararası dolaşıma açık bir yapıya evrileceğini düşünüyorum... Bu karşılaşmalar genç sanatçılar için hem ayna hem kapı işlevi görüyor.”
 
Yücel, kamusal ve özel sektör desteklerinin önemine vurgu yaparak, bu iş birlikleri sayesinde BASE'in sanatı daha geniş kitleler için daha erişilebilir bir deneyime dönüştürdüğünü ifade ediyor.
 
Milliyet Sanat dergisi adına konuğu olduğumuz BASE 2025’te genç sanatçılarla tanışma imkânı da bulduk.
 
İletişim sanatı
 
Kaan Ünal "Thread of Communication - Muhabbet Bağı"
 
Birbirinden ilginç çalışmalar içerisinde en ilgimizi çeken projelerden biri sergiye katılan genç sanatçılardan Kaan Ünal'ın "Thread of Communication - Muhabbet Bağı" isimli kinetik heykeli oldu.
Hoparlör, iğne, ip ve ahşap kullanılarak oluşturulan eseriyle Ünal, iletişim kavramına odaklanıyor. Marmara Resim-İş Bölümü mezunu Ünal çalışmasını "Hem birleştirici hem incitici doğasıyla iletişim, her zaman bir "bağ" kurar ama aynı zamanda o bağ, gerilimlerle örülüdür. Çuvaldızlarla görünür hale gelen ip, sözün görünmeyen yükünü taşır. Diyalogda oluşan her titreşim, sözcüklerin arkasında saklanan duygusal yoğunluğu bedenleştirir." sözleriyle açıklıyor.
 
 
Kaan Ünal, “Thread of Communication - Muhabbet Bağı”
 
Dışına yerleştirilmiş mikrofonlar yoluyla interaktif bir deneyim de sunan "Thread of Communication - Muhabbet Bağı", bir anlamda Ünal'ın kişisel deneyimlerinin ürünü.
 
Anne ve babası müzisyen olan genç sanatçı büyüme sürecinde hem müziğe yönelmekte çekinceler yaşadığını hem de ayrılan ebeveynleriyle bir süre sonra iletişim kurmayı bıraktığını anlatıyor. Suskun bir genç olmayı tercih eden ve kendisini sözler yerine sanatla ifade etmeyi seçen Ünal, önceleri resme yöneldiğini hatta üniversite eğitimini resim üzerine aldığını ancak zamanla müziğin de bir ifade biçimi olduğunu fark ettiğini ve bu alanda da çalışmalar yaptığını ifade ediyor. Aktif olduğu iki sanat dalına “iletişim sanatı” kavramını da katan genç sanatçı, bu üçlemenin "Thread of Communication - Muhabbet Bağı"na ilham kaynağı olduğunu belirtiyor. İnteraktif özelliğiyle BASE ziyaretçilerine farklı bir deneyim sunan vr yakında bir albüm yayınlamayı planlayan Kaan Ünal’ın müzik alanındaki çalışmalarını da merakla bekliyoruz.
 
“Mitokondrisi bende kaldı”
 
Bahar Küpeli Aksoy "Heritage - Miras"
 
BASE İstanbul'un en anlamlı çalışmalarından bir diğeri Bahar Küpeli Aksoy'un "Heritage - Miras" isimli çalışması.
 
Marmara Üniversitesi, Seramik ve Cam Bölümu mezunu Aksoy'un kanvas üzerine el ile fotokopi transferi ve seramik kullanarak oluşturduğu “Miras” isimli çalışma; "doğarken alınan ilk nefes, anneden çocuğa geçen görünmeyen genetik kod, bir duygunun nesilden nesile taşınması, bir anlatının bedende yaşam bulmasına dair bir yolculuk" olarak tanımlanıyor Aksoy tarafından. "Nesiller öncesinde yaşananlar bir sonraki nesilde yankılanır. Gizli öykülerin ve yutkunulmuş çığlıkların devamı ile anneden çocuğa geçen şey yalnızca gen değil, bir anlatıdır, bir mücadeledir." diyen Aksoy'a yola çıkış noktasını sorduk:
 
"Çalışmamda yer alan fotoğraflar, benimle son bulan 5 neslin gerçek fotoğrafları. Fotoğrafların birbirini takip edişi, genetik aktarım ile süre gelen devamlılığı temsil ediyor. Aktarımın sonucu ise, sahip olduğumuz en büyük miras olan genetik mirasımız. Hücrelerle birlikte nesillerin bıraktığı izler, bir sonraki kuşağa geçen, bastırılan ve fısıldananların aynası. Bırakılan izler, mücadeleyi tamamlamaya, yarım kalan cümleyi bitirmeye ve onun bedeninden dökülenleri geleceğe aktarıyor olacak. Böylece hafızanın mirası, varlığımızın mucizevi bütünlüğü, bizden önceki nesillerden aldığımız genetik hücrelerle, yepyeni bir yaşam olarak var olmaya devam edecek."
 
 
Bahar Küpeli Aksoy, “Heritage – Miras” 
 
Aksoy, sözlerine şöyle devam ediyor:
 
“Ancak burada sadece genetik mirastan değil, kültürel mirastan da bahsediyoruz. Annelerimiz, mitokondri yoluyla kızlarında yaşamaya devam ediyorlar evet ama aynı zamanda onlardan aldığımız davranış modelleri, alışkanlıklar vb. örüntüler de bizde yaşamaya devam ediyor. Her kuşak ne gördü ne öğrendiyse bir diğerine aktarıyor. İlginçtir, annemle anneannemin ilişkisi ile benim anneannemle ilişkim birbirinden tamamen farklıydı. Anneannem torunu olan bana son derece toleranslıyken kendi kızına yani anneme aynı toleransı asla göstermezdi. Yani aslında burada bir kuşaktan diğerine aktarılan bir örüntü var ve biz bunu ne yaparsak yapalım, kıramıyoruz."
Sosyal medyada “Mitokondrisi bende kaldı” başlığıyla yayınlanan ve okuyan herkesi etkileyen yazı aklımızda sergiyi gezmeye devam ediyoruz.
 
Kutsal ağaçlar
 
Seçil Büyükkan “Kutsal Ağaçlar Serisi - Sacred Trees Series”
 
BASE 2025’te ilgimiz çeken eserlerden sonuncusu Seçil Büyükkan’ın “Kutsal Ağaçlar Serisi - Sacred Trees Series” isimli çalışması oldu.
 
Seçil Büyükkan, 1984 Eskişehir doğumlu genç bir sanatçı. 2002’de Eskişehir Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim bölümünden mezun olan Büyükkan, ardından 2007’de Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Baskıresim Bölümü’nü bitirdi. 2006’da Polonya’da Akademia Sztuk Pieknych Wroclaw’da altı ay süreyle sanat eğitimi aldı. 2017’de Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Resim Ana Sanat Dalı’nda yüksek lisansını tamamladı. Büyükkan sanat pratiğinde doğa, kimlik ve varoluş temaları öne çıkıyor; özellikle ağaç imgeleri üzerinden insan-doğa ilişkisini sorgulayan çalışmalarıyla tanınıyor.
 
BASE 2025’te yer alan eseri “Kutsal Ağaçlar Serisi” (Sacred Trees Series) birçok inanç sisteminde geçen ‘kutsal ağaç’ kavramı üzerine düşünülerek üretilmiş. Sanatçı, bir ağacın varlığının bir insanın varlığına nasıl atfedildiğini ve dünya ile kurduğu organik ve düşünsel bağları sorguluyor. Çalışmalarında bazen kimliği belirli, bazen anonim ağaçlar yalnız ve yüce bir görüntüyle karşımıza çıkıyor. İzleyiciyle baş başa kalan bu ağaçlar, ilk bakışta sıradan görünse de sanatçı, ikinci bakışta onların kutsallığı üzerine düşünülmesini amaçlıyor. Eser, asitsiz kâğıt üzerine mürekkep tekniğiyle, 120×80 cm boyutlarında üretilmiş.
 
 
Seçil Büyükkan, “Kutsal Ağaçlar Serisi”
 
Siyah beyaz derinlik
 
Rengerank, her boyutta, dinamik eserlerin sergilendiği BASE 2025 sergi salonunda adımlarımı yavaşlatırken fark ettim; ruhumun ritmiyle konuşan üç farklı eser vardı karşımda. İlki, bir kinetik heykel. Zamanın görünmez akışını somutlaştırıyor, her dönüşte sessiz bir müzik yaratıyordu. Ona bakarken, içimdeki karmaşanın yavaşça çözülüp ritme uyduğunu hissettim. Sanki heykel, “değişim kaçınılmazdır” diye fısıldıyordu.
 
Bir sonraki durak, siyah beyaz bir fotoğraf serisi oldu. Renklerin sustuğu bu dünyada, ışık ve gölge konuşuyordu. Her kare, bir anın çıplak gerçeğini taşıyor; hiçbir şey saklanmıyor, hiçbir şey abartılmıyordu. Fotoğrafların sadeliği, zihnimde netlik arayışını uyandırdı. Belki de bu yüzden kendimi bu sessiz kontrastların içinde huzurlu hissettim.
 
Son olarak, siyah beyaz bir tablo. Fotoğraflardan farklı olarak, burada gerçeklik değil, sanatçının içsel sesi vardı. Fırça darbeleri, kelimelerden daha güçlü bir dil kurmuştu. Renk yoktu, ama duygu vardı; yoğun, saf ve doğrudan. Tabloya bakarken, kendi içimdeki sessizliği dinledim.
 
Bu üç eser, birbirinden farklı tekniklerle aynı şeyi söyledi: sadelikte derinlik var. Hareketin, ışığın ve çizginin özüne yönelmek, karmaşadan arınmak, belki de ruhumun o anki ihtiyacıydı. Sergi, bana renklerin cazibesinden uzak bir dünyada, biçim ve anlamın ne kadar güçlü olabileceğini hatırlattı.