Bienal soykırıma haykırışla başlıyor
Bu yıl Beyoğlu ve Karaköy eksenindeki yürüyüş mesafesinde sekiz ayrı mekânda 47 sanatçı ile izlenecek olan 18. İstanbul Bienali, 20 Eylül’den itibaren kapılarını açacak. Tarihinde ilk defa üç yıla yayılacak ve yine ücretsiz gezilecek bienalin Lübnanlı küratörü Christine Tohmé, etkinliğin basın toplantısında tüm emeğini Gazzelilere ve dünyanın geri kalan tüm kayıplarına, dayanışma ile adadığını açıkladı. Tohmé, “Filistin’de yaşanan soykırımı durdurmamız gerek,” çağrısında bulundu.


EVRİM ALTUĞ
evrimaltug@gmail.com
“Üç Ayaklı Kedi”, 23 Aralık 2027’ye dek İstanbul sokaklarında dolaşmaya ve hepimizi dolaştırmaya başladı.1973’te Nejat F. Eczacıbaşı önderliğinde kurulan, halen işadamı Bülent Eczacıbaşı’nın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) 2036’ya kadar Koç Holding ana sponsorluğunda düzenlediği Uluslararası İstanbul Bienali’nin 18. edisyonu için nihayet düğmeye basıldı.
İçeriği ve mesajları kamuoyuna basın toplantısı ile duyurulan ve basın ile profesyonel ön izleme günlerini takiben, 20 Eylül’de ziyaretçilere kapısını ücretsiz açacak Bienal’in resmi basın sponsorları arasında bu yıl yine Milliyet Sanat da yer aldı.
Fotoğraf: Mühenna Kahveci
Nüfusu 20 milyonu geçen ‘mitolojik’ megakentte, birbirine yürüme mesafesindeki sekiz farklı mekânda izlenmek üzere geri sayıma başlayan 18. Bienalin dünyanın gidişatı ve diplomasiden uzak kalmayan basın toplantısı da hayli dikkat çekti. Etkinlik, sanatçılar, gazeteciler ve akademisyenler ile bienale destek veren kuruluşların temsilcileri ile, diplomatlardan oluşan ‘hıncahınç’ bir uluslararası kalabalık eşliğinde, resmi mekânlardan Eski Fransız Yetimhanesi Bahçesi’nde düzenlenen bir kahvaltılı brifing ile yapıldı. Mekânda eseri sergilenen tek sanatçı ise Khalil Rabah oldu.
Bienalin Lübnanlı küratörü Christine Tohmé ve İKSV Bienali Direktörü Kevser Güler öncülüğünde, genci yaşlısı ile onlarca emektarın teri ve 47 sanatçıyla düzenlenen etkinlik, tarihinde ilk defa olmak üzere 20 Eylül 2025 ile 23 Aralık 2017 arasına yayılan toplam üç yıllık bir süreçte deneyimlenecek. Etkinlik böylece, sürecin ve bu süreçte gerçekleşecek tüm deneyimlerin sanatla ilişkisini, yapıcı ve kolektif bir şekilde yeniden dönüştürmenin ipuçlarını kamuoyu ile paylaşmaya gayret edecek.
Fotoğraf: Mühenna Kahveci
18. Bienal’in basın toplantısına, İKSV adına Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ile, bienal ana sponsoru Koç Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M.Koç da katıldı. Bir buçuk saate yayılan toplantı, bienal küratörü Tohmé’nin katılımcılara yaptığı samimi ve politik ifadelerle yüklü açılış konuşmalarıyla da art arda alkış topladı.
Direktör Kevser Güler’in de bienali özetleyen kısa bir konuşma ile izleyicileri selamladığı toplantıda, sırayla Eczacıbaşı, Koç, Güler ve son olarak da küratör Tohmé kürsüye çıktı.
18. İstanbul Bienali küratörü Christine Tohmé. Fotoğraf: Mühenna Kahveci
Tohmé: “Filistin’de yaşanan soykırımı durdurmamız gerek”
Toplantının en yoğun anları küratör Tohmé’nin yaptığı sunuş konuşmasında gizliydi. Tohmé izleyicilere başta Filistin gelmek üzere tüm baskı, şiddet ve insanlık suçu gören coğrafyalarda yaşananlara göndermede bulunarak, katılımcılara şu açıklamaları yaptı: “...Son günlerde, burada bir araya gelmiş herkesin de yaptığı şeyler, birçok ‘tümsek’ ile karşı karşıya. Bunlar tümüyle ‘politik tümsekler’; tümüyle ‘duygusal tümsekler’.
Bizler, şu an tarihin en karanlık bölümlerinden birine şahitlik ediyoruz. Yaptığımız tüm işler üzerinden, ancak şunu ümit edebiliriz; hepimiz değişim için, bu dünyada baskı altındaki insanların duygularını az da olsa değiştirmek için çaba gösteriyoruz. Ve bu insanlar ki her gün dünyanın en iğrenç suçlarına şahit olmaktalar.
Bu sözlerimi, bütün emeğimi, o geride kalanların kurbanlıkları ve muzafferliklerinin anısına ithaf ediyorum. Çünkü bizler onları her daim hatırlayacağız. Onlar, her gün bizimle. Bizler, geride kalan o insanları unutmayacağız. Buradakilerden, dünyadaki tüm bölgelere kadar tüm insanlar, Filistin’den, Sudan’dan, Kongo’ya kadar; ve bütün bölgelerdekiler… Hepsini burada anamadığım için özür dilerim.
Emeğim, geride kalan herkese verilmiş bir armağandır. O geride kalanlar ki, emeğimin kudretinin de kaynağı onlar. Dolayısıyla bu bienalde, bu insanlar hakkındaki, sevgi ve cömertlik hakkındaki benim naçiz tutumum da bu olacaktır.
Zira ne olursa olsun biz bu şekilde devam edemeyiz. Filistin’de yaşanan soykırımı durdurmamız gerek. Minderlerimize öylece yayılmadan, dünyanın bir köşesinde, birilerinin masumca bir kasap gibi doğrandığı bu durumunun farkında olmalıyız. Onların yaşam hakkı için, var oluş için ortaya koydukları sorgulamaları, toprakları için sahip oldukları hakkı bilmeliyiz.
Aynı şekilde buradaki toprakta, İstanbul’da da bu hakka sahip olmalı, bu kentin elinden gelenin en iyisini yapabilmeliyiz. Bu kent üzerinden biz de çarpışabilmeliyiz. Birçok şehir ile bir araya gelebilmeliyiz. Onlarla hep birlikte, değişime inanabilmeliyiz.
Bu değişim, belki şimdi olmayabilir. Ancak çocuklarımız, onlar değiştirebilir. Yeni nesiller değiştirebilir. Ben buna inanan biriyim. Bazen kendimi aptal, naif hissettiğim de olmuyor değil. Ancak, yüreğimde olan budur ve buna sahiden inanmaktayım.”
Tohmé, büyük alkış toplayan bu sözlerinin ardından, katılımcılara Vehbi Koç Vakfı desteği ile basılan resmi bienal kitapçığına da dahil olan bienal sunuş metninden bir bölüm de paylaşarak, bienalin organizasyonu ve kavramsal çerçevesi hakkında bilgiler verdi.
18. İstanbul Bienali Direktörü Kevser Güler ve küratör Christine Tohmé. Fotoğraf: Mühenna Kahveci
Filistinli sanatçılara küratöryel destek
Etkinlikte basının da sorularını yanıtlayan küratör Tohmé, bienalin gelenekselleşen “Kamusal Alan” eseri ile, bienale katılan sanatçılardan birkaçının Filistinli oluşlarını ve bu konunun altını çizip çizmek istemediğini kendisine sormamız üzerine şu açıklamalarda bulundu:
“Halil Rabah, benim 35 yıldır birlikte çalıştığım bir sanatçı. Kendisi benim sanatsal haritamın bir parçası diyebiliriz. Ve Sohail Salem, kendisiyle tanışma şerefine yeni eriştim. Ancak kendisi şu anda ne yazık ki Gazze’de sıkışmış bulunuyor. Bu yüzden bizimle değil. Ayrıca Mona Benyamin ve yine Marwan Rechmaoi de Lübnanlı-Filistinli bir sanatçı olarak gelmeyi başaramadı. Eğer unuttuğum başkaları da olduysa lütfen kusuruma bakmayın. Ama davet ettiğim Filistinli sanatçılara dair sorunuzun ‘altını çizme tonum’ bu olacaktır.
“Soylulaştırma” kaygısına ‘küçük jestler’le karşılık
Küratör Tohmé’ye yönelttiğimiz bir diğer soru bienallerin yapıldığı tarihi kentlerin maruz kaldığı ‘soylulaştırma’ meselesine dönüktü. Tohmé bienal dahilindeki emeklerini ‘küçük jestler’ olarak tabir etti ve ister Beyrut ister Jakarta ve ister İstanbul’daki ‘soylulaştırma’yı hiç bir durumda durduramayacağını vurguladı. “Burada yıkıma uğrayabilecek binalara dikkat çekmek istedim, yapmak istediğimiz de bu oldu,” diyen küratör Christine Tohmé, soruyu şu sözlerle yanıtladı: “Belki de Zihni Han ve Külah Fabrikası’nı kurtarabilmek.”
Tohmé bir diğer sorumuz olan, sanatçıları neye göre seçtiği ve bienal ile İstanbul arasındaki bağı, bugüne kadar nasıl kurduğuna ise şu sözlerle karşılık verdi: “Elbette, sanatçıları yaptıkları başvurular arasından değerlendirdik. Bununla beraber, onların günümüz dünyası ve gelecek ile kurdukları tematik ilişki de buna katkıda bulundu. Tüm bienali bir altyapı adına önerme olarak da düşünebiliriz. Bu zaten benim de çalışma biçimim. İster Beyrut’ta olsun ister yaptığım bir bienalde, sözgelimi Sharjah Bienali’ni de altı kentte düzenlemiştim. Dolayısıyla bu imkânı her daim kente ve onun geleceğine dönük bir önerme olarak kullanıyorum.”
İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı. Fotoğraf: Mühenna Kahveci
Öte yandan, kürsüde ilk kez söz alarak davetlileri selamlayan İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ise, katılımcılarla özetle şu mesajları paylaştı:
“Bienalde Türkiye ve yurtdışındaki kültür-sanat evreni arasında anlamlı bir etkileşimin kurulması için çaba sarf ediyor, gençlere ve çocuklara yönelik öğrenme programlarımızla, öğrenciler, mülteciler ve farklı engel gruplarına yönelik ücretsiz rehberli turlarımızla ve her seferinde büyük ilgi gören ücretsiz resimli çocuk kitabımızla, güncel sanat beğenisinin ve sevgisinin geniş kitleler tarafından benimsenebilmesi için çalışıyoruz.
Bu sergiye hayat veren değerli küratörümüz Christine Tohmé’ye, yaratıcılıklarıyla bienali var eden sanatçılarımıza, serginin gerçekleştirilmesine emek veren tüm ekibimize ve bienalin ziyaretçilerle ücretsiz olarak buluşabilmesini mümkün kılan bienal sponsorumuz Koç Holding başta olmak üzere bienale destek veren tüm kurum ve kuruluşlara gönülden teşekkür ediyorum.”
Ömer M. Koç’tan Atatürk ve sanat vurgusu
İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Eczacıbaşı ardından söz alan Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M.Koç’un yaptığı ‘berrak’ sunum da toplantıda ayrıca alkışlanan anlara sahne oldu.
Sanat ve kültüre tutkusunu Vehbi Koç Vakfı imzalı Arter ve Meşher gibi mekânlarda açtığı özel koleksiyon ve sergileri ile kamuoyuyla paylaşmayı sürdüren Ömer M.Koç, Koç Topluluğu’nun gelecek yıl yaşanacak 100. kuruluş yıldönümünün de heyecanını paylaştığı, bienale emeği geçen tüm kadroyu kutladığı konuşmasında özetle şu ifadelerde bulundu: “(...) Hiç kuşkusuz, ilham kaynağımız Türkiye’nin kurucusu, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği yol ve gösterdiği hedeflerdir. Büyük Atatürk, “Güzel sanatlarda muvaffakiyet, bütün inkılapların muvaffak olduğunun en kat’i delilidir,” sözü ile sanatın muasır medeniyet seviyesine erişimde en temel ölçüt olduğunu vurgulamıştır. Sanat, estetik bir faaliyet oluşturmanın yanı sıra, toplumsal varoluşun da, aslî unsurlarından biridir.
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M.Koç. Fotoğraf: Mühenna Kahveci
İçinden geçtiğimiz çağın belirsizliği ve çok boyutlu zorlukları, hepimizin malûmu. Küresel ölçekte yaşanan savaşlar, çevresel krizler, ekonomik dalgalanmalar ve toplumsal huzursuzluklar, coğrafyaları olduğu kadar, zihinleri de, ruhları da etkilemektedir.
Böyle bir dönemde, sanatın sunduğu özgürlük alanlarına, yaratıcı cesarete ve derinlikli sorgulamalara her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu da aşikârdır. Bireysel gelişim ve toplumsal ilerleme, ancak bu özgürlükçü anlayışla mümkündür.
İstanbul Bienali, düşünceyi, sezgiyi ve yaratıcılığı, sanatın farklı anlatım biçimleri ile buluşturarak, sanatçılara eleştirel üretim için özgürlük alanları sunmaktadır. Bu sebeple, bienalin İstanbul’a ve ülkemizin uluslararası itibarına çok büyük katkısı olduğuna inanıyorum.
Bu yıl bienalin kavramsal çerçevesi olan “Üç Ayaklı Kedi”, zorluklarla mücadele edenin de hayatta kalabileceğini, eksiklik gibi görülen durumların, aslında yeni bir denge kurma biçimine dönüştürülebileceğini bizlere hatırlatıyor. Bu vesile ile bireylerin ve toplumların yaralarıyla yaşamayı öğrenerek, direnç kazanabileceğine işaret ediyor. Zira hayatta zorluklara karşı dirençli ve dayanıklı olmak, her daim kusursuzluktan değil, eksikle ve belirsizlik ile yaşama iradesinden doğar. Sanat da, bu çabanın bir parçasıdır ve eksik olana yeni bir anlam kazandırır.
Bu yıl bienalin yapısında da dikkat çekici bir dönüşüm söz konusu. Üç yıla yayılan bu yaklaşım, İstanbul Bienali’ni belli bir takvim ile sınırlı sergiler dizisi olmasının ötesine taşıyor ve sanatın, gelişen toplumsal hafıza ile temas halinde bir süreç olduğunu vurguluyor.
Değerli misafirler, sanat, belirli bir zümrenin ayrıcalığı değildir. Aksine, herkesin rahatça erişebileceği bir ifade alanı olmalıdır. Bu amaç doğrultusunda atılan her adım, hem sanat dünyasına hem de toplumsal yaşama kuşkusuz değer katmakta.”
Bienale dair ilk izlenimler
Peki, 18. İstanbul Bienali’nin sanat dünyasına sürprizleri için ilk izlenimler nasıl? Organizasyon ve yapısal içerik anlamında baktığımızda, Beyoğlu, Karaköy ve Tophane üçgeninde ‘yayalara özgü’ bir deneyim vadedecek İKSV imzalı etkinlik, bu yıl özellikle Denizbank desteği ile kapsadığı, görme ile işitme engelli sanatseverlere yönelik “Erişilebilir Bienal Turları”nın yanı sıra, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) partnerlik ve danışmanlığında düzenlenen “Mülteci Turları” ile kendi tarihinde sahiden özel sayfalar açmış görünüyor. Etkinlik elbette, bu niyetle tasarlanan “Bebekli Sabahlar”ın yanı sıra, “Tekli ve Çok Mekânlı Sergi Turları”yla da ziyaretçi skalasını zenginleştireceğe benziyor.
Zihni Han ve Galata Rum Okulu
Öte yandan basın buluşması akabinde ‘derhal ziyaretine koştuğumuz’ iki bienal mekânı arasında ise İstanbul Modern’e komşu Tophane yapısı Zihni Han ile daha önce de farklı kültür sanat etkinlikleri için kapısını açmış bulunan, Tabanlıoğlu Mimarlık ve Murat Tabanlıoğlu ile, Yunan Penelis proje yönetimi tarafından 2023’te restorasyon gören Galata Rum Okulu, yine (fiziken) başı çekiyor.
Bienalde “Zihni Han”da altını çizdiğimiz sanatçılar arasında, elbette Tohmé’nin de andığı, 1974 Gazze doğumlu Sohail Salem başta geliyor. İKSV’nin bienal kataloğu ile verdiği resmi bilgiler ışığında aktarılırsa “2023’te Filistin’de devam eden soykırım sırasında Deyr-el Belah’a yerleşmek zorunda kalan Salem, çalışmalarını UNRWA (BM Yakındoğu Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı) tarafından dağıtılan okul defterlerine çizdiği görsel günlüklerle sürdürüyor. Deftere, mürekkeple aktarılmış bir dizi eskizden oluşan “Gazze Günlükleri”nde Salem, kuşatma altındaki günlük yaşamını, dolaysız ve dışavurumcu bir şekilde resmediyor. Bienalde, bu kâğıt işlerden 20’si, orijinal defterlerin masada teşhir edilen taranmış kopyalarıyla birlikte sergileniyor. Bu çizimlerden bazılarının, soykırım sırasında Gazze’den gizlice çıkarılmış olması, başlı başına bir lojistik başarı olmasının yanı sıra duygusal olarak da sarsıcı” görülüyor.
İlk izlenimlerimize göre hızlı, neo liberal Batı ‘market’inin ‘oryantalizm’ tuzağına düşmemeye büyük özen gösteren küratör Tohmé, İKSV’nin bienaline ‘üç yıl vererek’ zamanın ta kendisini bir ‘vaka’ olarak tartışmaya açıyor. Küratör Tohmé, izleyiciyi de, yapıtları da birbirleriyle mümkün mertebe birbirlerine verimli bir mesafeyle var etmeye, ziyaretçilerin de, eserlerin de birbirlerine olabildiğince ifade ve varoluş özgürlüğü tanıyabilmesine gayret ediyor. Bu durum, özellikle Zihni Han’da mekânı alabildiğince ferah kullanan sanatçılar Rafik Greiss, Jasleen Kaur veya bienalin belki en değerli imgelerine imzasını bırakan ressam Ian Davis’in binayı bir ‘sosyal iklim laboratuvarı’na büründüren eleştirel, kuşkucu ama yine de ortak atmosferinde bariz biçimde deneyimlenebiliyor.
Ian Davis
Rafik Greiss
Jasleen Kaur
Arjantinli sanatçıdan Zihni Han’da ‘bağımsız sanat’ alanı
Güzel olanı çirkin olanla karşı karşıya getirmekten sakınmayan bir dobralıktan yana olduğu aşikâr küratör Tohmé, cömertliği de unutmuyor ve bize bir bienalde olduğumuzu hatırlatan, el, göz ve yürek işçiliği ile herkesin telefon kameralarına sarılarak gezdiği 1988 doğumlu Arjantinli sanatçı Celina Ecezia’nın ‘bağımsız sanat alanı’nı daha Zihni Han’ın giriş katından hediye ediyor.
Celina Ecezia
Galata Rum Okulu’nun asma katındaki Ayman Zedani yerleştirmesi “Çöl Denizleri Arasında” (2021) ile doğayla eleştirel bir bütünleşme önermesi yapan bienalde bunun yanı sıra, izleyiciyi, savaşın ve insanın ürperten ve dobra doğasıyla yüzleşmeye çağıran iki dışavurumcu tablo, Bağdatlı sanatçı Ali Eyal’in resimleri bekliyor. Merve Mepa’nın biyoloji, empati, ekoloji ve merakı kaynaştıran yerleştirmesi “Rastgele Bir Yürüyüş, Beslenme ve Hava” ile ifade ve estetik çeşitliliğini katlayan sergide bir diğer odada / sınıfta ise bizi, Kongkee’nin distopik anime ve dijital sanat örnekleri karşılıyor. Bu unvan ile Hong Kong ve Londra arasında yaşayıp çalışan sanatçının eserleri, hayal ve gerçek, kıymet ve hiçlik, meta ve varlık arasında sallanan insanoğlu hakkında hayli tanıdık tanıklıklara gebe kalıyor.
Ayman Zedani
Ali Eyal
Merve Mepa
Kongkee
Galata Rum Okulu’nun zemin ‘meydan’ını kapsayan bir diğer eser ise Güney Afrikalı sanatçı Lungiswa Ggunta’nın temelini dünyadan alan varoluşçu ve ekolojik soyutlamalarıyla bizleri yüzleştiriyor. Sanatçının ilk bakışta soyut görünen, içinde dolandıkça biçim, işlev ve yüzlerini katlayan biçimleri, değişime, dönüştürme kudretinin kırılganlığına ve geçiciliğe karşı duyularımızla yazılmış bir performans-şiir kadar, haklı ölçülerde ‘sınır bozuyor.’
Lungiswa Ggunta
Aynı şekilde, ekolojinin vadettiği mistik anlatıları hem kurgusal, hem de müzeolojik kaygılarla kesiştiren bir diğer çağdaş soyutlamacı, Paris’te yaşayan Brasilia doğumlu Ana Vaz’a ayrılan oda da Galata Rum Okulu’nun vadettiği metafizik seyahatlere bir yenisini daha katıyor. Bu arada hakkını yemeyelim ki, İKSV, etkinliğin hemen her noktasında karşımıza çıkan nice ilgili genç rehber ile izleyicileri birer ‘kabin görevlisi’ kadar şefkat ve profesyonellikle yönlendiriyor. Onlar da bizi bienalin vadettiği her nevi ‘uçuş sırasında’ olabilecek en medeni tavır ve içerikle bilgilendiriyor.
İpek Duben’in “Cennetin Çocukları” Galata Rum Okulu’nda
Yakın zaman önce ‘epik’ bir retrospektif sergisini SALT Beyoğlu’nda izlediğimiz sanatçı İpek Duben ise bienale bu yıl 2000-2025 tarih aralıklı, iki ayrı çalışmasıyla katılıyor. Duben’in eserlerinde Rönesans ışığını ödünç alan, görsel rölyef ve müze parfümüyle izleyiciyi baştan çıkaran bir toplum eleştirisi, “Cennetin Çocukları” isimli mesafeli iltifatla bütünleşiyor. Sanatçının detay vaadi yüksek, ‘triptik’ lezzetindeki bu düzenleme çalışması akla özellikle X,Y,Z ve son olarak AI kuşağı bile diyebileceğimiz, art arda yaşanan sosyal zelzelelerden mustarip nice nesli ve akıbetlerini getiriyor.
İpek Duben
Galata Rum Okulu’nda bunun yanı sıra, imgenin saflığı ve samimiyetine kendini kaptıran Akram Zaatari ile Seta Manokuian gibi imzalar da keşfedilmeyi bekliyor. Sanatçıların bakışlarındaki toplumsal eleştiri ve sentezleme gücü, gücünü bireysellikleri ve ifade özgürlüklerine borçlanıyor. Özellikle, yaşamı ve çalışmalarına Kaliforniya’da devam eden, 1945 Beyrut doğumlu Ermeni sanatçı Manokuian’ın figüratif, dışavurumcu ve sosyal gerçekçi ve psikolojik (evet, hepsi de aynı çerçeveye biriken) resimleri, ‘resim’ sanatını öte yakadan deneyimlemeye ‘susamış’ nice göz adına, bonkör bir keder çeşmesi gibi renk renk izleyicinin gönlüne akıyor, akıyor.
Aynı şeyleri haykıran bir senfoni: 18. Bienal
Christine Tohmé, bienal sanatçılarını tıpkı her birini tek tek duyabildiği bir ‘senfoni orkestrası’ gibi örgütlemişe benziyor. Zira birbirinden bağımsız içerik ve üsluplar ile insanlık ve evren, dünya ve yaşam adına hep aynı şeyleri tutarlılıkla haykırdığı hissedilen bienalde, arayana, isteyene ‘kavramsal sanat’ın da olabilecek en ‘turfanda’ örnekleri ‘saklanıyor’. Tıpkı sekiz mekânla nice heyecan vadeden bienalin 16 Eylül itibariyle şimdilik en çok gönül çelen eseri, Galata Rum Okulu’ndaki 1988 doğumlu Nolan Oswald Dennis’in 2019--2025 aralıklı farklı işlerine ayrılan sınıfı gibi. Dennis’in eserlerinin toplamı, insanda sadece bir avuç bestesiyle yetindiğiniz bir dehayla (bienalde) ilk ve son kez karşılaşmışlığın çaresizliğini uyandırıyor. Zira Dennis’in ‘kafa yapısı’ndan çıkan çalışmaları, şimdiden alışmaya çalıştığımız yarının ‘medeniyet’ ve ‘hakikat’inin adeta mistik bir dizi tomografisini ‘şak diye’ önümüze koyuveriyor. Sanatçının özellikle devasa bir ‘kara tahta’ kullanarak ürettiği felsefi, siyasi ve (karşı) mantıksal diyagram, insana ‘keşke bu tahtada saatlerce kalsam,’ hissi uyandırıyor.
Özetle, henüz iki mekânına uğrayabildiğimiz, Beyoğlu Karaköy eksenindeki sekiz (yaya) mekâna yayılan 18. Bienal, kendini her bir izleyicisinin özgür eleştiri, seçim ve duyumsama potansiyeliyle, aslında her birimize ‘aylaklığa övgü’nün sırasının çoktan geldiğini fısıldıyor.
Bilgi: Bienalin kavramsal çerçeve metninin tamamına bağlantıdan ulaşılabilirsiniz.
Bienal mekânları ve sanatçıları
İstanbul Bienali’nin bu edisyonunda sergi mekânlarının seçiminde belirleyici unsurlardan biri fiziki yakınlık oldu. Beyoğlu-Karaköy hattında konumlanan sekiz sergi mekânı ziyaretçileri, bienali yürüyerek keşfetmeye davet ediyor. Bu sayede ziyaretçiler, ulaşım zorluklarıyla karşılaşmadan sergiler arasında özgürce dolaşabiliyor; yol boyunca molalar vererek şehrin dokusuyla ve sergiyle bütüncül bir deneyim kurabiliyorlar. Bu kapsamda İKSV’nin basınla paylaştığı genel ve resmi bilgiler ise, şöyle sıralanıyor:
Elhamra Han
İstiklal Caddesi'nde 1827 yılında şehrin ilk tiyatro salonlarından biri olarak inşa edilen Elhamra Han’ın ikinci katında bulunan iki daire 18. İstanbul Bienali kapsamında ilk kez sergi mekânı olarak kullanılıyor.
Sanatçılar: Mona Benyamin, Şafak Şule Kemancı, Jagdeep Raina, Riar Rizaldi, Lara Saab, Natasha Tontey, Sevil Tunaboylu
Eski Fransız Yetimhanesi Bahçesi
Eski Fransız Yetimhanesi Bahçesi 1869 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Aziz Vincent de Paul’ün Yardımsever Kızları Cemiyeti’ne yetimhane olarak kullanılması şartıyla tahsis edilmiş ve 1937 yılına kadar yetimhane ve ilkokul olarak hizmet vermiş. Artık kullanılmayan binanın bahçesi günümüzde “Tophane Mekân” adıyla kamuya açılmış bir sosyal tesis olarak işlev görüyor. Bahçe 18. İstanbul Bienali kapsamında sanatçı Khalil Rabah’ın yerleştirmesine evsahipliği yapıyor.
Sanatçı: Khalil Rabah
Meclis-i Mebusan 35
1983 yılında inşa edilen Meclis-i Mebusan Caddesi’ndeki 35 numaralı binanın zemin katı da bu yıl bienal mekânı olarak kullanılıyor. Bina, 2013 ile 2019 yılları arasında şehirlerin geleceğini tasarlamaya yönelik küresel bir kent laboratuvarları ağı olan Studio-X’in İstanbul ayağına evsahipliği yaptı. 2016 ve 2018 yıllarında İstanbul Tasarım Bienali’nin mekânları arasında yer alan bina, bienal kapsamında yeniden canlandırılıyor.
Sanatçılar: Eva Fàbregas, Pilar Quinteros, VASKOS (Vassilis Noulas & Kostas Tzimoulis)
Külah Fabrikası
Bir zamanlar dondurma külahı imalatı yapılan iki katlı, yüksek tavanlı bina; zanaatçı pazarları, sergiler ve konserler gibi çeşitli kültürel etkinliklere ev sahipliği yapan, dönüşüm geçirmiş bir sanat ve etkileşim alanı olarak 18. İstanbul Bienali’nde yer alıyor.
Sanatçılar: Doruntina Kastrati, Claudia Pagès Rabal
Zihni Han
Karaköy’de yer alan Zihni Han, 18. İstanbul Bienali kapsamında izleyicilere ilk kez kapılarını açıyor. Bir zamanlar ticaretin kalbinde, İstanbul’u Doğu Akdeniz’e bağlayan liman bölgesinde konumlanan bu beş katlı bina, bienal mekânlarından biri olarak kullanılmak üzere yenilendi.
Sanatçılar: Abdullah Al Saadi, Willy Aractingi, Karimah Ashadu, Chen Ching-Yuan, Ian Davis, Celina Eceiza, Pélagie Gbaguidi, Rafik Greiss, Jasleen Kaur, Valentin Noujaïm, Marwan Rechmaoui, Stéphanie Saadé, Sara Sadik, Sohail Salem, Elif Saydam, Selma Selman
Galeri 77
Karaköy’de yer alan ve eskiden bir depo olarak hizmet veren bu dört katlı binanın tamamı 18. İstanbul Bienali’nde sergi alanı olarak kullanılıyor.
Sanatçılar: Haig Aivazian, Ola Hassanain, Mona Marzouk, Dilek Winchester
Muradiye Han
Tamamlandığı 1914 yılından itibaren Karaköy ticaret hayatında önemli bir yer tutan bina, İstanbul’un işgali sırasında Fransız askeri güçleri tarafından kullanılmış ve Muradiye Karakolu olarak anılmaya başlamış. 2021 yılında restorasyon gören binanın zemin katında bienal kapsamında bir yerleştirme sergileniyor.
Sanatçı: Ana Alenso
Galata Rum Okulu
1885’te inşa edilen ve resmi olarak 1910 yılından 1988 yılına kadar Galata’daki Rum cemaatine eğitim kurumu olarak hizmet veren bina, 2012 yılında bir kültür-sanat mekânı olarak yeniden işlevlendirildi. İstanbul Tasarım Bienali’ne (2012, 2014, 2016), İstanbul Bienali’nin geçmiş edisyonlarından birkaçına (2013, 2015, 2017) ve çeşitli sergilere evsahipliği yapan okul, 2019–2023 arasında geçirdiği kapsamlı restorasyonun ardından bu yıl yeniden bienal mekânları arasına katılıyor.
Sanatçılar: Nolan Oswald Dennis, İpek Duben, Ali Eyal, Simone Fattal, Lou Fauroux, Lungiswa Gqunta, Kongkee, Seta Manoukian, Merve Mepa, Naomi Rincón-Gallardo, Ana Vaz, Akram Zaatari, Ayman Zedani
Bilgi: iksv.org/bienal
